Ana SayfaYazarlar20 yıl sonra hala bilmiyoruz...

20 yıl sonra hala bilmiyoruz…

 

“Değerli gazeteci arkadaşlarım sizlere ve aziz yurttaşlarımıza bir haberim var. Bu sabaha karşı saat 3’den itibaren bölücü terör örgütü PKK’nın başı Abdullah Öcalan Türkiye’dedir.”

 

16 Şubat 1999 günü sabah saat 11’de Bakanları Kurulu toplantı salonunda bütün kanalların canlı yayınladığı sürpriz bir basın toplantısı düzenleyen Başbakan Bülent Ecevit sözlerine böyle başlamıştı.

 

Üzerinden 20 yıl geçti.

Bu 20 yılda hem Türkiye hem de dünya çok değişti.

 

Bu haberden sonra bir kere daha halkın “Karaoğlan”ı olan Ecevit, bir kaç ay sonra yapılan seçimi kazandı ama üç yıl sonraki seçimlerde yüzde 2 oy aldı, yedi yıl sonra da vefat etti.

 

O günkü koalisyon ortaklarından ikisi tabela partisi haline geldiler.

 

Türkiye’yi bu haberden bir ay sonra hapishaneye giren Erdoğan yönetiyor.

 

Ülke, bu haberden bir ay sonra ABD’ye giden Fethullah Gülen’in başını çektiği başarısız bir darbe girişiminin travmasını henüz atlatamadı.

 

Ama değişmeyenler de var.

Öcalan hala İmralı Adası’nda.

 

20 yıl önce lideri Suriye’den çıkarılan PKK, Suriye’ye yerleşti ve hala Türkiye’nin en önemli güvenlik sorunu.

 

Türkiye bu soruna karşı, 20 yıl önce Öcalan’ı bütün dünyada kovaladıktan sonra Kenya’da yakalayıp MİT’e teslim eden ABD’ye karşı, o günlerde sığınacak ülke ararken parlamentosu Duma’dan  resmi davet kararı çıkarıp, Öcalan’ı iki kez misafir etmiş Rusya’yla birlikte çözüm arıyor.

 

Peki Öcalan neden 19 yıl boyunca güvenle yaşadığı Şam’ı terk etmiş ve sonu İmralı’da biten tehlikeli bir yolculuğa çıkmıştı?

 

Bu sorunun resmi cevabı Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı askeri diplomatik baskı…

 

O halde soruyu bir kere de şöyle soralım.

 

Öcalan, 19 yıldır Şam’daydı ve PKK bu 19 yıl boyunca onun talimatlarıyla kanlı köy ve karakol baskınları, alışveriş merkezi, tren garı katliamları yapmıştı.

 

Peki, Türkiye neden daha önce değil de 1998 yılının sonbaharında birden bire Suriye’ye Öcalan’ı barındırmaması için baskı yapmaya başlamıştı?

 

Bu soruya, bütün süreci Ankara’da yakından izlemiş gazeteci Murat Yetkin’in genişletilmiş yeni baskısı yayınlanan Kürt Kapanı kitabı cevaplar veriyor.

 

Daha önce Radikal’de yazı dizisi olarak da yayınlanmış kitaba göre Suriye’ye Öcalan konusunda ilk nota 1996 yılında verilmişti.

 

Rahmetli Gündüz Aktan’ın kaleme aldığı notanın bir sonuç vermediği anlaşılıyor.

 

Kitaba göre iki yıl sonra 1998 yılının sonbaharında başlayan askeri baskı ise dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun fikriydi.

 

Kıvrıkoğlu “Terörle mücadelede elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ancak PKK'nın başı Suriye'de oldukça yapabileceklerimizin bir sınırı var. Suriye konusunda çalışmalar yapıyoruz. Müsaade ederseniz bu raporu size sunmak istiyoruz" diyerek Cumhurbaşkanı Demirel’e bir rapor sunmuş ve bu rapor üzerine Suriye’ye karşı planlı bir askeri diplomasi başlatılmıştı.

