Ana SayfaYazarlar(4) Kötü Topraklar

(4) Kötü Topraklar

“Yeryüzünün en iyi süvari askerleriydi. Bize doğru saldırırken kendilerini pek az gösteriyor; bir bacaklarını atın sırtına sarar ve bir kollarıyla da boynuna asılırken, atlarının boynunun altından [tüfekle] ateş ediyor veya mızraklarıyla dürtüyor, dolayısıyla bize hemen hiç hedef vermiyorlardı.”

[24-25 Mayıs 2020] Fizikî coğrafyada badlands diye bir deyim var. Öncelikle bir cins isim. Çorak arazi, ya da çorak arazinin özel bir türü oluyor. Ben birazdan daha iyi anlaşılacak nedenlerle Kötü Topraklar diye çevireceğim. Taşkürenin sert kayaç tabakalarının üzerindeki gevşek regolit örtüsü, killi toprak ve görece yumuşak tortul kayalar onbinlerce yıl boyu su ve rüzgâr aşınmasına uğrarsa, işte aşağıdaki resimlerde gördüğünüz gibi, dik yamaçlı, su tutmayan, bitki varlığının asgaride olduğu bir topoğrafya zuhur ediyor. Türkiye’de, Ürgüp-Göreme havalisinin “peri bacaları”nda gözlenebilir.

ABD’de, Kuzey ve Güney Dakota, Montana, Arizona ve Nebraska eyaletlerinin önemli bir bölümü bu özellikte. Nitekim buralara artık bir özel isim olarak Badlands deniyor. Zaten aşağıda soldaki fotoğraf Güney Dakota’daki Badlands Ulusal Parkı’nın, sağdaki ise Montana’daki Makoshika Eyalet Parkı’nın bir bölümü. Bu Makoshika adı ilginç. Sioux’ların Lakota ve Dakota diye iki büyük kolundan söz etmiştim (bkz 19 Mayıs, Kolomb’dan önce onlar vardı). Lakota ulusunun dilinde mako sica “kötü toprak,” “aşınmış toprak” veya “kötü ruhların toprağı” demek. Daha doğudaki yurtlarından 1700’lerin sonlarında göçüp kondukları bu diyarları böyle anmaya başlıyorlar. Belki bunun da etkisiyle, ikinci aşamada Fransız-Kanadalı kürk tacirleri de les mauvaises terres diyor. Oradan İngilizceye badlands diye sıçrıyor. Büyük harfle Badlands olarak kalıcılaşması, bu geçişlerin üzerine oturuyor.

19. yüzyıl ortalarına geldiğimizde, işte bu Kötü Topraklar, Sioux’ların yayılma alanı. Ama iş orada bitmiyor. Çünkü durmuyor, Beyazların doğudan batıya göç seli. Yeni yerleşimci-kolonizatör dalgaları ile Yerliler arasındaki gerilim giderek tırmanıyor ve 1854-1890 arasının Sioux Savaşları’na yol açıyor. Kabilelerin bir kısmı boyun eğip giderek küçülen rezervasyonlara tıkılmayı kabullenirken, diğerleri zaman zaman direniş patlamaları gösteriyor.

İşin içine kabileler-arası rekabet de giriyor. Tarihte hiçbir imparatorluk yoktur ki yerli aracı ve işbirlikçileri olmadan varolabilsin, ya da böyle işbirlikçiler peydahlamadan ilerleyebilsin. Bu, Çin ile Orta Asya’nın atlı göçebeleri arasındaki ilişki için de geçerli, Roma ile Galyalılar ve Germenler arasındaki ilişki için de, İngilizler ile Hindistan arasındaki ilişki için de. ABD yönetimi de bu tür çatlaklardan sonuna kadar yararlanıyor. Örneğin Badlands’in bir bölümünü kendisine yandaş gördüğü Crow ulusuna veriyor; 1868’de burada bir Crow Yerli Rezervasyonu kuruyor. (Rus Çarlığının genişlemesi karşısında Kafkasya’dan kaçan sığınmacıları, getirip Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’daki Batı Ermenilerinin burnunun dibine yerleştirmek gibi bir şey.) Little Bighorn vâdisi de bu yeni Crow rezervasyonu içinde kalıyor. Sioux’lara ise gene 1868 Antlaşması çerçevesinde Black Hills bölgesi veriliyor. Güya buraları artık ebediyyen onların olacak. Fakat buralarda altın bulunduğunda bütün bu sözler derhal unutuluyor. Hükümet önce Black Hills’i fiilen Beyaz yerleşimcilere açıyor ve ardından bölgeyi Sioux rezervasyonun sınırları dışına çıkarıyor (Batı Şeria ve Golan Tepeleri’ndeki kanunsuz Yahudi yerleşimlerine İsrail hükümetinin önce göz yumması ve sonra meşrulaştırması misali).  Dolayısıyla Sioux’lar kendilerine vâdedilen toprakların bir bölümünden kovuluyor. 1876’da Little Bighorn vâdisine girdiklerinde ise Crow’lar Amerikan ordusunu yardıma çağırıyor. Ve bütün bunlar bizi 1876 Sioux Savaşı’na getiriyor.

