Ana SayfaANALİZLERShakespeare’in son draması: Boris Johnson’ın yükselişi ve düşüşü

Shakespeare’in son draması: Boris Johnson’ın yükselişi ve düşüşü

Boris Johnson muhtemelen çevresine şu anlarda kahramanlarından olan Winston Churchill’in siyasi kariyerini hatırlatıyor: 1915 yılında Gelibolu cephesindeki hezimetin günah keçisi ilan edilerek istifaya zorlanan Churchill, 30 sene sonra Batı dünyasını faşizmden kurtaran savaşın kahramanı oldu. Sınırsız özgüveni, iyimserliği ve hırsı ile bilinen Johnson’ın siyasi kariyerinin böylesi bir başarıyla taçlanacağını düşünmek pek mümkün değil. Johnson’ın başbakanlık serüveni son buldu, ancak siyasi geleceğinin bir şekilde devam edeceği muhakkak.

Dört yaşındaki sarışın tombul çocuğa aile dostu sorar “Al, büyüyünce ne olmak istiyorsun?” “Dünya kralı” diye cevap verir büyük bir özgüvenle. Al dünya kralı olmaz İngiltere’nin başbakanı olur.

Henüz iki sene önce Birleşik Krallık tarihinin rekor seçim zaferiyle göreve gelen ve bu hafta kendi bakanları tarafından devrilen Boris Johnson hakkında siyasi obituary’ler ile doldu İngiliz gazeteleri geçtiğimiz hafta. Bu hatıra da onlardan birindendi.

Boris Johnson’ın yükselişi ve düşüşü hikayesi bize elit İngiltere kültürü hakkında çok şey anlatıyor. 1964 yılında New York’un en zengin muhitlerinden Upper East Side’da o sırada Columbia Üniversitesinde ekonomi okuyan Stanley ve sanatçı Charlotte’un çocuğu olarak dünyaya gelen Boris Johnson’ın aile kökleri Çankırı’lı bir mum tüccarından II. George ve metresine uzanıyor. Ayrıcalıklı bir hayat sürdüğü muhakkak olan Johnson’ın çocukluğunun mutlu olduğunu söylemek pek mümkün değil. Karısına şiddet uygulayan ve sadakatsiz bir baba ile akli sağlığı yerinde olmayan bir anne tarafından yetiştirilen Johnson genç yaşında İngiltere’nin en elit okulu Eton’a yatılı olarak gönderiliyor. Eton, İngiltere İmparatorluğunun başbakanlarını, üzerinde güneş batmayan topraklarda görev yapacak sömürge valilerini ve her alandaki elit sınıfını eğitmek için kurulmuş yatılı okulların en önemlisiydi.

Fakat bu okulların çok da pedagojik bir eğitim verdiğini söylemek mümkün değil. Dışarıdan Downtown Abbey gibi görülen ama içeride Sineklerin Tanrısı’ndan hallice bir ortam olan bu yatılı okullarda sıkı bir disipline ek olarak zorbalık, cinsel taciz hakim. Diğer çocukları da Boris kadar olmasa da epey meşhur olan (kızı Rachel gazeteci ve televizyon programcısı, oğlu Jo eski bakan, diğer oğlu Leo işadamı) Stanley’e böylesi başarılı evlatlar yetiştirmesinin sırlarını sorar bir gazeteci yıllar sonra. Stanley’in ebeveynlik sırrına istinaden cevabı ise “tüm çocuklarımın eğitimlerini pahalı okullara bırakıp onlarla mümkün olduğu kadar ilgilenmemek” olur. Hiçbir çocuğunun okul toplantılarına katılmamış olmakla övünmeyi ihmal etmez.

Boris karakteri Eton’da böylesi bir atmosferde yaratılır. Mutsuz ailesinden kaçtığı okulda Türk kökeni nedeniyle zorbalığa uğrar. Ailede kullanılan Alexander’ın kısaltması Al ismi yerine Boris ismini kullanmaya başlayan Boris Johnson, nevi şahsına münhasır, abartılı ve eksantrik karakterini bu dönemde yaratır. 17 yaşında Eton’da hocası olan Martin Hammond’ın babası Stanley’e yolladığı bir mektup aslında Boris’in başbakanlık kariyerinin başlamasına ve bitmesine sebep olan karakter özelliklerini özetlemektedir: “Zannımca samimiyetle ona ayrıcalıklı davranmamamızı kabalık olarak algılıyor. Diğer herkesi bağlayan sorumluluklardan azade biri olduğunu düşünüyor.”