 

İlk olarak 15 Eylül 1998 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye sınırındaki Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde bir sınır bölüğünü denetlemeye gitmiş,  arkasında bayraklı vatandaşları alıp, muharebe üniforması içinde, kollarını sıvayıp parmağıyla Suriye’yi işaret ederek: “Sabrımız taşmak üzeredir. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Hiçbir ülkenin de bizim topraklarımız üzerinde emellerine izin vermeyiz. Bunu komşumuz Suriye’nin çok iyi anlaması lazımdır” demişti.

 

Ardından 1 Ekim’de Meclis açılışını yapan Cumhurbaşkanı Demirel, danışmanlarına özel olarak hazırlattığı bir paragrafla Suriye’yi “Artık sabrımızı taştı” diyerek uyardı.

 

Ardından yine planlı ziyaretlerle sınıra giden Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve Cumhurbaşkanı Demirel, Hatay’dan Suriye’ye seslenen sert çıklamalar yaptılar.

 

Planlı artırılan tansiyon üzerine Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek iki ülke arasında arabulucu olarak devreye girmiş, ardarda Şam ve Ankara’ya ziyaretlerinden sonra “Adam vermemesi” ile meşhur Hafız Esad ikna edilmiş ve 9 Ekim 1998 günü Öcalan’ı taşıyan uçak Şam’dan Avrupa’ya doğru bilinmez bir yolculuğa çıkmıştı.

 

Bilinen hikaye böyle.

 

Fakat bu hikayede yerine oturmayan bazı parçalar var.

O parçaları görmek için 15 Eylül’de orgeneral Atilla Ateş’in bir kurguyla sınıra gidip Suriye’yi uyarmasından bir ay öncesine gitmeliyiz.

 

Henüz ortada Öcalan konusunda Suriye’ye yönelik bir baskı yoktur.

 

Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazan, emekli diplomat Şükrü Elekdağ Ağustos ayında Güneydoğu Sorunu başlıklı yazılar yazmaya başlamıştır.

 

Devlete yakın, Kürt meselesinde statükocu pozisyonu savunan bir diplomat için beklenmedik, cesur yazılardır bunlar.

 

15 Ağustos’ta yazdığı ikinci yazıda Elekdağ “Güneydoğu’nun gerçek huzur ve sükuna kavuşmasının birinci önkoşulu” nu açıklar: “Suriye’yi Güneydoğu’daki terörün lideri ve sembolü niteliğindeki Öcalan ile örgütün ülkemizle sınırları bulunmayan bir ülkeye sınır dışı ettirmeye ve PKK’ya sağladığı desteği tamamen kestirmeye zorlamak.”

 

İkinci önkoşul ise “Güneydoğu’ya iş aş ve uygar bir altyapı götürecek bir sosyo-ekonomik kalkınma planının süratle uygulanmasıdır.”

 

Tam da her şey bir ay sonra onun yazdığı şekilde olur.

 

Türkiye Şam yönetiminden Öcalan’ın iadesini değil, ısrarla “Suriye’de barındırılmamasını” istemiştir.

 

Zaten Öcalan da önce Yunanistan’a ardından Türkiye ile sınır olmayan İtalya’ya gitmiştir.

 

Elekdağ, Öcalan Suriye’den Avrupa’ya geçtikten sonra da yazılarına devam etmiş, bu kez gazetesinin ilginç bir şekilde manşetine taşıdığı ayrıntılı bir Güneydoğu Sorunu çözüm paketi kaleme almıştır.

 

Aynı tarihlerde dikkat çekici bir gelişme de 28 Ağustos 1998 akşamı Brüksel’de yaşanır.

 

O akşam, Türkiye merkez medyasından 25 gazeteci, her hafta Abdullah Öcalan’ın Şam’dan telefonla canlı bağlandığı program için Brüksel’deki MED TV stüdyolarındaki yerlerini almıştır.

 

Daha önce düşünülemeyecek bir şeydir bu. Programda Öcalan’a soruları Tayfun Talipoğlu sorar.  Bu hazırlığın sebebi yayında anlaşılır. Çünkü Öcalan, programda 1 Eylül Dünya Barış Günü’nden itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan eder.

