Ana SayfaYazarlar19. yüzyıl sonu proto-faşizminden, 1930’ların Faşizmi ve Nazizmine

19. yüzyıl sonu proto-faşizminden, 1930’ların Faşizmi ve Nazizmine

 

[22-23 Mart 2017] Erdoğan, Almanya ve Hollanda’yı Nazizmle itham etmesi karşısında bütün Avrupa’nın rahatsız olduğu, kenetlendiği ve birlikte tepki gösterdiğini kaydetmiş. Doğru. Ama acaba bu neyi gösteriyor? Erdoğan haklı bir noktaya parmak bastığı için tedirgin olduklarını ve suçluluk telâşı içine girdiklerini mi? Yoksa çok aşırı ve dolayısıyla haksız bir iddia karşısında gerçekten öfkeye kapıldıklarını mı? Dolayısıyla sonuç, Türkiye’nin maruz bırakıldığı ayırımcılığı biraz olsun kabul etmeye mi, tümüyle reddetme ve defterden silmeye mi kayıyor?

 

Daha önce de belirttiği gibi, ben ikinci görüşteyim. Bunun temelinde, bugünkü Almanya ve Hollanda’ya, ya da daha genel olarak Avrupa ülkeleri ve camiasına Faşizm ve Nazizm yaftası asmaya kalkmanın hiçbir ciddî kanıt ve düşünceye dayanmaması yatıyor.

 

Onun için bir kere daha sormak ihtiyacını duyuyorum: neydi, nedir, Faşizm ve Nazizm? Herşeyden önce, hangisi esastır, temeldir, vazgeçilmez asgarî müşterekler katmanıdır? Hangisi, bu temelin üzerine çıkılmış bazı ek ve özel (dolayısıyla, minimum tanıma girmeyen) kat ve katmanları içerir? Peki nedir, bu temelin olmazsa olmazları? Herhangi bir demokrasi eksikliği veya güdüklüğü müdür? Her türlü sağcı veya aşırı-sağcı zihniyet midir? Sıradan çifte standartlılık mıdır, farklı fikir tanımazlık mıdır, milliyetçilik veya aşırı-milliyetçilik midir, ayırımcılık mıdır, yabancı düşmanlığı mıdır, ırkçılık mıdır, anti-Semitizm midir? Her otoritarizm eğilimi, her diktatörlük, hattâ her askerî rejim ve diktatörlük Faşizm veya Nazizm mi demektir? Ya da tersten söyleyecek olursak, bunlar Faşizm veya Nazizmin gerekli ve yeterli koşulları mıdır? Yani yukarıdaki özelliklerden biri veya birkaçının şu veya bu ölçüde varlığı, Faşizm veya Nazizmi teşhis etmeye yeterli midir?

 

Bu soruların cevabı ancak net ve kesin bir hayır olabilir. Faşizm ve hele Nazizm salt veya öncelikle bunlardan ibaret değildir; bunların hepsinden ve toplamından çok daha fazla ve dolayısıyla başka bir şeydir. Yukarıda saydıklarım, olsa olsa Faşizm ve Nazizmin parçacıklarıdır, semptomlarıdır, bahaneleridir. Gökten zembille inmiş; birdenbire, sırf Faşizm ve Nazizmle ortaya çıkmış da değillerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başlarında, proto-faşizm (ön-faşizm) adı verilen bir birikim başgösterir, Avrupa kültüründe. Özgürlük, eşitlik ve demokrasinin gelişmesi, kendi zıddıyla — demokrasi düşmanlığı ve kâh monarşi, kâh diktatörlük özlemleriyle; büyük deha ve güçlü tek adam arayışlarıyla; “tarihe yön veren bireyler” (Hegel) veya übermensch’ler (Nietzsche) veya Führerprinzip’ler biçiminde, mutlak itaat edilecek organik lider teorileriyle; aşırı milliyetçilik, ırkçılık ve yabancı (özellikle Yahudi) düşmanlığıyla; hoşgörüye karşı hoşgörüsüzlükle; barışçılığa karşı (Sosyal Darwinizm üzerinden gerekçelendirilen) savaşçılıkla; rasyonalizme karşı mistisizm ve irrasyonalizmle; bireyleri kendi başlarına düşünemiyecek derecede isteri nöbetleriyle sürükleyip “kitle”leştirecek heyecan ve söylem arayışlarıyla elele gider. 1870’lerden itibaren Yeni Emperyalizm de sahnededir ve gerek “milletlerin erkekliğinin en yüce sınavı” olarak savaş yanlılığının, gerekse Avrupa-dışı halklar karşısındaki özsel, ırkî üstünlük iddialarının en önemli fideliğidir.