Eton’dan sonraki istikameti Oxford olan Boris, bir yandan Klasikler eğitimi alırken, diğer yandan Bullingdon Kulübünde “stress” atıyor; ancak çok zengin ve İngiltere’nin prestijli okullarından mezun erkeklerin üye olabildiği Bullingdon Kulübü, İngiliz elit sınıfının çelişkilerle dolu değerlerinin bir özeti aslında. Özel dikim üniformaları ile şaşalı ziyafetlere katılan üyeleri, içkinin su gibi aktığı gecelerde holiganlara özgü olduğu düşünülen vandalizme elit bir hüviyet kazandırıyor. Boris Johnson’dan önce başbakan olan David Cameron ve ikinci adamı George Osborne’un da aynı kulübün üyesi olduğunu not düşmek gerekir.

Eton ve Oxford’da burslu okuyan, akademik başarısına ek olarak münazara topluluğu başkanlığı gibi sosyal aktivitelerin de yardımıyla popüler olan Boris the Times’da gazeteciliğe başlar. Kısa süre sonra bir makalesinde kullandığı bir alıntıyı aslında uydurduğu ortaya çıkınca Times gazetesinden kovulur ve the Telegraph gazetesinde çalışmaya başlar. Burada editörü olan Max Hastings ileride Boris için şunu diyecektir, “Boris Johnson’ı ancak onu tanımayan insanlar sevebilir.” İş arkadaşları arasında tembel, kurallara saygı göstermeyen ve yalan haberleriyle bilinen Boris Johnson kısa zamanda meşhur bir gazeteci ve kanaat önderi haline gelir. Özellikle Avrupa Birliği karşıtı haberleri ve keskin mizahı ile İngiltere’nin en çok kazanan gazetecilerinden biri olur. 1990’ların sonunda artık İngiltere sağının en prestijli dergilerinden the Spectator’ın genel yayın yönetmeni ve BBC’nin komedi programlarının aranılan yüzüdür.

Boris için bundan sonraki istikamet siyasettir. Birkaç başarısız denemeden sonra 2001 yılında Muhafazakar Parti’den milletvekili seçilir. Ancak asıl siyasi başarısı liberal ve sol seçmenin yoğun olduğu Londra’da iki dönem belediye başkanlığı yapması olur. Belediye başkanlığı döneminin bitişi Brexit kampanyasının başlamasına denk gelir. Önce Birleşik Krallığın AB’de kalmasını savunan Boris daha sonra bir u dönüşü ile Brexit kampanyasının en etkili yüzlerinden biri olur. Brexit kampanyasının başarıyla sonuçlanması ile başbakanlığa uzanan yol da açılmış olur.

Buraya kadar Boris Johnson’ı nasıl bilirdiniz sorusuna verilecek cevapların hepsi büyük çelişkiler içeriyor. Başlı başına bir kitap konusu olacak özel hayatı, sadakatsizlikleri, evlilik dışı ilişkilerine ek olarak siyasi kariyeri skandallarla dolu olan Boris Johnson bir nevi teflon gibi tüm bu hadiselerden zarar almadan müthiş bir seçim zaferi ile Birleşik Krallık’ın başbakanı olmayı başardı. Gazetecilik kariyeri boyunca kullandığı tartışmalı ifadeler, görüşlerindeki çelişkiler, siyasi pozisyonundaki 180 derece dönüşler itibarında kalıcı hasarlar bırakmadı. Daha da önemlisi son derece elit ve ayrıcalıklı hayat öyküsüne rağmen muhafazakar parti seçmeninin demografisini değiştirmeyi başardı. 2019 seçimlerinden önce kampanyası dahilinde Kuzey İngiltere’de bir madeni ziyaret eden Boris’i madencilere soran gazeteciler şu cevabı aldı: “Boris bizden biri.”

