Türkiye’nin geleceğini tartışıyoruz. Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı üzerine tahminlerde bulunuyoruz. Yaygın kanaat, Tayyip Erdoğan’ın, eğer isterse, bu koltuğa rahatlıkla oturabileceği yönünde.17/25 Aralık operasyonları hedeflerine ulaşsaydı, neler olabilirdi? Ayrıntılarını öğrendikçe, bu soruya daha derinlemesine bir cevap verebiliriz. Şimdilik şunları tespit etmek mümkün: Bu “dizayn projesi” sonuca ulaşsaydı; Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi, yargı marifetiyle alaşağı edilecekti. Ekonomideki belirsizlik derinleşecekti. AK Parti, Cemaat önünde diz çökecekti.Ülke, bir kaosun içine yuvarlanabilir; siyaseti yeni baştan dizayn etmek üzere, yeni aktörler sahneye çıkabilirdi. “Çok partili rejimi yerleştirme” denemesi; çok ciddi bir kesintiye daha uğrayabilir, yeni bir “postmodern otoriter dönem” başlayabilirdi.Bu “proje”ye inanmış “yoğun” bir “çekirdek” vardı. İnandıklarını yazılara döktüler. Başbakan’ı idam sehpasında görenler vardı içlerinde. Mursi benzetmeleri yapıldı. “Proje”nin içerdiği başka bir “hayal” de; Humeyni türü bir dini liderin etrafında oluşacak bir rejimdi. Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı o lider belirleyecekti.Toplumun “genel sağduyulu ortalama”sı; çok partili rejimi, normal parlamenter sistemi kesintiye uğratmak isteyenlerin, planlarını ve beklentilerini darmadağın etti.Bu, “AK Parti’deki sorunların görmezlikten gelinmesi” anlamına gelmiyor. Büyük bir toplumsal çoğunluk; AK Parti’nin değişik dönemlerde yaptığı hataları, otoriterleşme eğilimlerini, “gücün yoğunlaşma biçimi”nden kaynaklanan sıkıntıları görüyor. Ama, toplumda bir tavır var.Toplum, bir düşünce sistematiği içinde tercihlerini yerli yerine oturtuyor. Bu tercihleri şu şekilde özetleyebiliriz: “Türkiye artık değişmelidir. İktidar etme biçimi değişmelidir. Küçük bir bürokratik elit etrafında örgütlenmiş rejim, bu toplumun istediği rejim değildir.”12 yıllık istikrarlı tercih12 yıldır, istikrarlı bir şekilde AK Parti’nin arkasında duran gücün; artık sosyolojik, siyasi ve psikolojik bir anlamı ve bütünlüğü oluşmuş durumda. Bu tercihin, kısa vadeli bir fasülye, kömür tercihi olduğunu düşünmek; büyük bir gafleti ve “siyaseten körlüğü” ifade ediyor. Bu noktada; toplumun örgütlü bir kesiminin, “siyaseti dönüştürme kararlılığı”nı, “sistemi yeni baştan şekillendirme kararlılığı”nı kavrayamayan bir perspektif söz konusu.“17 Aralık projesi”; bu yolculuğun önüne çıkartılmış bir “yol kazası”ydı. Daha önceki engelleme çabalarından, öz itibariyle farkı yoktu. Projenin özünü, “eski bürokratik düzeni yeni aktörlerle yeni baştan inşa edebilme, restore edebilme gayreti” oluşturuyordu.17 Aralık’ın, teknik olarak başarı şansı bulunsa bile, toplumsal olarak başarı şansı yoktu. Projenin “senarist”lerinin, toplum üzerindeki etkilerinin sınırlılığı; filmin vizyonda uzun süre kalmasını engelledi.Tayyip Erdoğan; bütün hatalarına, özellikle de genç kuşağın bir kesiminin psikolojisini okumadaki eksiklerine rağmen; “ana toplumsal bellek”le; yani, toplumun, deneyimlerden kaynaklanan tercihleriyle; bir “buluşma” gerçekleştirebildi. O nedenle de yolculuk devam edebildi. Gerçi, 17 Aralık, teknik olarak başarılı olabilseydi bile, 28 Şubat gibi, “direkten dönmeye” mahkûmdu. Ayrıca, 28 Şubat’la karşılaştırılabilecek kadar “uzun ömürlü” olması da çok mümkün değildi.Halk püskürttü30 Mart seçimleri, halkın iradesinin, (özellikle değişim noktasındaki) sağlamlığı açısından, bir “deneme sürümü”ydü. Şimdi, asıl süreç başlıyor. Türkiye’nin, “bürokratik hegemonyadan kurtulması”, karmaşık bir mücadele anlamına geliyor. Köklü bir tarihi olan bir bürokratik elitizm geleneğini tasfiye etmek, basit bir şey değil. Bu tasfiye sürecinde, olabildiğince kararlı olunmalı. Tasfiyede ilerleyebildiğimiz oranda; “yeni”nin nefes alması kolaylaşacak.Bu da ancak, evrensel değerlere sahip çıkmakla mümkün. Tayyip Erdoğan ve AK Parti; umalım ki, toplumun mesajını “demokrasiyi derinleştirme” şeklinde okusun.11-04-2014 / Radikal
- Advertisment -
Önceki İçerik