5 Nisan 1996 günü Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün gizemli bir ziyaretçisi vardı. Ziyaretçi önce Cumhurbaşkanı Demirel ile görüştü, ardından üst düzey siyasetçiler ve bürokratlardan oluşan 35 kişilik bir gruba bir seminer verdi.
Basına kapalı bu toplantılarda konulan gizemli ziyaretçi Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın danışmanı Jean Picq’di. Fransız devlet sistemi üzerinde uzman olan Picq’le Demirel, 4 ay önce Paris’te Mitterand’ın cenazesi sırasında tanışmışlardı. Selefi Özal’ın Amerikan tipi başkanlık sistemi önerilerine hep kırmızı ışık yakmış Cumhurbaşkanı Demirel, Fransız tipi yarı başkanlık sistemine yeşil ışık yakmıştı. Fransız misafirle toplantı haberlerinin basında çıkmasından üç yıl sonra yeniden başlayan başkanlık tartışmaları için Cumhurbaşkanı fikirlerinin değişmediğini başkanlık sisteminin Türkiye’ye uygun olmadığını söyleyecekti…
Peki nereden çıkmıştı bu başkanlık tartışması? Tabii ki sandıktan. 1995 seçimlerinde sandıktan Refah Partisi birinci parti çıkmıştı. Koalisyonu ise ikinci ve üçüncü sıradaki ANAP ve DYP kurdular. Ama bu zoraki koalisyondan çatırdama sesleri geliyordu ve alternatif, Refahlı bir koalisyondu.
Demirel’in sistem tartışmalarının işte tam bu sırada başlaması bir tesadüf değildi. Haziran ayında Refahyol iktidarının kurulmasıyla Demirel’in rejim krizine meşruiyet sınırları içinde çare bulunması arayışları arttı. Demirel’in talimatı ve Fransız uzman Picq’in katkılarıyla Devlet Denetleme Kurulu’nun hazırladığı Devlette Reform Projesi raporunda Meclis’i fesih yetkisi de olan kuvvetlendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı’ndan bahsediliyordu. Tartışma her gün gazetelerde yayınlanan makalelerle sürdü.
Demirel’e en ilginç desteklerden biri Özal önerdiğinde başkanlık sistemine karşı açıklamalar yapmış eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’den geldi:
"Başkanlık sistemine geçişimizin doğru olacağını düşünüyorum. Başkanlık sisteminin bulunduğu ABD’de bir sıkıntı yok. Fransa’da yok…”
TÜSİAD ise yayınladığı bir raporla darbelerin yaşandığı, diktatörlüğe doğru kaymış Latin Amerika örneklerini sıralayarak Başkanlık Sistemi’ne karşı olduğunu açıkladı. Ama Sakıp Sabancı gibi iş adamları bu sisteme destek veriyordu.
Başkanlık tartışmalarına en sert karşı çıkışlardan biri de bu arayışların kendisine karşı gündeme geldiğinin farkında olan Başbakan Necmettin Erbakan’dan geldi:
“Sen hem istikrardan bahsediyorsun hem şimdi işimizi, gücümüzü bırakalım Türkiye’nin bütün rejimini değiştirelim diyorsun. Kendine gel! Kardeşim, gel biz meseleleri çözelim. Bırak şekilleri, başkanlıkmış şuymuş, buymuş… Bunların hepsi şekil!
İşte Türkiye… Biz bu vatandaşlarımızı beyanname vermekten geçen hafta kurtardık ya… İki saatte bu kararı aldık, Bakanlar Kurulu’nda, Allah’a şükürler olsun. Türkiye’miz bu meseleleri çözmek için bugün, en güzel fırsata sahiptir. Hazır bu fırsat elimizdeyken, işleri çözmeye bakalım. Böyle işimizi gücümüzü bırakıp da, efendim başkanlık sistemiydi, anayasaları değiştirelim, yeniden seçimlere gidelim… Şu anda Türkiye’nin gündemi bunlar değil…”
https://www.youtube.com/watch?v=FwGx_gu7sl0
Başkanlık ve yarı başkanlık tartışmaları Refahyol hükûmetine ordunun muhtıra verdiği 28 Şubat 1997’deki MGK’dan sonra yeniden gündeme geldi. Demirel bir konferansta “Benim cumhurbaşkanı olduğum dönemde değil ama benden sonra yarı-başkanlık sisteminin konuşulması gerekir” diyerek fitili yeniden ateşledi. En büyük destek 28 Şubat rüzgârıyla DYP’den kopup DTP’yi kuran Hüsamettin Cindoruk’tan geldi. Cindoruk ‘kriz’den çıkış için çare olarak üç ay içinde iki turlu seçimde Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öneriyordu. Cindoruk’a göre Demirel, Fransa’da De Gaulle’ün yaptığı gibi seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak sağı toparlayabilirdi. ANAP lideri Mesut Yılmaz da tam değil ama yarı başkanlığın Türkiye için uygun olduğunu açıkladı. İktidardaki Doğru Yol Partisi’nde de bu konuda bir çalışma yapmak üzere Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek’e görev verildi. Zeybek “Türkiye tipi bir başkanlık sistemi”ni öneren bir rapor hazırladı.
