spot_img

Ümit Kurt

“Hain Araplar” söylemi

Türk milliyetçiliğinin harcında aslında farklı etnik gruplara dönük bu tür söylemlerin skalası oldukça geniş ve çeşitli. Araplara yönelik ayrımcı söylem daha çok bir medeniyet kavramı üzerinden neşet ediyor. Türklerin medeniyet kurma hasletlerinden bahsediliyor ve aynı hasletin Arap kavminde olmadığı zira Arapların medeniyetten nasibini almadıkları söylemi üzerinden bir üstünlük iddiası kuruluyor

Peki Lozan nedir?

Lozan Antlaşması kuşkusuz çok başarılı ve avantajları büyük bir anlaşmadır ama o ölçüde bedelleri olan da bir anlaşmadır. Orada Türkiye kültürel varlığından, hüviyetinden ve kimliğinden vazgeçmiştir. Bunun yerine daha çok İslam'ın ve dinî hayatın biraz da ifrata kaçarak mesaj vermek adına görünür olamaması yönünde Fransız usulü Jakoben laiklik politikalarının uygulanması doğrultusunda bir tarihsel serüveni ve felsefeyi tercih etmiştir._x000D_ _x000D_

Mutlak adaletsizlik

Abbas, ABD’yi barış sürecinde bir anlamda devre dışarı bırakarak, Birleşmiş Milletleri yani uluslararası kamuoyunu muhatap alacağını ilan etmiş oldu. Ancak ABD’nin kontrolü ve nüfuzu dışında bir Birleşmiş Milletler tasavvurunun siyasi realiteyle pek de uyuştuğunu söylenemez. Bir noktanın altını çizmek de fayda var: Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden kararı uluslararası hukuka aykırı bir karardır. Ve bu karar her iki taraftaki radikal ve şahinlerin gücünü konsolide etmesine neden olacaktır.

Halep üzerine konuşmak

1915’de yaşadıkları felaket sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nu o dönem yöneten siyasi karar alıcılar tarafından Suriye’ye sürülen ve burada ender de olsa hayatta kalabilen Ermeniler Suriye’deki Hıristiyan nüfusun yüzde 8-10’unu teşkil ediyor ve bu nüfus büyük ölçüde Halep’te yaşıyor. Bugün başta Ermeniler olmak üzere birçok farklı kültürel toplulukların neşv ü nema bulduğu güzelim Halep şehri adeta metruk bir yer haline geldi._x000D_ _x000D_

Esas olan hikâyedir, anlatıdır

Tarihsel kurguların ete kemiğe büründürülmesinde bu tür tanıklıklar ve öznel hikâyeler vazgeçilmez önemdedir. Şüphesiz ki bunları kaleme alan kişiler tarihi kendi sübjektif pencerelerinden yeniden inşa ederler. Ancak asla unutulmaması gerekir ki, hiçbir belge ve arşiv malzemesi de tarihsel bağlamdan kopartılarak anlamlandırılamaz ve onları üreten aktörlerin siyasal, sınıfsal ve kültürel konum, çıkar, arzu ve önyargılarından ayrı düşünülemez.

Solun meşruiyet ve makbuliyet çabası

Topluma ve toplumsal olan neredeyse bütün olgulara, konulara ve aktörlere bu kadar uzak olup hala solda durduğunu iddia eden bir partinin durumu sizce de şizofrenik değil mi? Bu da yetmiyormuş gibi, işin hazin tarafı, bilgi dağıtım hegemonyasını elinde bulunduran anaakım bir medya ağı tarafından bu zihniyetin solun yegane alternatifi olarak sunulması da cabası.

