“Ben bu adamı sevdim, hakim bey. Siz sevginin ne olduğunu bilir misiniz” dedi Ayhan Aydan, sevdiği adamın yargılandığı mahkeme salonunda. O adam, Türkiye'nin serbest seçimler ile iktidara gelen ilk başbakanı, Adnan Menderes idi. Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, ile Yassıada'da aleyhine açılan birçok dava ile yargılanmış ve idama mahkûm edilmişti. Aydan'ın, evlilik dışı bir ilişki yaşadığı Menderes hakkında “Bebek Davası” olarak bilinen ve Menderes'in Aydan'dan doğan bebeğini öldürmekle suçlandığı dava kapsamında ifadesi istenmişti. İktidarı sivillerden gasp eden askerî yönetim, Menderes'i kitlesi nazarında itibarsızlaştırmaya çalışıyordu. İlk önce, Menderes'in eşi Berin Hanım'dan kocası aleyhine zina suçlamasında bulunmasını istediler. Hatta dönemin İstanbul Müftüsü'nden bu konuda bir fetva bile aldılar, Müftü Ömer Nasuhi Bilmen, "Zina en büyük günahtır. Cezası, recmdir" hükmünü verdi. Ancak Berin Hanım kocasını şikayet etmeye yanaşmadı ve bunun üzerine “Bebek Davası” açıldı.
Bu iki asil ve cesur kadının tavrı , Menderes'in Bebek Davasından beraat etmesine sebebiyet verdi. Ancak diğer davalarında suçlu bulunan Menderes, 17 Eylül 1961 tarihinde asıldı.
Menderes'i itibarsızlaştırma ve hatta şeytanlaştırmayı hedefleyen tüm bu girişimlere rağmen, Menderes destekçilerinin kalplerinde ve zihninde bir kahraman ve demokrasi şehidi olarak kaldı. “Yeter söz milletin!” sloganı ile iktidara gelmiş, iktidarının ilk zamanlarında siyasi, ekonomik ve sosyal liberalizasyon sağlayan önemli icraatlere imza atmıştı. Türkiye'de kendini merkez sağda tanımlayan tüm partiler onun mirasını devam ettirmeyi bir onur nişanı olarak telakki etti. Türkiye sağı için o, “Hasolar, Memolar”ın hakkını yılmadan savunan bir kahramandı.
Menderes'in siyasi geleneğinin taşıyıcısı olduğu iddiasındaki son parti AK Parti oldu. Genç Siviller'in “Yassıada demokrasi adası olsun” kampanyası bu dönemde gerçekleşti ve geçtiğimiz haftalarda Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yassıada'yı bir demokrasi merkezine dönüştürme projesine start verdi. Davutoğlu temel atma törenindeki konuşmasında şu çümleleri sarf etti, “Eğer milli iradenin tecellisi anlamında özgürce seçimlere gidebiliyorsak, bunların kahramanları bugün halka yönelik konuşmalar yapan biz siyasiler değil, idam sehpasına giderken bile demokrasiyi savunan Adnan Menderes ve arkadaşlarıdır. Allah onlardan razı olsun, onların emanetine sahip çıkmayı nasip eylesin. Bu emanetlerin en büyüğüdür.”
Bugün, Türkiye'de 1960 darbesini telin etmek konusunda neredeyse bir konsensus olsa da, darbe gerçekleştiğinde, 2013 Mısır darbesinde yaşanana benzer bir şekilde, darbe bir toplumun bir kısmı tarafından sevinçle karşılanmış ve hatta sokaklarda kutlanmıştı. Özellikle şehirli seküler elit, 1960 darbesini on yıllar boyunca ilerici bir devrim olarak gördü ve 27 Mayıs, resmî olarak “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı. İlginçtir, Muhammed Mursi, Menderes'ten sonra, Ortadoğu'da demokratik seçimler sonucunda iktidara gelip, darbe ile devrilen ve idama mahkûm olan ilk lider oldu.
Darbeye giden yol, muhalefet ile iktidar partisi arasındaki gerilimin zirveye taşındığı 1959 yılında başladı. Muhalefet, iktidardaki Demokrat Partiyi, muhaliflerini bastırmak, anayasayı ihlal etmek, yolsuzluk, İslamcı politikaları savunmak benzeri iddialar ile itham ediyordu. Örneğin dönemin muhalif gazetelerinden dünya, Menderes'i şöyle tarif edecekti, “İceride kötüleşen durumdan dikkati çekmek için dinî duyguları istismar eden Sultanlar gibi Osmanlı zamanından kalma bir demogog.”[i]
İktidar ve muhalefet partisi arasındaki gerginlik derinleştikçe, hükümete karşı gösteriler arttı. Hükümet gösterileri sert bir şekilde bastırmaya teşebbüs etti, bazı gazeteleri kapattı, gazetecileri hapse attı. “Liberal bir selefi olmayan ve boyle bir siyasi kulturel arkaplandan gelmeyen Menderes, yoğun muhalefetle karşılaştığında bir liberal demokrat olmayacaktı” diyor Istanbul Teknik Üniversitesinde Doçent olan Doğan Gürpınar ve ekliyor, “Menderes, Kemalist rejimden devraldığı, yasama ve yürütme erklerine geniş yetkiler tanıyan anayasanın tanıdığı yetkileri kullanmaktan çekinmedi, özellikle de 1950'lerin sonlarında örgütlü muhalefetin yoğunlaşması agresiflesmesiyle beraber.”