Demirel’in kardeşinin kızıyla evli olan ANAP’lı İlhan Kesici ise bir adım daha ileri gidip “Türk tipi başkanlık sistemi"ni savundu:
“Bana göre Türkiye'deki parlamenter demokrasi ülkenin önünü tıkamaktadır. Bizim gibi parlamenter demokrasiyle idare edilen ülkeler, bizim bu kurumları onlardan aldığımız zamanlardan sonra, on kere yapılarını gözden geçirdiler. Biz ise yerimizde sayıyoruz. Parlamenter demokrasi tartışma masasına yatırılmalı. İster başkanlık, ister yarı başkanlık sistemi olsun, bir an önce tamamlanıncaya kadar Fransız, İngiliz sistemi karışımı bir sistem, Türk usulü yeni bir yönetimle ülke idare edilmeli… Siyasetin bir numaralı makamı Cumhurbaşkanlığı olmalı. Cumhurbaşkanı iki turlu seçimle gelmeli, görev süresi 4 yıl olmalı ve en fazla iki dönem bu görevi yürütebilmeli. Parlamentoyu feshetme dahil, Başbakanı görevden almaya kadar geniş yetkileri olmalı. Muhtarlık seçiminden, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar her seçim, dar bölgeli, iki turlu olmalıdır. Yürütme ve yasama birbirinden ayrılmalıdır. Yani bakan olan milletvekili, milletvekilliğinden istifa etmelidir. Ya da bakanlar parlamento dışındaki profesyonel isimlerden oluşmalıdır. Milletvekilleri kesinlikle hiçbir işle uğraşmamalıdır…”
Demirel’in başkanlık sistemi formülüne bir destek de 28 Şubat rüzgârıyla Refahyol’un çekilmesini savunan röportajlar veren Fethullah Gülen’den gelmişti. 29 Mart 1997 günü STV’ye çıkan Gülen şöyle demişti:
"Başkanlık sisteminin altyapısı hazırlanmalı, insanımız hazırlanmalıdır. Salahiyetleri genişletilmiş bir cumhurbaşkanlığı üzerinde durulursa bir rıhtım, bir sıçrama ayağı, bir rampa sayılabilir. Ancak milletimizin bugününü ve geleceğini ilgilendiren bu gibi konular geniş platformlarda tartışılmalıdır. Ben şahsen başkanlık sistemine de, salahiyeti genişletilmiş cumhurbaşkanlığına da sıcak bakıyorum…"
Bu sistem tarafından babası idam edilmiş, RP Genel Başkan Yardımcısı Aydın Menderes ise bu önerilere karşıydı: “Demokrasinin devamı ve parlamentonun açık kalması her derde devadır…”
Ama demokrasi devam edemedi ve Refahyol iktidarı devrildi. Ülke yine azınlık hükûmetleriyle bir "fetret devri"ne girmişti. Artık Demirel’in daha yüksek sesle konuşma zamanı gelmişti.
Bir Mısır seyahati dönüşü Demirel kafasındaki modeli uçaktaki gazetecilere açtı:
“Halka karşı sorumlu olması gereken hükûmetler, Meclis aritmetiğine dayalı olarak çok sık değişiyor. Bu da istikrarsızlık meydana getiriyor. Ben geçen dört yıl üç ayda altı hükûmet onaylamışım. Bu kadar değişiklik fazla. Türkiye Başkanlık tartışmasından kaçamaz. Başkanlık ya da yarı başkanlık olsa parlamento zorlanmaz, hükûmet halkın seçtiği başkan tarafından kurulur.”
Demirel Meclis’i fesih yetkisi olan güçlendirilmiş iki turlu seçimle seçilen bir cumhurbaşkanı ve bakanların Meclis dışından seçilmesi önerilerini görev süresinin bitimine kadar savundu.
Bu ısrarının sebebinin koltuğunu korumak olduğu söylendi. Görev süresinin uzatılması için Meclis’e getirilen 5+5 formülü reddedilince Demirel için uzun siyaset yolculuğunda emeklilik zamanı geldi.
Başkanlık sistemi tartışmaları ise 2003 yılında yeniden, bu kez tek başına iktidarı almış bir parti tarafından gündeme getirilecekti…