Sol ve Sosyalizm perspektifleri

Her ideoloji taraftarlarına başka toplum ve dünya modeli vadeder ve bu vaat o ideolojinin can damarıdır. Belge’nin haklı olarak hala inandığı sosyalizm tarihsel düzlemde vaat ettiği hiçbir şeyi gerçekleştiremedi. Tam da bu kertede, Berktay’ın karşı argümanı anlam kazanıyor, tarihsel gerçeklikle örtüşüyor ve bu nedenle de güncelliğini hala koruyor._x000D_ _x000D_

Ermeni meselesi ve gerçeklik duygusu

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolu başlangıç noktası olarak alırsak, hiç şüphesiz ilk sıraya “Ermeni Tehciri” diye sunulan olaylar bütününü koymamız gerekir.

Bir ulusun inşası:Utanç ve suçluluk

Holokost gibi ölümcül bir kitlesel katliama iştirak eden toplumsal aktörler son derece farklı sosyal arkaplanlara, deneyimlere, yaş gruplarına ve eğitim seviyelerine sahipti. Aktörler arası bu çeşitlilik ve geçişkenlik, aslında bu devasa katliamların ve yıkım olaylarının düzenleyicisi ve birinci derecede sorumlusu olan merkezdeki devlet elitlerinin işini kolaylaştıran ve bu süreçlerde esnek koalisyonlar kurmalarına olanak sağlayan bir faktördü.

Marc Bloch ve tarihçilik üzerine

Marc Bloch’un tarihinin savunusunu yaparken özellikle tarih metodolojisine ilişkin bize sunduğu oldukça önemli noktalardan biri ileri Annales tarih okulunun da çatısını oluşturacak olan pozitivist tarih anlatısına ve tarihçiliğine karşı getirilen güçlü eleştiriydi.

Yeni Osmanlılar’dan Jön Türkler’e

Yeni Osmanlılar’ın muradı Namık Kemal’den mülhem İmparatorluk bünyesinde bir “meclis-i meşveret” kurulmasını sağlayarak siyasi iktidarın paylaşılmasını kurumlaştırmak ve bir kuvvetler ayrımı sağlamaktı. Kuvvetlerin dengesi, yürütmeyi kurulacak Meclis’e karşı sorumlu tutmakla elde edilecekti. Meşveret bu sistemin bam telini oluşturuyordu.

Jön Türklerin tarihsizliği

Jön Türkler’in bütün Batı kültürüne rağmen, tarih bilinçlerindeki yüzeysellik, devleti bir bünyeye benzeten imgenin ağır basmış olmasına bağlanabilir. Böylece, Jön Türklerin ‘felsefesizlik’lerine bir de ‘tarihsizlik’ eklendiği iddia etmek mümkündür._x000D_ _x000D_

Şerif Hoca’nın ardından ve Jön Türklerin siyasi fikirleri

Şerif Hoca bir iki istisna dışında Jön Türkler için daha geçerli bir yargı bulmanın zor olduğunu belirtir. Çünkü Jön Türkler fikri düzeyde önemli bir müktesebattan yoksun idi; kendi tarihlerini bile derinlikle ele alamıyorlardı.

Edip’in entelektüel yolculuğunun milliyetçi evresi

Dönemin bütün belli başlı Türkçü aydınları gibi Halide Edip de Osmanlı Türkleri açısından Cihan Harbi’ni bir “Halâs Muharebesi” olarak görmüştür. Ona göre Osmanlı’nın bu savaşa girmesi kaçınılmaz bir olaydır. Halide Edip, Cihan Harbi’ni Türklüğün kin ve intikam günü olarak resmeder. Yıllardır bu fırsatın gelmesini beklediğini söyler:_x000D_ _x000D_

Bir Türk milliyetçisi olarak Halide Edip-2

Yazarın “Dünkü bahçıvanlarımız” olarak teşhir ettiği unsurlar milli inşa süreçleri içinde Osmanlı’dan kopan Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılardır. Halide Edip, savaş meydanlarında yiğitlikleriyle ve zaferleriyle nam salmış hâkim millet Türklerin “bunlara” mağlup olmasından utanç duymaktadır.