 

Bu ilginç programı yapan ve sunan gazeteci Günay Aslan, o akşamki Türk basının ilgisini daha sonra şöyle anlatmıştı:

“Türk basını programa şaşırtıcı bir şekilde yoğun ilgi gösteriyordu. Birçok gazete, televizyon kanalı ve haber ajansı katılacağını söylüyordu. 28 Ağustos 1988 günü canlı olarak yayınlanan programa stüdyo konuğu olarak katılan ve şu an TRT ’de çalışan bir gazeteci gösterilen ilgiyi Genelkurmay’a bağladı. Program öncesi yaptığımız görüşmede, ‘buraya gelmemizi ve bu programa katılmamızı Genelkurmay istedi’ dedi. Söylediğine göre kendisi de Genelkurmay’a çağrılmış, programa katılması istenmişti.”

 

Öcalan’ın ateşkes kararı ertesi gün bütün gazetelerin birinci sayfalarında yer aldı.

 

Resme yeniden bakalım.

 

Türk gazetecilerin asla devletten izin almadan gitmeleri düşünülmeyecek MED TV stüdyolarında, Öcalan ateşkes ilan etti. Ve PKK’nın bu ateşkes kararından 15 gün sonra birden Suriye’ye “Öcalan’ı barındırmaması” için planlı bir baskı başladı. Çatışma dönemleri dahi olmayan bir baskının ateşkes kararından sonra olması da tuhaftı. Ve Öcalan aylar önce Şükrü Elekdağ’ın yazdığı gibi Suriye’den çıkarılıp, Avrupa’ya gitti.

 

Bütün bunların tesadüf olmadığı, bir görüşme trafiğinin sonucu olduğunu ilk olarak PKK iddia etti.

 

Öcalan Rusya’da kendisine gidecek yer ararken, PKK’nın Avrupa sorumlusu olan Kani Yılmaz, MED TV’ye çıktı ve Öcalan’ın Suriye’den 1997’den beri devletle yürütülen görüşmeler üzerine çıkarıldığını anlattı.

 

Yılmaz’ın iddiasına göre Genelkurmay’da görevli bir albay 1997 yılının nisan ayında Hollanda’da kendisi ve şimdi YPG’nin başında olan Şahin Cilo ile görüşmüştü.

 

Örgüt daha sonra Özgür Politika gazetesi ve MED TV’de bu görüşmeler sırasında yazılan mektupları yayınladı. Bu mektuplara göre devletin planı Öcalan’ı Suriye ve Esad rejimi baskısından kurtarıp, Avrupa’ya götürmek, PKK’nın silahsızlanma sürecini başlatmaktı.

 

Devlet, bunun için Öcalan’ın 1 Eylül’de Türk gazetecilerin katıldığı Medtv’deki ateşkes kararını açıkladığı tele basın toplantısını organize etmişti.

 

Hatta iddiaya göre 18 Ağustos 1998 günü Cumhurbaşkanı Demirel, nikah şahidi olmasına rağmen, son anda mazeretsiz olarak Mehmet Ağar’ın kızının düğününe gitmeyerek, devletin bu görüşmelerdeki kararlılığı gösterilmişti.

 

Öcalan yakalandıktan sonraki ifadelerinde ve mahkeme sürecinde devletle olan bu görüşmeleri anlattı, arabulucuların isimlerini verdi.

 

1997’den itibaren yaşanan bu görüşme trafiğini doğrulayan bir yazı da  2004 yılında Vatan Gazetesi’nde Ruşen Çakır tarafından yazıldı.

http://www.gazetevatan.com/7-yillik-sir-31197-gundem/

 

Yazıya göre MİT’teki bazı üst isimlerle HADEP üst düzey yöneticileri 1997 bahar aylarında, en az iki kez bir araya gelip Güneydoğu'daki çatışmaların sona ermesi konusunda neler yapılabileceğini tartışmışlardı. Görüşmelere katılan eski HADEP’li vekiller Sedat Yurttaş ve Sırrı Sakık da bu iddiayı doğrulamıştı.

