İdeoloji ve siyasetle haddinden fazla dolmuş, dolayısıyla kendisininkine benzemeyen aidiyetler karşısında her şeyi yakacak bir ruh kıvamına gelmiş insanların ülkesiyiz…
Böyle bir ülkede beklenebileceği gibi, her şeyi; insan onurunu hatta insan hayatını bile ideolojik-siyasi tercihlerimiz doğrultusunda araçsallaştırabiliyoruz…
Bugün size, bundan tam 13 yıl önce yaşanan, günümüz koşullarında hatırlanıp yeniden gündeme gelen ve yukarıda söylediklerimi doğrulayan bir hikâye anlatacağım.
“Tarikata girdiğinde zaten ölmüştü”
Bundan 13 yıl önce, yaz aylarında bir
baba, 25 yaşındaki doktor kızını “tarikata girdiği” gerekçesiyle öldürdü. Hürriyet gazetesi, haberi 2 Temmuz 2003’te “Tarikata girdi diye kızını öldürdü” başlığı altında şöyle verdi:
“Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Servisi'nde görevli 25 yaşındaki asistan doktor Cevahir Çağlar, babası Ali Rıza Çağlar tarafından pompalı tüfekle öldürüldü. Cevizli, Bankalar Caddesi, Kaşkar Çıkmazı'nda annesi ve 4 kardeşiyle birlikte oturan Cevahir Çağlar, dün saat 08.20'de görevine gitmek için yola çıktı. Apartmanın dış kapısını açan genç kadının önü, Afyon'da yaşayan babası Ali Rıza Çağlar tarafından kesildi. Görgü tanıklarının ifadesine göre, kısa bir tartışmanın ardından Ali Rıza Çağlar sarı karton kutu içinde sakladığı 12 kalibrelik pompalı tüfeği çıkardı. Dehşete düşen Cevahir Çağlar, canını kurtarmak için caddede kurulan pazara doğru kaçmaya başladı. İlk atışını isabet ettiremeyen Ali Rıza Çağlar, apartmandan 50 metre ileride yetiştiği kızını sırtından vurdu. Ali Rıza Çağlar, daha sonra çevrede toplananların korku dolu bakışları arasında, namluyu kızının başına yaklaştırıp bir el daha ateş etti. Kızını öldürdükten sonra, eşinin oturduğu apartmanın önüne doğru yürüyen Ali Rıza Çağlar, müdahale etmek isteyenleri korkutmak için çevreye rastgele ateş açtı. 2 kişi hafif yaralandı.”
“Cinayet yerine gelen polislere teslim olmamak için, tüfeği çenesinin altına dayayarak direnen Ali Rıza Çağlar, ’Kızım 1994 yılında Fethullah Gülen tarikatına üye oldu. Bu tarihten sonra ailem parçalandı. Eşim evi terk etti. Konuyu defalarca Çay Kaymakamlığı, Afyon Valiliği ile milletvekillerine anlatarak yardım istedim’ dedi.
“Polislerin ‘’Kızınız ölmedi. Yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Gelin size de gösterelim’ diye ikna etmeye çalıştığı Ali Rıza Çağlar, ‘Kızım, 1994'te tarikata girdikten sonra zaten ölmüştü. Şu anda da öldüğünü biliyorum’ dedi.”
Hürriyet’in haberi, “Ali Rıza Çağlar'ın Afyon'da 1993 yılında uyuşturucu madde kaçakçılığı yapmak suçundan sabıka aldığı ortaya çıktı” bilgisini de içeriyordu.
İkinci gün: Zavallı baba!
Medya, ikinci günden itibaren cinayeti, hayatına 25 yaşında son verilen bir genç kızın trajedisi olarak değil de, çaresiz kalmış bir babanın “anlamlı cinneti” imâsıyla haberleştirdi.
Laik-seküler medyanın bu haberi nasıl bir ruh haliyle verdiğini, hepsini temsilen Hürriyet'ten (3 Temmuz
2003) izleyelim:
"Babanın tüm uyarıları karşılıksız kaldığı gibi, genç kızı etkisi altına alan bu cemaat, yavaş yavaş ailenin diğer bireylerini de ele geçirmişti. Artık, baba dışında tüm aile tarikata girmişti…"
Bu satırları, "artık babanın eline silah almaktan başka çaresi kalmamıştı" gibi bir cümle takip etseydi şaşırır mıydınız? (Haberin başlığının “Tarikatın yok ettiği aile” olduğunu da unutmayın.)