Bu söylenmekle beraber, Sabancı Üniversitesi'nde tarih profesörü olan ve Türkiye Cumhuriyet tarihi konusundaki en yetkin isimlerden olan Cemil Koçak'ın dediği gibi, Menderes's karşı ithamların çoğu bir propaganda makinesinden çıkan yalanlar oldu. Örneğin, “Türk Ordusunun Zaferi: Kansız Devrim” kitabında şöyle denilecekti, “Cani şebekenin üç başı; Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan, canavar ruhlu [İçişleri Bakanı] Namık Gedik’in Türk gençlerine karşı giriştiği vahşiyane katliama memnunlukla seyirci kalıyorlardı. Yapılan ihbarlardan öğrenildiğine göre, gençleri diri diri buzdolaplarına, mezarlara koyan, sonra da cesetleri kıyma makinalarında kıyarak köpeklere veren bu mahlûklar, insan olamaz.”[ii] Söylemeye bile gerek yok ama bu iddiaların hiç biri doğru değildi ancak bu fantastik senaryolar anaakım medyada yer buldu ve gerçek muamelesi gördü. 4 Haziran 1960 yılında, Hürriyet gazetesinin manşeti, “Hürriyet şehidi gençlerimiz hakkında dün Milli Birlik Komitesi açıklama yaptı-Cesetlerin makinada kıyılıp toz haline getirildiği ihbar edildi-Halktan aramalar için yardım isteniyor” olacaktı.
Siyasi karmaşa artarken, NATO müttefikleri kendileri ile Menderes hükümeti arasına mesafe koymaya başladı. Tarihin bir ironisi olsa gerek, Türkiye'yi Batı kampına entegre eden, ve NATO üyesi yapan, Menderes'in bizzat kendisi idi.
27 Mayıs darbesinden sadece bir ay önce (25 Nisan 1960), New York Times gazetesinde “Menderes Rejimi” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. İnönü'nün “liberal” politikaları sayesinde seçildiği iddia edilen Menderes'in basını ve muhalefeti baskı altına aldığı vurgulanmıştı. Asker içinde bir muhalefetin oluşabileceğini belirten makale, İnönü'nün “sizi ben bile kurtaramam” sözlerine yer vermişti.
30 Nisan 1960 tarihinde New York Times gazetesindeki haberin başlığı, “Mederes'in sözleri Amerika'yı endişelendiriyor” oldu. ABD dışişleri bakanlığından uzmanlardan görüş alınmış ve Menderes'in öğrenci eylemlerine karşı gösterdiği uzlaşmaz tavrın rahatsızlık oluşturduğu belirtilmişti. Menderes'in öğrenciler için kullandığı “maşa,” “komplocu” ve “fanatikler” ifadeleri vurgulanmıştı. Darbeden üç hafta önce (1 Mayıs 1960) tarihli New York Times makalesinin başlığı ise “Menderes ‘yalancıları’ suçluyor” idi. Hikâyenin geri kalanını bilmeyenler, Menderes'in kendisini devirmeye çalışan yalancı ve provokatörlerle sarıldığını zanneden deli bir diktatör olduğunu düşünebilirdi bu yazıları okuduktan sonra.
Darbeden iki hafta önce (5 Mayıs 1960) yine New York Times'ta Türkiye üzerine bir makale çıkacaktı. “ABD Türkiye'de rol aldığını reddediyor” başlıklı makalede, dönemin Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren'ın, Adnan Menderes ile görüştüğü iddialarının kesinkes yalanlandığı vurgulanıyordu. Amerikan dışişleri Menderes ve muhalifleri arasında tarafsız olduklarını beyan etmişti. Makale Menderes'i şöyle tarif ediyordu: “Başbakan Menderes'in hükümetine karşı güçlü bir muhalefet geçen sene başladı ve kendisini Osmanlı'nın değil Kemal Atatürk'ün Cumhuriyeti'nin vatandaşı olarak gören Türkleri mutsuz eden şekilde bastırıldı.”
Darbe, 27 Mayıs 1960 Cuma sabah saat 5.25'de Kurmay Albay Alparslan Türkeş'in okuduğu kısa darbe bildirisi ile duyuruldu. Ancak bu kısa metinde ihmal edilmeyen bir vurgu vardı, “NATO ve CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız.”
[i] Pelt, M. (2014). Military intervention and a crisis of democracy in Turkey: The Menderes era and its demise (p. 69-70). London: I.B. Tauris.
[ii] Koçak, C. (2013, June 29). 27 Mayıs’ın ‘kıyma’ yalanını darbeciler kitap bile yaptı. Star. Retrieved May 25, 2015, from http://haber.star.com.tr/yazar/27-mayisin-kiyma-yalanini-darbeciler-kitap-bile-yapti/yazi-766832
28.5.2015