Üç yıldır tutuklu yargılanan ve Türkiye ile ABD arasında krize neden olan ABD İstanbul Başkonsolosluğu irtibat görevlisi Metin Topuz’un yargılandığı davada nihayet karar çıktı.
Eylül 2017’de ”anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme”, ”devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek” ve ”Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme”, “FETÖ üyeliği”, “FETÖ’ye yardım” ağır bir suç listesiyle tutuklanan ve hakkında iddianame düzenlenen, hatta Osman Kavala’yla ilişkilendirilmeye çalışılan Topuz, üç yılın ve onca uluslararası krizin sonunda sadece FETÖ’ye yardımdan 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Tutuklanması krize neden olduğu gibi aldığı ceza da anlaşılan Türkiye-ABD arasında krize neden olacak.
Kararın hemen ardından ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesi’nin, Türkiye’ye teslim edilmeyen altı F35 uçağının Amerikan ordusunun envanterine sokan bir karar alması tesadüf olmayabilir.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Topuz kararı için tweet attı “Türk mahkemesinin ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz’u mahkum eden kararından son derece derin rahatsızlık duyduk. Bu eylem Türk- Amerikan ilişkilerini baltalıyor. Bu mahkumiyeti destekleyecek hiçbir güvenilir kanıt yok ve kararın süratle bozulmasını umuyoruz” dedi.
Ona dün, gün içinde Ankara’dan peş peşe cevaplar verildi.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Dünya sadece ABD mahkemelerine saygı duymak zorunda değil. ABD de Türkiye’deki mahkemelere saygı duymalı” dedi.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Türk yargısı bağımsız ve tarafsızdır, emir alacağı tek merci Anayasa ve kanunlardır. Hiçbir ülke, kişi, kurum veya merci Türk mahkemelerinin adil yargılamasına etki ve telkinde bulunamaz” diyerek Pompeo’ya cevap verdi.
Topuz’a mahkeme bile FETÖ üyeliğinden ceza vermemesine rağmen Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “Esasen Metin Topuz, ABD’nin ülkemizdeki temsilciliklerinde çalışan tek FETÖ iltisaklı kişi değildir… Bu durum FETÖ’cülerin sadece devlet kurumlarına değil, Türkiye’deki ABD misyonlarına da sızdığını ya da sızdırıldığını göstermektedir” cevabı Ankara’nın öfkesini gösteriyordu.
Ama dün en dikkat çekici tepki, Metin Topuz’un 40 yıldır çalıştığı ABD Büyükelçiliği’nden geldi.
Türkçe ve İngilizce attığı tweetlerde büyükelçilik özetle çalışanına ‘ne yaptıysa talimatlarımız doğrultusunda yaptı’ diyerek sahip çıktı:
“ABD’li yetkililer, Metin Topuz’a yönelik davada İstanbul’daki tüm duruşmaları izlemişlerdir. Bugünkü kararın derin hayal kırıklığı içindeyiz. Bu kararı destekleyecek inandırıcı bir delil görmediğimiz gibi, kararın süratle üst mahkeme tarafından bozulmasını diliyoruz.
Sayın Topuz, yaklaşık 30 yıldır iki ülke yetkililerinin & vatandaşlarının takdirini kazanan önemli çalışmalar yapmıştır. Talimatlarımız doğrultusunda, Türkiye & ABD kolluk kuvvetleri arasındaki işbirliğini geliştirmiş; her iki ülkedeki insanların güvenliğine katkıda bulunmuştur.
Sayın Topuz’un resmi görevlerine ilişkin iddialar, yerel çalışanlarımızın ABD hükümeti adına ve ikili ilişkilerimizi geliştirmek amacıyla yürüttükleri önemli çalışmaların kapsam ve mahiyetini çarpıtmaktadır.”
Aslında ABD elçiliğinin “talimatlarımız doğrultusunda” açıklaması davanın da kısa bir özeti.
Metin Topuz, 1982 yılında santral görevlisi olarak girdiği ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nun en kıdemli çalışanı.
