Ben 27 Mayıs 1960 askerî darbesini desteklemiş bir aileden geliyorum. Çok uzun yıllar boyunca, 27 Mayıs’ı “meşru ve haklı” bir darbe olarak gördüm. CHP’li iken de, sosyalist iken de, “27 Mayısçılık”, kuşağımın ruhuna sinmiş bir zihniyet biçimi olarak, varlığını sürdürdü.Araya başka askerî darbeler girse bile, “27 Mayıs iyi bir darbedir” düşüncesi, sol camiada savunulmuş, savunulmaya devam edilmiştir. Üst üste gelen askerî darbelerin ardından bizim kuşağın bir kesimi, “eski çizgi”den, yani “27 Mayısçılık”tan, zaman içinde sapma gösterdi. “Askerî darbenin iyisi kötüsü olmaz” noktasına gelindi. “En kötü seçilmiş yönetim, en iyi askerî darbeden daha iyidir” tanımı, en azından, daha önce askerî darbeleri desteklemiş demokrat çevrelerdeki bir zihniyet değişiminin itirafıydı.Ancak… “Her şey aslına döner” kuralının bir sonucu mudur, nedir, 27 Mayısçılık, bizim çevrelerde yeniden nüksetmiş bulunuyor. Ailelerinin çoğunluğu CHP’li olan bu çevreler, babalarının, annelerinin Menderes’e duyduğu “öfke ve yokedicilik” havasına, yeniden girmiş gibiler.27 Mayıs 1960 askerî darbesi günleri öncesini de çok iyi hatırlıyorum. İktidardaki Demokrat Parti, tıpkı AK Parti gibi, üç seçimi üs üste kazanmıştı (1950-1954-1957). Dördüncü seçim yaklaşıyordu.Önce üniversite öğrencileri gösterilere başladı. Nisan boyunca, İstanbul ve Ankara karıştı. Mayıs’a gelindiğinde, asker içinde sesler yükseldi. Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, siyasi bir çıkış yaptı ve emekli edildi. Harp Okulu öğrencileri, Kızılay Meydanı’na yürüdüler.CHP’nin başını çektiği protesto gösterilerinin temel gerekçesi, “Adnan Menderes’in diktatör olduğu”ydu. Meclisteki çoğunluğuna dayanarak, yasaları keyfi bir şekilde değiştirdiği söyleniyordu. “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?” marşı, gösterilerin ana temasını oluşturuyordu. Çok büyük yolsuzlukların yapıldığı iddiaları da, gündemden hiç düşmedi.Değişmeyen ruh hali27 Mayıs’ı hiç ara vermeksizin savunanlara; son dönemde kafası karışanlarla, öfkelerinin ardına takılanlar da katıldılar. Hükümetin “seçimle gitmeyecekmiş gibi” görünmesi, onları çileden çıkarıyor. Halkın “aptal” olduğu tezine, gizli bir tutkuyla, yeniden sarılanlar da var.Evet, 12 yıllık iktidar çok ciddi bir “zehirlenme”yi de beraberinde getirdi. AK Parti’ye, bir siyasi mücadelenin koşulları içinde yapılabilecek o kadar çok eleştiri var ki… Ayrıca, son aylarda, eskiye oranla, çok daha anlamlı eleştirilerin yapılabildiği, tartışma alanının genişlediği de söylenebilir. Seçimlerden ne sonuç çıkarsa çıksın, ülkeyi bir “yenilenme süreci” bekliyor.Ancak kritik olan şu: Bu noktada, bir kaos yaratılarak, Türkiye yeniden bir 27 Mayıs türbülansı içine sokulmak isteniyor. Sandıkla olmazsa, değişik tertiplerle, o olmazsa, iç çatışmayı her yönden kışkırtarak bir “sonuç yaratma” niyeti; artık, kendini gizlemeye bile gerek duymuyor. Üç ay önceki manşetlerine 180 derece ters yönde manşetler atan ve bu dünyanın en normal şeyiymiş gibi, “ahlak öğretmeye” çalışan medyaya şaşkınlıkla bakıyoruz.Seçimi kaybedenlerin, “köleler efendilere oy veriyor” diyerek kendini avutması bile, bir yere kadar anlaşılabilir. Ama, “demokrasinin biçimsel normalleri”ni tamamen göz ardı etmek, akıl işi değildir. Etik de değildir. “İktidarı devirmek” için iç kargaşalık ve çatışma beklentisi içine girmek, toplumun tüm ruhsal ve etik kodlarıyla oynamak, kabul edilemez.Bakıyorum, eski 27 Mayısçılar yeniden asıllarına dönmüşler. “Olur mu böyle olur mu, kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?” hissiyatı, tam anlamıyla, yeniden canlanmış.“Normal siyasi mücadele yolları”nı kabullenmek, neden bir türlü mümkün olmuyor? Kimler, ne gibi kazançlar elde etmeyi umuyorlar?Türkiye’nin çok partili sisteme alışması, ne uzun bir yolculukmuş. Hâlâ yolun sonu görünmüyor.15-03-2014 / Radikal
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik