27 Mayıs’ta Demokrat Partili’lere (DP) yönelik nefretin ve “oh olsun”un dışında, 27 Mayıs’ın değerlendirilmesinde işin içine yoğun ve entegre bir şekilde işlenmiş bir Marksist-Leninist paradigma giriyordu. Dolayısıyla söz konusu olan basit bir DP nefreti değildi.
İşin içine bu Marksist-Leninist düşünüşün teorik ve düşünsel duygusal sonuçları-uzantıları giriyordu. Bu düşünüşe ve paradigmaya göre DP iktidarı sadece sevilmeyen-istenmeyen bir iktidar-parti değil, bilimsel olarak tarihin akması gereken yöne aykırı olan bir oluşumdu, gelişmeydi.
Türkiye’de Kemalist devrim olmuş, Kemalist devrim Marksist düşünüşe göre Türkiye’yi emperyalizmin ve sömürgeciliğin güçlerinden kurtarmak amacıyla yapılmış, 19 yy. boyunca Osmanlı İmparatorluğu yarı sömürgeleştirme yönünde ilerlemişken, Kemalist devrim bu yarı sömürgeleşme sürecinden bir enkazı alıp, kurtarmış ve onu bağımsız kılmıştı.
Bu hakim paradigmaya göre Kemalist devrim emperyalizme karşı dünya birleşik cephesinin bir parçası, emperyalizmi ve feodalizmi yarı sömürgeleşmiş ve yarı feodal bir ülkede oldukça gerileten bir olguydu.
Komintern’in bir parçası olarak Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) bütün teorik stratejik düşünüşü Kemalist devrimin emperyalist sömürü zincirini en zayıf halkasından yarmış bir devrim olduğu ve dolayısıyla dünya proleter devriminin müttefiki sayılması gerektiği üzerine kuruluydu. Uluslararası komünist hareketin Kemalizme bakışı emperyalizme karşı dünya çapında verilen mücadelede Türkiye'nin önemli bir müttefiki olduğu şeklindeydi.
Ancak 1946’dan itibaren Türkiye’de bu düşünüş tarzına göre Kemalist devrime karşı bir ‘karşı devrim’ cereyan etmekteydi. Yani çok partili parlamenter sisteme geçiş Türkiye açısından bir ilerleme değil tam tersine bir gerilemeydi.
Çünkü çok partililik ve seçimler, Kemalist devrimin iktidardan tasfiye ettiği düşünülen komparador-işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağaları vs. bunları hepsinin geri gelmesine ve iktidarı yeniden ele geçirmesine yol açmıştı. Bu bağlamda DP, bu Hegelci determinist tarih anlayışı ve düşünüş tarzına göre tarihin ilerlemesi gereken yöne, ilerleyeceği varsayılan patikaya aykırı bir olaydı.
Nitekim DP bu klasik Marksist düşünüşe göre Türkiye’yi dışarıya açıyor, yani bizi boğmak ve mahvetmek isteyen yabancı kapitalizmi Türkiye’ye davet ediyor, Türkiye’yi Amerikan emperyalizminin nüfuz alanına sokuyor, NATO’ya sokuyor, Türk ordusunu Kore’ye gönderiyor, Amerikan işbirlikçisi ve yerli sınıfsal dengeler bakımından gerici bir iktidar olarak kodlanıyordu. Aynı zamanda tabi dönemin ABD’sinin siyasi ortamına hakim olan McCarticilik’in Türkiye’deki ideolojik uzantıları ve tezahürleri de bu düşünüşe zerk edilmişti.