Bir Türk milliyetçisi olarak Halide Edip-1

Halide Edip’in hâkim millet olan Türklüğün mazlum millet konumuna düşmesinden sorumlu gördüğü düşmanların başı, Batı’dır, ya da eski deyişle Garp. Garp, Türklerin hayatına ve topraklarına göz dikmiş bir düşman olmak sıfatıyla mutlak “öteki”dir.

Kamusal Alan

Üzerinde durulması gereken bir başka mesele de, Türkiye’de kamusal alanın, hâlâ Devlet’e ait alan olarak düşünülüyor olması yanlışlığıdır. Halbuki Kamusal alan, Sivil Toplum’un alanıdır;- dolayısıyla, Devlet’e ait alanla, özel alan arasında, ara-konumda yer alır. _x000D_ _x000D_

Laik-seküler sistemin özü

Bilhassa Avrupa’nın siyasal, hukuksal ve toplumsal mekanında başörtüsüne karşı yükselen olumsuz tutumun bazı tarihsel, kültürel ve yapısal dinamikleri yatmaktadır. 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası “İslami fundamentalizm”in başat tehlike olarak sunulması ile birlikte dünyada ve özellikle Avrupa’da başörtüsüne karşı takınılan olumsuz tutum daha da derinleşmiştir.

Din özgürlüğü ve dini sembol

Bir dini sembolün onu kullananlar açısından “zorunlu” olarak addedilmesinden daha normal-doğal bir şey olamaz. Özellikle bu sembol, onu üzerinde taşıyan bazı kişiler tarafından öğrenim hayatlarına mal olacak kadar önemli görülüyorsa, bu sembolün “zorunlu bir dini vazife” olarak sunulması veya algılanması anlaşılabilir durumdur. Burada, böyle bir sunuş veya algılamanın başkaları üzerinde nasıl bir baskı oluşturabileceğinin araştırılması gerekir.

Hukuk ve Ermenilerin ekonomik varlığı

Ermeni kültürel ve ekonomik zenginliğine el koyma doğrultusunda atılan en önemli adım 26 Eylül 1915 tarihli 11 maddelik kanun ve bu kanunun nasıl uygulanacağına ilişkin 8 Kasım 1915 tarihli, 25 maddelik kararnamedir. Bu kanun ve kararname, Ermeni kültürel ve ekonomik zenginliğine el koymayı hedefleyen siyasi iktidarın, konuyu nasıl en küçük detaylarına kadar düzenlemiş olduğunu göstermektedir.

Emval-i Metruke Mevzuatında Emval-i Metruke ve Tasfiye Komisyonlarının Yapısı ve İşlevi

İttihat ve Terakki hükümeti tarafından hakkında tehcir kararı çıkartılan Osmanlı vatandaşı Ermenileri geride bırakmak zorunda kaldıkları, tehcir edilmeden önce hiçbir biçimde satışına, kiraya verilmesine veya başkalarına devredilmesine izin verilmeyen taşınır ve taşınmaz mallara sistemli olarak el konulmuştur.

Soykırım kavramının tarihsel çerçevesi

Uzun bir dönem, Holokost diğer soykırımlarla karşılaştırılamaz bir soykırım eylemi olarak kabul görmüştür. Bunun sonucunda, Holokost tarihinin devlet-inşası, kölelik ve kolonyalizm gibi süreçlerle olan asırlık ilişkisi göz ardı edilmiştir.

‘Medenileştirme’ söylemi

 Esas itibariyle, kolonyalizm ve Nazizm arasındaki bağlantılara ilk dikkat çeken kişi Totaliteryanizm’in Kökenleri başlıklı ufuk açıcı çalışmasıyla Hannah Arendt’tir. Arendt’in İkinci Dünya Savaşı sürecinde...