Orta Batı düzlüklerinin Ova Kabileleri arasında yılın en önemli inanç ve ibadet olayı, Güneş Dansı diye bilinen tören. 1876 ilkbaharı sona ererken, Lakota ve Cheyenne yerlileri  Montana’daki Rosebud Deresi kıyılarında büyük bir Güneş Dansı düzenliyor. Onlara reervasyonlarından kaçanlar da katılıyor. Kendi avcı-toplayıcı ölçülerinde hayli kalabalık, yani 3-5 binlik bir grup oluşturuyorlar. Buna karşı Amerikan ordusu Lakota ve Cheyenne’leri tekrar rezervasyonlarına tıkmak için harekete geçiyor. Süvari ve piyade birlikleriyle üç koldan ilerliyorlar. Ancak önce General George Crook’un kumandasındaki kol Rosebud Deresi muharebesinde, Crazy Horse (= Çılgın At) liderliğindeki Lakota ve Kuzey Cheyenne savaşçılarınca durdurulup geri çekilmeye zorlanıyor. Genellikle uzun süreli çatışmalara girmeyip hızlı vur-kaç taktikleriyle yetinen Yerliler, bu sefer (çoğu tarihçinin bir savaş başbuğu olarak Crazy Horse’un önderlik ve örgütleyicilik kapasitesine bağladığı) beklenmedik bir direnç gösteriyor. Amerikan subaylarından biri (bkz en tepedeki, zamanın resimli dergilerinden birinden alınma tablo) çarpışmayı şöyle anlatıyor: “Yeryüzünün en iyi süvari askerleriydi. Bize doğru saldırırken kendilerini pek az gösteriyor; bir bacaklarını atın sırtına sarar ve bir kollarıyla da boynuna asılırken, atlarının boynunun altından [tüfekle] ateş ediyor veya mızraklarıyla dürtüyor, dolayısıyla bize hemen hiç hedef vermiyorlardı.” Sonuçta Crook’un taarruz kolunun zayiatı, bir rapora göre 28 ölüyü ve 56 yaralıyı buluyor.

Bu, Yerlilerle çarpışmalarında Amerikan ordusu için olağanüstü yüksek bir rakam. Ama hemen on gün içinde çok daha kötüsü geliyor. Hükümet birliklerinin üç kolundan biri, delifişek Yarbay George Custer komutasındaki 7. Süvari Alayı. 12 bölükte 700 askerden oluşuyor. Lakota, Kuzey Cheyenne ve Arapaho kabileleri, Little Bighorn nehrinin karşı kıyısında geçici bir köy kurmuş. Custer gücüne mağrur. Yerlilere ilişkin ırkçı bir küçümseme taşıyor. Kaç bin savaşçıyla karşı karşıya gelebileceğinin farkında değil. Bıraksa, bir iki gün içinde kendiliğinden dağılacaklar (çünkü avcı-toplayıcılık yoluyla o kadar büyük ve toplu bir nüfusu daha uzun süre beslemek olanaksız). Ama hayır, fırsat bu fırsat, şunları ezelim diye taarruz emri veriyor. Üstelik müfrezesini de üçe bölüyor ve kendisi beş bölük süvariyle saldırıyor.

Sonuç hüsran. Gene Crazy Horse liderliğindeki birkaç bin savaşçı ânında teepee’lerinden fırlayıp atlanarak, daha nehri geçmesine bile imkân vermeden Custer’ı bir tepe üstünde kuşatıyor ve toptan imha ediyor. Custer’in kendisi, iki kardeşi, bir yeğeni ve bir kayınbiraderi dahil, toplam ölü 268, ağır yaralı 55 (bunların da 6’sı sonradan ölecek). Medenîleştirme misyonu ve “aşikâr alınyazısı” ideolojisiyle 19. yüzyılın Amerikan milliyetçiliği tarafından, Custer kahramanlaştırılacak. Son nefesine kadar savaşması da Custer’s Last Stand (Custer’in Son Direnişi) adıyla ölümsüzleştirmek istenecek (bkz en tepedeki başlık resmi). Gelgelelim, 25-26 Haziran 1876’nın Little Bighorn muharebesi, bütün Kızılderili Savaşlarında ABD ordusunun uğradığı en büyük yenilgiyi, Yerlilerin ise en büyük zaferini temsil ediyor.

- Advertisment -