Bu 40 yıllık elçilik kariyerinin son 28 yılını İstanbul’daki Amerikan Narkotik Bürosu DEA’nin çalışanı olarak geçirmiş.
DEA ((Drug Enforcement Administration- ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi) 1960’dan beri İstanbul’da ofisleri olan ve Türk polisiyle birlikte çalışan Amerikalı narkotikçilerin, 1973’de kurulan FBI statüsündeki çatı örgütü.
Yani AK Parti yokken, FETÖ henüz palazlanmamışken ABD elçiliğinde çalışmaya başlamış birinden bahsediyoruz. Lise mezunu. İyi İngilizce biliyor. Statüsü Amerikan diplomatik misyonlarında kısaca LES (Locally Engaged Staff) ya da FSN (Foreign Service National) denen diplomatik statüsü olmayan yerel çalışan.
Onunla ilgili haberlerde 90’larda DEA ile Türk polisi arasındaki büyük uyuşturucu operasyonları sırasında çekilmiş fotoğrafları kullanılıyor.
İrtibat görevlisi olarak adlandırılan iş tanımı; ‘DEA’daki Amerikalı amirlerine tercümanlık, sık sık değişen Amerikalı görevlilerle Türk muhatapları arasındaki ilişkilerde devamlılığı sağlamak ve rehberlik.’ Yabancı gazetecilere tercümanlık ve mihmandarlık yapan yerel fixerlara benziyor yaptığı iş.
Ama tam da bu iş tanımı üç yıl boyunca Metin Topuz’un aleyhindeki en kuvvetli suç şüphesine döndü.
Çünkü bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının 38 yıl ABD elçiliği için çalışıp, Amerikan polislerine rehberlik yapmasını, bunu yaparken de o sırada görevli FETÖ’cü polisler ve savcılarla da görüşmüş olmasını sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına anlatmak kolay değil.
O yüzden de Topuz, 15 Temmuz’un ağır havasının sürdüğü günlerde gözaltına alındığında yanında ailesi ve ABD elçiliği dışında kimseyi bulamadı. Kimse Metin Topuz neyle suçlanıyor, kendisi bu suçlamalara ne diyor diye kimse merak etmedi. Casusluk ve FETÖ’cülük damgası alnına vuruldu.
Metin Topuz, savcılık ifadesinde ve mahkeme savunmalarında ısrarla hatta mahkemede zaman zaman ağlayarak kendini anlatmaya çalıştı.
Yaptığı işin tercümanlık olduğunu ve iddianamede yer alan FETÖ’cü polis şefleri ve savcılarla görüşmelerinin tamamen iş gereği olduğunu söyledi “Biz karşımızdaki muhatabımızın kim olduğunu bilmeyiz. Devlet kimi görevlendirdiyse onunla irtibata geçeriz. Benim Türkiye Cumhuriyeti tarafından atamaları yapılmış kişileri belirlemek gibi bir yetkim yoktur. FETÖ üyesi olduğunu bilip teşhis etmemiz ve soruşturmamız mümkün değildir ayrıca vazifemiz de değildir. Devlet kimi atarsa biz onunla iletişime geçeriz” dedi ama derdini anlatamadı.
İddianamesinde savcının da sık sık Topuz’un bu savunmasına inanmadığını, iddianamelerde görmeye çok da alışmadığımız bir üslupla ifade ettiği görülüyor:
“Şüphelinin sonrasında alınan savunmasında kendince geliştirdiği mutat savunma gerekçeleri ve kaçamaklı beyanları”, “savunmasında sıklıkla başvurduğu kaçamak ve sığınak savunma alanı”, “şüphelinin yapmış olduğunu iddia ettiği tercümanlık ve mihmandarlık görevini aşacak biçimde”, “bu yöndeki savunmalarının üzerine atılı suçları inkara yönelik savunmalar”, “bu yöndeki savunmasının da aslında kendi kendini yalanlar niteliğe haiz olduğu.”