Brexit sürecine ek olarak, İşçi Partisi’nin beceriksizliği, kimlik siyasetine tıkanıp kalması ve kitlelerden uzaklaşması Birleşik Krallık siyasetinde büyük bir değişim getirdi. Ömrü hayatında Muhafazakar Parti’ye oy vermemiş işçi sınıfı kitleleri Boris Johnson’ın liderliğindeki partiye 2019 yılında rekor ölçüde oy verdi. Bu seçimlerde düşük gelirli seçmenin %30’u İşçi Partisi’ni desteklerken, %45’i Muhafazakar Parti’ye oy verdi.

Tam da bu nedenle Boris Johnson’ın siyasi kariyerinin bittiğini söylemek zor. Boris’in  siyasi mirası nedir sorusuna Brexit’in gerçekleşmesi, pandemi dönemindeki politikaları, hatta belediye başkanlığı dönemi örnek verilebilir. Ancak kanaatimce Boris’in en büyük siyasi mirası muhafazakar seçmenin demografisini değiştirmesi oldu. Tıpkı Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi, Boris Johnson ilk defa Cumhuriyetçi veya muhafazakar partiye oy veren bir seçmen kitlesi yarattı. Boris seçim yenilgisi ile görevini bırakmadı, kendi kabinesi ve partisinin organize ettiği bir darbeyle devrildi. Boris Johnson’ın Başbakanlığının gayrı meşru hale geldiğini iddia etmek için kullanılan argümanların hiçbiri, yani yalancılığı, lakayt tavırları, kendi adamlarını kayırması sır değildi fakat akla şimdi geldi.

Bugün Muhafazakar Parti liderliği için aday olan Rishi Sunak’ın Boris’in istifasından altı ay önce seçim kampanyası websitesini hazırlamaya başlaması, kabine üyelerinin koordineli istifaları ve geçtiğimiz ay arka arkaya bürokrasi kaynaklı Boris aleyhine medya sızıntıları, ona karşı düzenlenen kumpasın boyutunu gösteriyor. Boris’in kendi kabinesi ve partisinin desteğini kaybettiği aşikar olsa da, halkın, kendisine oy verenlerin desteğini külliyen kaybettiğini söylemek pek de mümkün değil.

Charles de Gaulle’ün İkinci Dünya Savaşı sırasında söylediği “Fransa bir cepheyi kaybetti, savaşı değil” sözünün Boris için geçerli olduğunu söylemek mümkün. Başbakanlığı en geç sonbaharda bırakacak olan Boris’i yeni ve küresel bir rol bekliyor. Muhtemelen hayatını ve başbakanlık dönemini anlattığı bir kitap ile sahalara dönecek olan Boris, bir yandan siyasi hasımlarının hatalarını izlerken bir yandan kıvrak kalemi ile intikamın soğuk yenen bir yemek olduğunu hatırlatacak. Diğer yandan Kiev, Washington ve hatta İstanbul gibi şehirleri ziyaret edecek, popüler konuşmalar yapacak ve kitlelerin sevgi gösterilerine mazhar olacak. Birleşik Krallık ekonomik olarak büyük sıkıntılardan geçerken, yakın zamanda ne Muhafazakar Parti’de ne de İşçi Partisi’nde Boris Johnson’ın karizmasına ve iletişim becerilerine sahip bir siyasetçi çıkacak.

Birleşik Krallık’ta erken seçim kararı alınmazsa bir sonraki seçimler 2025 yılında gerçekleşecek. Bir yandan ekonomik durgunluk, diğer yandan enflasyon İngiltere’de büyük kaygılara neden oluyor. İşçi Partisi kitlelerin gündeminden kopuk ve kimlik siyasetine odaklanmış durumda. Mevcut başbakan adaylarının Boris’ten daha iyi bir iş çıkaracaklarını düşünmek zor, Boris tekrar başbakan olur mu sorusunu sormak için erken. Ancak Boris’in siyasi kariyeri, hırsı ve yetenekleri göz önünde tutulursa asla asla dememek lazım. Lakin tekrar başbakan olsa da olmasa da “Boris Johnson’ın yükselişi ve düşüşü” başlıklı Shakespeare dramalarını andıran siyasi yolculuğu bir şekilde devam edecek.

- Advertisment -