 

Evet, hepsi mevcut olmasına mevcuttur bu dönemin Batı düşüncesinde. Dolayısıyla Faşizmin ve Nazizmin Batıya tümüyle yabancı olduğunu; Batı tarihinin ana mecrasının yüzde yüz dışında bir “hilkat garibesi”ni temsil ettiğini öne süremeyiz. Kendi kendini kayırmaya yönelik bu tür Batı-merkezci bir liberal yorum vardır gerçi. Ama aynı zamanda dürüst ve düzgün, eleştirel bir Batı tarihçiliği de mevcuttur ve (meselâ Mark Mazower’ın Karanlık Kıta’sında olduğu gibi) sonunda Faşizm ve Nazizme dönüşecek fikirlerin bir zamanlar hiç de o kadar marjinal olmadığını ve aşırı sayılmadığını bütün ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir.

 

Ne ki, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başları itibariyle, bir, dağınık fragmanlardan ibaret bir karışımdır bu; sistemsizdir, bütünleşmemiştir. Dolayısıyla iki, hegemonik değildir (yani, Batı kültüründe vardır ama, “işte Batı kültürü budur” da denecek durumda değildir. Ancak 1918’den, Birinci Dünya Savaşının bitiminden sonra ve büyük ölçüde, Paris Barış Konferansı’yla, Versailles ile, Milletler Cemiyeti ile gerçekleşmiş gözüken bir liberal-demokratik “dünya düzeni”ne reaksiyon içinde (bu nokta, günümüzde neo-liberal küreselleşmeye karşı reaksiyonların  beslediği Yeni Sağ açısından anlamlıdır kuşkusuz), bambaşka bir kıvama ulaşır; insanlığın o zamana kadar tanımadığı bir kılığa bürünür. Özetle, İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm adını alan iki benzersiz ideolojik cereyan çıkar ortaya. Söz konusu mikro-fikirleri alıp birleştirir ve yeni bir sentez vücuda getirirler. Bütün, parçalarının toplamından çok daha büyüktür. İşte Faşizm ve Nazizm o bütündür; yoksa herhangi bir alt-unsur değildir. Bunu göstermek için yukarıya, başlık resmi yerine kendim basit bir çizim koymayı denedim. Matematikte “küme” veya “set”ler vardır, biliyorsunuz. Bazen birbirlerine hiç değimez, hiç örtüşmezler. Bazen tamamen çakışabilir ve özdeşleşebilirler. Bazen de ancak kısmen kesişir ve örtüşürler. İşte milliyetçilik, ırkçılık, ayırımcılık, yabancı düşmanlığı, ikiyüzlülük, çifte standartlılık vb, Faşizm ve Nazizmle ancak kısmen örtüşen ve kesişen “küçük daire”lerdir. “Büyük daire” ise Faşizm ve Nazizmin aslıdır, kendisidir. Ve bu grafikle anlatmaya çalıştığım gibi, zikrettiğim (daha da çoğaltılabilecek) “mütemmim cüz”lerinden çok daha geniş bir “ana küme”yi ifade etmektedir.

 

- Advertisment -