Topuz, ifadelerinde en baştan itibaren hakkındaki suçlamaların temelini oluşturan FETÖ’cü polis ve savcılarla görüşmelerini inkar etmedi, hatta polisin ve savcılığın bilmediği anlaşılan ayrıntıları da anlattı.
İddianameden bu görüşmeleri yaptığı için suçlandığı evinde gözaltına alınırken bile söylediğini öğreniyoruz.
Ama iddianamede bu görüşmeleri inkar etmemesi de aleyhine delile dönüşmüş.
Özellikle iddianamedeki şu bölüm, aleyhte suç delili oluşturmada bir klasik olmaya aday:
“Şüpheli Metin TOPUZ hakkında yapılan soruşturmada, ikametinde arama işlemi ifası maksadıyla bulunan kolluk görevlilerinin tutmuş oldukları 25.09.2017 tarihli dosya içerisinde mevcut bulunan olay yeri görgü tespit tutanağına göre, şüpheliye hakkındaki arama kararı okunduğu esnada şüphelinin kolluk görevlilerine hitaben “FETÖ’DEN Mİ ALINDIM” şeklinde beyanda bulunduğu, kendisine olumlu yanıt veren kolluk personeline cevaben bu defa “BEN NEDEN ALINDIĞIMI BİLİYORUM. ABD KONSOLOSLUĞUNDA NARKOTİK MASASINDA ÇALIŞIYORUM. 17/25 ARALIK ÖNCESİNDE EMNİYETLE İRTİBATLARIM VARDI. SERDAR GÜLDALI, MAHİR ÇAKALLI, NAZMİ ARDIÇ, CENGİZ MALBELEĞİ, YASİN TOPÇU, YAKUB SAYGILI İLE İRTİBATIM VARDIR” şeklinde beyanda bulunduğu tespit edilmiştir. Şüphelinin kendisine yönelik soruşturma ile muhatap olduğu bu ilk anda refleks hali ile üzerine atılı suçları ikrar niteliğindeki bu beyanının, olayın sıcaklığı göz önüne alındığında samimi olduğu aşikâr olup, şüphelinin örgütle irtibatının konsolosluk görevi sınırlarını aşan ve bu nedenle de endişe etmesini gerektirecek unsurlar taşıyan, o günden bu yana da taşımış olduğu bu endişenin sonuçları ile karşılaşmasının kendi psikolojisinde yaratmış olduğu etkinin yansıması olduğu anlaşılmıştır. Sonrasında şüphelinin savunmasında beyan ettiği üzere bu kişilerle irtibatının sadece işi gereği olduğu hususu somut bir gerçeklik olsa idi şüphelinin bu konuda herhangi bir endişe taşımasını gerektiren bir husus olmayacağı da açıktı.”
Topuz hakkındaki suçlamalara bakalım biraz da.
İddianamedeki şu iki cümlede suçlamalar özetlenmiş:
“Şüpheli Metin TOPUZ’un kendisinin görevi ile ilgili iddia ettiği tercümanlık/asistanlık ve mihmandarlık görevini aşacak biçimde casusluk faaliyetleri kapsamında ülkemizde çok sayıda faaliyet yürüttüğü, iş bu soruşturma evrakı ve iddianamenin ana konusunu oluşturan 17 Aralık 2013’de gerçekleştirilen kumpas soruşturmanın yanı sıra örgütün farklı kumpas soruşturmalarına da müdahalelerinin olduğu ve kumpas eylemlerinin yürütülmesinde de etkin olduğu, yine örgüt mensupları ile yoğun ilişkiler içerisinde bulunarak bu yönde örgüt faaliyetlerinin yürütülmesinde etkin ve aktif görevler yürüttüğü, bu faaliyetlerinin casusluk eylemlerinin devamı niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.”
“…savunmasında iddia ettiği uyuşturucu ile mücadele görevi sınırlarını aşacak biçimde ve 17/25 Aralık soruşturmaları olarak anılan soruşturmaların safahat ve süreci ile ilgili bilgi alış verişi, kendisi aracılığıyla örgüte gönderilecek talimatların iletilmesi, kumpas operasyonların sürecinin takip, koordinasyonu ve denetimi olduğu anlaşılmıştır.”