Kolonyalizm ve soykırımlar

Yugoslavya’daki ölüm tarlaları, Ruanda’daki soykırım ve Kızıl Kmer’lerin Kamboçya’daki cürümleri gibi örnekler soykırım literatüründe yeni araştırma alanlarını ve yeni soruları doğurmuştur. Bu örnekler modern soykırımların incelenmesinde hiyerarşik ve rekabetçi olmayan analitik çözümleme yeteneğine haiz bir alan açmıştır. Bu sayede Shoah da ulus ve imparatorluk inşası süreçlerinin açtığı geniş çerçevede bağlamına oturtularak analiz edilmeye başlanmıştır.

Yerli/Otokton halkların kolonizasyonu

Uygulanan ilk siyasa yerli halkın asimilasyonuydu ve buradaki amaç onların medenileştirilmesiydi: İngilizler naif bir biçimde Aydınlanmacı antropolojinin vaaz ettiği insanoğlunun gelişiminin farklı seviyelerinde yer alsa da bütün insanlığın ortak bir doğaya haiz olduğu fikrine iman etmiştir. Avrupalılar Aborjinleri burada en düşük seviyeye yerleştirmiş ve onları “doğa durumunda yaşayan vahşiler” olarak tasvir etmişlerdir.

‘Biriciklik’ tarihsel bir kategori mi?

Moses, ‘biriciklik’ kavramının tarihsel bir araştırma için işlevsel bir kategori olmadığını; bunun dinsel veya metafizik özellikleri olduğunu ortaya koyarak bu açmazı bertaraf etmeye çalışır. Bu anlamda araştırmacıları soykırım eylemlerini karşılaştırmalı bir tarihsel analize tabi tutmaya davet eder.

Holokost ve metodolojik açmaz

Yahudi soykırımına atfedilen bu türden bir kutsiyet ve ‘biriciklik’ kaçınılmaz olarak kurbanlar arasında bir hiyerarşinin ortaya çıkmasına kapı aralar. Moses’ın vurguladığı üzere sanki “Yahudi kurbanlar Yahudi olmayanlardan daha fazla acı ve sefalet çekmiştir, Holokost’un Yahudi mağdurları kutsaldır ve diğer soykırım kurbanları ise bu özelliğe sahip değildir.”

Yerli halklara karşı uygulanan soykırımlar

Moses, yerli halklara karşı uygulanan soykırımların Shoah ile kıyaslanmayacağı gibi soykırım alanında cari olan bakış açısına yönelik eleştiresine devam eder. Kendisinin de altını çizdiği üzere, ‘Batılı’ ulus devletlerin sorumluluğunda yükselen insan haklarının varlığına ve moral evrenselciliğe rağmen, söz konusu ulus devletler geniş ölçüde emperyalizmden faydalanmıştır ve varlıklarını iskan projelerine borçludurlar.

Holokost ‘biricik’ ve ‘eşsiz’ mi?

Holokost’un diğer soykırımlardan bağımsız, kendine özgü ve diğer soykırımlarla karşılaştırılmaktan münezzeh olan karakteristiğini eleştiren Moses, bu durumun yerli halklara karşı uygulanan soykırım politikalarının marjinal bulunmasına ya da bu soykırımların ‘primitif’ olarak değerlendirilmesine ve hakim Avrupa merkezci yaklaşımın güçlenmesine neden olduğunun altını çizmektedir.

Soykırım çalışmalarında yeni yaklaşımlar

Lemkin için soykırıma içkin pratikleri önlemek ve caydırıcı cezalar uygulamak saikiyle uluslararası bir yasama mekanizmasının kurulması hayati bir adımdı. Burada Lemkin’in işaret ettiği en önemli nokta Yahudi Soykırımı’na (bundan sonra yazı içinde Holokost ve/veya Shoah olarak kullanılacaktır) kurban giden Yahudilerin kaderi ile Nazilerin diğer kurbanlarının akıbeti arasında bir ayrımın olmadığı vurgusudur.