 

Bu görüşmelerle ilgili 2010 yılında görüşmelerde rol almış İlhami Işık’la bir röportaj yapıp ve bir yazı dizisi yazmıştım. (Devletten Apo’ya Mektuplar)

https://www.haksozhaber.net/devletten-apoya-mektuplar-1-18132yy.htm

 

Bu görüşme trafiğini anlatan iki de kitap yayınlandı. PKK’nın tezlerinin ve elindeki belgelerin yer aldığı “1966 Yıl Sonra Uluslararası Komplo”- İrfan Doğan ve daha bağımsız bir çalışma olan “Muhatapsız Savaş Muhatapsız Barış”- Hasan Yıldız.

 

Peki eğer Öcalan Suriye’den devletle yürüttüğü görüşmeler sonucunda, Ortadoğu’dan ve Esad rejiminin baskısından kurtarılıp, PKK’yı silahsızlandırmak için Avrupa’ya çıkarıldıysa, nasıl oldu da altı ay sonra İmralı’da kendisini buldu?

 

1999’da PKK’nın bu görüşmelerle ilgili iddiaları üzerine bir yazı kaleme alan Hürriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Enis Berberoğlu, bu görüşmelerin bir istihbarat oyunu olduğunu iddia etti.

http://www.hurriyet.com.tr/enis-berberoglu-istihbarat-oyunu-apoyu-kandirdi-39083523

 

Diğer iddia ise Öcalan’ın Suriye’den çıktıktan sonra uçaktayken yaptığı bir açıklamanın görüşmeleri bitirdiği.

 

Öcalan, uçakta Özgür Politika gazetesine konuşmuş ve  “Ülkede partileştik, Ortadoğu’da ordulaştık, Avrupa’ya çıktık devletleşeceğiz” demişti. Ertesi gün gazetenin manşetinde bunu gören devlet yetkilileri de Türkiye’nin toprak bütünlüğü şartıyla yürütülen temasları kesmişlerdi.

 

Bunun üzerine PKK kendi yayın organlarında görüşmeleri deşifre etti.

 

Öcalan yakaladıktan sonra yaptığı açıklamalarda sürekli devletle yürüttüğü görüşmelere sadık olduğunu söyledi. Bu sadakatini göstermek için somut adımlar da attı. 

 

2 Ağustos 1999 günü avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamayla PKK’ya silahlı mücadeleyi  bitirme çağrısı yaptı.

 

25 Ağustos’ta PKK yurtdışına çekilmeye başladığını açıkladı. Gerçekten de PKK’lılar Türkiye’den çekildiler. Öcalan, PKK’yı fesh edip, Avrupa’da siyasi bir parti olarak KADEK’i kurdurdu.

 

Devlet tarafında da paralel ilginç bir adım geldi.

 

4 Eylül günü basınla bir araya gelen Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da o ünlü “28 Şubat’ın 1000 yıl daha süreceği” açıklaması dışında Kürt meselesiyle ilgili o güne kadar sivillerin bile telaffuz edemediği radikal mesajlar verdi:

 

‘‘Terör başının da söylediği gibi, silah yoluyla bir yere varamayacaklarını kabul ettiler. Siyasal yoldan çözüm düşünüyorlar. Federasyon da istemiyorlar. İstedikleri bazı kültürel haklardır. Bunların bazıları zaten verilmiştir. Kürtçe gazete ve kasetler serbest. Yasak olmasına rağmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürtçe televizyon ve radyo yayınları yapılıyor. 37 il ve ilçede belediyeler HADEP'te. Kimse niye seçildiniz diye karşı çıkmadı. Doğru dürüst çalışıp memlekete hizmet ederlerse kimse bir şey demez. Türkiye birçok hakları vermiş zaten ’’

 

Öcalan’ın 1998’de ilan ettiği ateşkes 2004 yılına kadar sürdü.

 

Bülent Ecevit, yıllar sonra 2005 yılında Sabah gazetesinden Balçiçek İlter’e verdiği röportajda “Bize niye Apo'yu verdiler onu hala ben de bilemiyorum” demişti.

http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/13/gnd101.html

 

Üzerinden 20 yıl sonra biz de hala bilemiyoruz.

 

Bu sırrın tam olarak aydınlanması için dönemin aktörlerinin anılarını yazmalarını beklemek zorundayız.

 

 

- Advertisment -