Metin Topuz’un Amerikan çıkarları için çalışan bir casus mu, FETÖ tarafından ABD elçiliğine sızdırılan bir casus mu olduğu konusunda iddianamenin kafası karışık.
Bazı delillerle Topuz’un aslında FETÖ’cü olduğu, onlar adına iş yaptığı iddia ediliyor.
O delillerden biri “Adli Öksüz isimli şahsın kayınbiraderi olan Ali Sami Yıldırım ile 2015 yılı içerisinde iletişim sağladığı tespit edilen bylock kullanıcısı Muhittin Özbaşı ile 2015-2017 arasında çok sayıda görüşme.”
Yani özetle Adil Öksüz’ün kayınbiraderiyle görüşmüş biriyle görüşmüş. Bu kişi de bylock kullanıcısıymış. Topuz mahkeme ifadesinde “Muhitin Özbaşı’nı 30 yıldır marangoz olarak tanıdığını, bayramlarda, kandillerde tebrik için görüşmüş olabileceğini” söylemiş.
İddianamede Topuz’un FETÖ’cü olduğuna, FETÖ’cü polislerle ve savcılarla işi gereği değil, bu örgütün bir mensubu olarak ilişki kurduğuna gösterilen en kuvvetli delil ise Feyyaz Öztürk adlı bir kişinin tanık ifadesi.
O ifadede Öztürk, Metin Topuz’la birlikte, firari savcı Zekariya Öz’ü ziyarete gittiklerini, orada Topuz’un ondan özetle “hizmet için gizli tanık olmasını” istediğini anlatıyor.
Ama sonra anlaşılıyor ki bu tanık, Amerikan narkotik polisi DEA’nın Türkiye’deki uyuşturucu operasyonları için kullandığı bir muhbir. Metin Topuz’la oradan tanışıyor. İfadesinden aralarında bir husumet olduğu anlaşılıyor.
Çünkü Tanık, Topuz hakkında 2006-2008 arası suç duyuruları yaptığını iddia etmiş. Ama mahkeme sefahatinde bu suç duyurularının olmadığı tespit edilmiş. İfadesini verdikten üç ay sonra yurtdışına gittiği anlaşılan davanın en kritik tanığı bir türlü duruşmaya getirilememiş. “İtalya’dayım” diyerek gönderdiği adres ise sahte çıkmış.
Yine casusluk iddialarına gösterilen delillerden biri de Topuz’un birlikte çalıştığı Amerikalı DEA görevlileriyle içinde oldukları Whatsapp gruplarındaki İngilizce yazışmaları.
Mesela 2015 yılında Emniyet’teki paralel yapı operasyonuyla ilgili aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
“Topuz: Bugün yeni bir paralel operasyonu oldu. Yeşilkaya, yardımcısı Osman Balcı ve Yasin Topçu’nun da içinde olduğu 18 polis memuru tutuklandı. Hamza Tosun firari
Cameron T: Gülünç
Topuz: Yasin ve Hamza birkaç vakada iyi iş ortaklığı yapmışlardı. Yeşilkaya dangalağın tekiydi
Keri J: En merkezde paralel devlet. Kral olmak güzel!
İddianamede bu görüşme ile ilgili savcının yorumu şöyle: “…bu grupta şüpheli ile birlikte çalıştıkları anlaşılan diğer yabancı oldukları değerlendirilen kimlik bilgileri meçhul şahısların FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile aralarında mevcut eski irtibat ve bağlantılarından bahsettikleri ve örgüte yönelik yürütülen soruşturmaları itibarsızlaştırmaya çalışarak irtibat kurdukları tespit edilmiştir.”
Başka bir Whatsapp grubu da Reza Zarrab, ABD’de gözaltına alındığında kurulmuş.
Topuz, birlikte çalıştığı Amerikalılara Hürriyet’te gördüğü bu haberin linkini atmış. Gazetelerde içinden bazı cümlelerin seçilip yayınlandığı o konuşmaların tamamını da bir okuyalım.