Haşmet Babaoğlu, babanın "akıl sağlığının pek de yerinde olmadığını" gösteren onca ayrıntıyı es geçip başlıkların "tarikat"a bağlanmasına, kendi gazetesini de katarak çok
isabetli bir eleştiri getirmişti o günlerde… Onu da hatırlayalım:
"Babanın şu lafı gazetelerin gözdesi olmuş, büyük büyük veriyorlar: 'Kızım 1994'te tarikata girdiğinde benim için ölmüştü, şimdi gerçekten öldü.' Sanki cinneti değil de, 'derin' bir gerçeği anlatıyormuş gibi.
(…)
"Oysa cinayet cinayettir. Cinnet cinnettir. Cinayeti bulandırıp haklılaştran, cinneti 'anlamlı ve hatta makul' yapan zihin en karanlık tarikatlardan daha karanlıktır. Bunu anlamamız gerek. Bu noktada anlaşmalıyız. Yoksa sonu kötü gelecek.
“Kötülüğü tarif bile edilemez”
Başta Hürriyet’inki olmak üzere, okurları cinayetin failinin baba değil de “tarikat” olduğuna razı etmeye dönük habercilik, babaya dair şu tanıklıklara rağmen ısrarla sürdürülüyordu:
Halası: "Kuran'ı çöpe atan, eşi namaz kılarken eşek edip sırtına binen adamdı. Televizyonda gördüm, bismillah diyerek arabaya biniyor, göz boyamak için şov yapıyor.”
Annesi: “Eve kadın getirip, bana kahvaltı ve yemek hazırlatırdı. Kötülüğü tarif bile edilemez. Yaşamı hep kötülük üzerine kurulmuş bir insan.”
Erkek kardeşi: "Babam bizi de tehdit etmişti. Tam bir başörtüsü düşmanıydı."
Doktor arkadaşları: "Babasının yaptıklarını anlattığında abarttığını düşünüyorduk. Bir insanın bunları yapabileceği aklımıza gelmiyordu." (Hürriyet, 3 Temmuz 2003)
13 yıl sonra: Hiçbir şey değişmemiş
Geçtiğimiz günlerde Vatan gazetesinde çıkan bir haber, ideolojik-siyasi pozisyonumuz açısından kullanışlı bir araç olmak kaydıyla bazı cinayetleri “haklı”, bazı cinnetleri “anlamlı” görmeye devam ettiğimizi, bu yolda bir milim bile ilerleyemediğimizi gösteriyordu.
Tahmin edebileceğiniz gibi haberin konusu, 13 yıl önceki doktor Cevahir Çağlar cinayetiydi… Vatan gazetesi, tahliyesine iki yıl kalan Ali Rıza Çağlar’la hapishanede görüşmüş, oradan da yeni bir “zavallı baba” haberi kotarmıştı.
“FETÖ beni, ben kızımı öldürdüm” başlığıyla sunulan haber, tıpkı 13 yıl önceki gibi öldürülen insanı silikleştiren; öldürenin cinnetini “anlamlı” gören; okuru, tetiği çekenden çok, “çekti ama sor bakalım neden çekti” sorusuna odaklandıran bir içeriğe sahipti. Burada uzun uzun anlatmayacağım, dileyen okurlar habere şu linkten ulaşabilirler: http://www.gazetevatan.com/feto-beni-ben-kizimi-oldurdum–977211-gundem/
Benim bu hikâyeden çıkardığım sonuç şöyle: Bir baba öz kızını “tarikata girdi” diyerek öldürmüşse… Medya, olayı; ilk yaşandığında (2003) “laiklik”, ikincisinde (2016) “FETÖ” hassasiyeti nedeniyle “haklı cinayet” ve “zavallı baba” formatında haberleştirmişse… Nihayet, bu haberler, kendi ideolojik-siyasi zeminlerini tahkim ettiği gerekçesiyle milyonlarca insan tarafından baş tâcı edilmişse… O ülke, ideolojik-siyasi cinnetin deli gömleğini giymiş demektir.
İdeolojik-siyasi tercihlerimizi her şeyin önüne koyduğumuz bir hayat, bizi yavaş yavaş çürütüyor. Gözümüz, bu tercihlerimizden başka hiçbir şeyi görmez hale geldikçe politik hayvanlar haline geliyor, insanlığımızdan yavaş yavaş sıyrılıyoruz.
Buradan çıkış çok zor olacak.