“Topuz: Hürriyet gazetesine göre Rıza Zerrab Miami’de tutuklandı. Suçlama İran’a uygulanan ekonomik ambargo sırasında Amerikan Hükümetini dolandırmak, banka dolandırıcılığı ve para aklama. Türkiye’deki şirketlerinin çoğu da soruşturma altında. Umarım Obama savcıyı suçlamaz)
Kimberleee: Vay. Reza Zarrab. FBI mı DEA mı vakası olduğunu söylemişler mi?
Topuz: FBI.
Kimberleee: Bu büyük bir vurgun!
Topuz: Türkiye’deki FBI’cılara bol şans. Türkiye’deki şirketleri hakkında bilgi almaya çalışacaklar.
Kimberleee: Hahaha. Evet siyasi bağlantıları nedeniyle bunun hiç eğlenceli olmayacağına eminim.
Kimberleee: Ve eminim ki Dubai tarafı da bunun içindedir. Orada bile daha çok şansları var.
Topuz: İranlı bu adam. Yakında konuşmaya başlar.
Kimberleee: İnşallah.
Cameron T: Hikayesi ne onun?
Kimberleee: Eski usul yöntemlerle para aklayan bir aile. İstanbul’daki hawallayı (Bankacılık dışı kuyumcuların üstünden yapılan para havale sistemi) yönetiyordu.
Cameron: Aahhhhh. Güzelmiş.
Cameron: Fedarellerin onu nasıl ele geçirdiği merak ediyorum.
Kimberleee: Muhtemelen bir yaptırım ihlali.”
Savcı, bu whatsapp görüşmesi için “şüphelinin Rıza Sarraf isimli şahısla ilgili yaptığı öngörünün gelinen aşamada isabetli olduğu, bu hususun öngörü sınırlarını aşan, konu hakkında detaylı bilgiye sahip şüphelinin bilgi paylaşımı olduğunun değerlendirildiği” diyerek konuşmayı Metin Topuz’un casusluğuna, ABD’deki Hakan Atilla davasındaki rolüne delil olarak göstermiş.
Halbuki bu konuşma, İstanbul’daki DEA çalışanı Amerikalı narkotikçi polislerin ve Topuz’un FBI tarafından yapılan bu gözaltıdan önceden haberdar olmadıklarına, soruşturmayla ilgili bilgilerinin bulunmadığına da delil olarak gösterilebilir.
İddianamede Topuz’un casusluğuna ve ABD’deki Zarrab davasıyla ilişkisine gösterilen en önemli delil ise 20 Eylül-01 Ekim 2012 tarihleri arasında iddianamedeki tarife göre “ABD Adalet Bakanlığı Uyuşturucu ile Mücadele Teşkilatı (DEA) ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü arasında ortaklaşa yürütülen görüşmelere katılmak üzere” dönemin İstanbul Emniyet Mali Suçlar Şube Müdür Yakup Saygılı, yardımcıları Yasin Topçu, İbrahim Şener ve Metin Topuz’un yaptığı ABD gezisi.
Bu gezide heyet iddianameye göre “New York Güney Bölgesi Başsavcılığında mali suçlar ve uyuşturucu suçlarıyla görevli savcılarla görüşmeler yapmışlar”.
Gezi sırasında Saygılı, ipadını kaybetmiş.
İddianamede bütün bunlar birleştirilip şu iddia edilmiş:
“Yakub Saygılı’nın ise bu seyahat sırasında bilgisayarını kaybettiğini iddia ettiği anlaşılmış olup, tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, şüpheli Metin Topuz’un da iştirak ettiği bu gezide kaybolan tablet bilgisayarın ziyarette ilgili muhataplara teslim edildiği ve bu suretle de daha sonra ABD ülkesinde açılan davaya da esas teşkil etmek suretiyle o tarihe kadar ele geçen usulsüz deliller ve tespitlerin yurt dışına kaçırıldığı anlaşılmıştır. Bu suretle de şüpheli Metin Topuz’un casusluk eylemlerinde bulunduğu anlaşılmaktadır.”
Peki bu ipadde soruşturma dosyalarının olduğu, bunların kaybettim denerek ABD’lilere teslim edildiğiyle ilgili başka bir kanıt var mı? Yok. İddianamede bu sonuca akıl yürütmesiyle varılmış. Akıl yürütmesiyle varılan casusluk suçlaması şöyle:
17/25 Aralık’ın en kritik ismi Saygılı bir yıl önceki bu seyahatte bilgisayarını kaybettiğini iddia ederek ABD’lilere ipad içerisinde daha sonra Zarrab-Atilla davasında kullanılan delilleri teslim etti. Yani bu geziyi organize eden Topuz da bu yüzden casus.
Soruşturma dosyasını okuyunca bu geziyi ilk önce ifadesinde Metin Topuz’un anlattığı anlaşılıyor. Saygılı ve diğerlerini nereden tanıdığını ayrıntılarıyla anlatırken bu ABD gezisisini de anlatmış. Peki ipada ne olmuş?
Topuz’un versiyonu şöyle. Evet bu ziyaret sırasında Sayglı ipadını kaybetmiş ama ABD’de değil. ABD’ye Amsterdam aktarmalı olarak uçmuşlar. Saygılı tableti Amsterdam’a gittikleri uçakta unutmuş, fakat ABD’ye giden uçağı kaçırma tehlikesi ile karşı karşıya kaldıkları için tableti bulamamışlar.
Ama Topuz’un ifadesinde olup iddianamede olmayan daha önemli bir bilgi var.
Topuz, Saygılı ve yardımcılarıyla 2012’de ABD’ye, İstanbul’daki Amerikalı DEA görevlileriyle birlikte gittiklerini anlatmış.
Ama iddianameyi okuyunca sanki sadece Topuz’un tek başına FETÖ’cü polis şeflerine eşlik ettiği zannediliyor.
Zaten davanın en temel çelişkisi de burada saklı.
İddianamedeki suçlamaların üzerine kurulduğu bütün görüşmeler, Emniyet ve savcılık ziyaretleri ve ABD gezisinde Topuz’un rolü “DEA görevlisi Amerikalılara” tercümanlık ya da mihmandarlık yapmak.
Ama suçlamaların hiçbirinde esas görüşmeleri yapan, irtibatları kuran, ABD gezisine bu polisleri götüren Amerikalı DEA yetkililerinden hiç bahis yok.
Halbuki eğer ortada bir suç varsa, bu suçun esas faili tercüman ve mihmandar olan Topuz değil, o Amerikalı resmi görevliler olmalı.
ABD elçiliği “talimatlarımız doğrultusunda” çalıştı derken bunu söyledi.
Ama ne savcılık ve de hükümet yetkilileri suçlamaların merkezindeki esas failler olan kurulan Amerikalı polislerin peşine düşmediler.
Çünkü onların peşine düşmek daha büyük bir uluslararası krize neden olabilirdi.
Öyle olunca da kabak, ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu için Brunson gibi hararetle savunmadığı, ABD elçiliği çalışanı olduğu için Türkiye’nin de yabancıların adamı muamelesi yaptığı Metin Topuz’un başına patladı.
‘O tarihlerde muhatabımız olan devletin resmi savcıları, polisleri FETÖ’cüyse ben ne yapabilirim’ diye özetlenecek savunması da, kendisinin sadece tercüman, mihmandar olduğunu ağlayarak anlattığı ifadeleri de bir işe yaramadı, içinde darbe, casusluk geçen büyük suçlamalarla yargılandı, o büyük suçlamalar ispatlanmadı, sonunda FETÖ’ye yardımdan 8 yıl 9 ay hapis cezası aldı.
Bu yardımın ne olduğu da anlaşılamadı.
Vehimler, komplo teorileri, akıl yürütmeler, ‘elçilik çalışanıysa kesin casustur’ önyargıları üzerine kurulmuş bu davanın Türkiye’ye gereksiz maliyetinin ise anlaşılmayacak bir tarafı yok.