Anayasa Mahkemesi, davalarını kamuoyunun yakından takip ettiği Deniz Yücel, Osman Kavala, Ali Bulaç, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Murat Aksoy, Cumhuriyet gazetesi eski yöneticileri ve çalışanları Önder Çelik, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Musa Kart, Hakan Kara, Güray Öz, Akın Atalay, Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu’nun bireysel başvuru haklarını kullanarak mahkemeye yaptıkları hak ihlali başvuruları hakkında geçen ay verdiği kararların gerekçelerini açıkladı.
Uzun gerekçeli kararlar, Anayasa Mahkemesi’nin başkan ve 14 üyesinin hangi başvuruda, nasıl pozisyon aldığını, hangi gerekçelerle bu pozisyonlarını savunduğunu ortaya koyuyor.
Bir şeyi daha ortaya koyuyor; Türkiye’deki siyasal polarizasyonun, hukuk sistemindeki zihniyet sorunlarının ülkenin en yüksek mahkemesinin kararlarını bile nasıl etkilediğini…
Çünkü ağır ceza mahkemelerinde, hükümeti devirmeye çalışmak, terör örgütü üyeliği, propagandası gibi ağır suçlamalarla yargılanan, haklarında ağırlaştırılmış müebbede kadar hapis cezaları istenen bu 16 kişinin dava dosyalarının ortak bir özelliği var; İddianamelerdeki suçlamaların delilleri yazılar, televizyon konuşmaları, tweetler veya gazete haberlerinden ibaret.
Aralarında sadece Osman Kavala gazeteci ya da gazete yöneticisi değil ama bir sivil toplumcu olarak onun da dava dosyasında da delil olarak telefonda yaptığı siyasi konuşmalar var.
Yani ifade ve basın hürriyeti dosyaları bunlar.
Hak ihlali olup olmadığına bakacak Anayasa Mahkemesi’nin de birbirine benzeyen bu 16 dosyayla ilgili birbirleriyle tutarlı kararlar vermesi beklenirdi.
Ama öyle yapmadılar.
Mahkeme Deniz Yücel, Kadri Gürsel, Murat Aksoy, Ali Bulaç ile ilgili hak ihlali kararları verirken, ifade ve basın özgürlüğü manifestolarına imza attı.
“..isnat edilen suçlamalara dayanak olarak gösterilen temel olguların başvuruya konu yazılar olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan temelde gazetedeki yazısına dayanılarak başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.”
Fakat aynı mahkeme yine yazıları, haberleri ve televizyondaki konuşmalarıyla suçlanan Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Akın Atalay, Musa Kart, Güray Öz ve diğer Cumhuriyet gazetesi eski çalışanları ve yöneticileriyle ilgili “hak ihlali yoktur” kararlarını verirken ise bu ifade özgürlüğü perspektifi bırakıp, bakanlık görüşünün arkasına sığınarak tam ne dediği de anlaşılmayan muğlak kararlara imza attı:
“Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu ve ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.”
Dört kişi için hak ihlali kararı verirken dosyalarındaki yazıları öne çıkaran mahkemenin, geri kalanları hakkında karar verirken dosyalarındaki diğer delilleri hatırlamasının sebebini gerekçeli kararlardan anlamak mümkün değil.
Örneğin haklı olarak Ali Bulaç’ın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın mütevelli heyetinde olmasını aleyhinde bir delil olarak görülmezken ve sadece yazıları yüzünden yargılandığı için hakkında hak ihlali kararı verilirken, yine haber ve yazıları yüzünden yargılanan Cumhuriyet’in eski genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu’nun 2015 yılında bir kere Abant Platformu toplantısına gitmesi, onun sadece haber ve yazılarından yargılanmadığının bir delili olabiliyor.
Karşı oy yazılarını okuyunca çelişkiler daha da artıyor.
Örneğin Murat Sabuncu hakkında dokuza altı verilen “hak ihlali yoktur” kararına yazılan karşı oylar (Başkan Zühtü Arslan, başkanvekilleri Engin Yıldırım, Hasan Tahsin Gökcan, üyeler Celal Mümtaz Akıncı, M. Emin Kuz ve Yusuf Şevki Hakyemez) sadece hukuki bir kanaat farkına değil, doğrudan kararın isabetsizliğine yönelik çok sert saptamalar içeriyor.
Başkanvekili Prof. Engin Yıldırım karşı oy yazısında şöyle diyor.
“Başvurucunun yöneticisi olduğu gazete muhalif yayın politikası ile tanınan bir yayın organıdır. Burada yayınlanan haber ve yorumların başlık ve içeriklerindeki kimi ibarelerden hareketle gazetenin terör örgütlerinin amaçlarına hizmet ettiği, suç işleme kastı taşıdığı, şiddet çağrısında bulunduğu iddiası demokratik hukuk devleti bakımından ancak ve ancak somut bulgularla desteklenmesi halinde ciddiye alınabilir. Bunun dışında gazete yöneticileri ve gazetecilerin gazetenin salt yayın politikasındaki değişiklikten ve sundukları haberlerden dolayı kriminalize edilmesi, onlara suç isnat edilmesi kabul edilemez. Özgür ve bağımsız basının varlığı demokratik bir toplumsal yaşamın oluşması ve sürdürülmesi için havadaki oksijen gibi hayati bir öneme sahiptir. Sürekli bir suç isnat edilme ve ceza yaptırımına maruz kalma endişesi taşıyan basın kamusal görevlerini hakkıyla yerine getirmekten uzaklaşır, kendi derdine düşer. Böyle bir durum bir demokrasi için tehlike çanlarının çalmaya başlaması demektir.”
10’a karşı 5 oyla “hak ihlali yoktur” denen Ahmet Altan kararına yazılan karşı oy yazıları (Başkan Zühtü Arslan, başkanvekilleri Engin Yıldırım, üyeler Celal Mümtaz Akıncı, M. Emin Kuz ve Yusuf Şevki Hakyemez) ise doğrudan davanın üzerine oturduğu delillerin mesnetsizliğini ortaya koyuyor.
Daha geçen yıl mahkeme aynı delillerle, aynı program yüzünden yargılanan Mehmet Altan hakkında hak ihlali kararı verip, tahliye edilmesini sağlamıştı.
Şimdi bir kere daha önlerine gelen aynı dosyada Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak hakkında “hak ihlali yoktur” kararı vermelerini hukukla izah etmek pek mümkün değil.
Başkan Zühtü Arslan karşı oy yazısında Altan’ın ağırlaştırılmış müebbet cezası almasına neden televizyon konuşmasındaki sözlerinin yanlış yorumlandığını tek tek anlatıp şöyle diyor:
“suçladığı hükümete yönelik sözlerini bir bütün olarak ve bağlamında değerlendirdiğimizde, bunları “darbeye zemin hazırlamak” şeklinde nitelendirmek ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak görmek mümkün değildir.”
“Soruşturma makamları bu iki yazının birkaç cümlesinden hareketle başvurucunun darbe teşebbüsünden haberdar olduğunu ve darbenin zeminini hazırladığını söylerken bunun olgusal temellerini ortaya koyamamışlardır.”
Diğer karşı oy yazıları da çok benzer.
Ama ne tuhaftır ki, aynı programın üçüncü konuşmacısı olan Nazlı Ilıcak’la ilgili ise benzer delillerle yargılanmasına rağmen “hak ihlali yoktur” kararı oy birliğiyle çıkmış.
Yine haber, röportaj ve tweetleri yüzünden yargılanan Ahmet Şık hakkında alınan hak ihlali yoktur kararında ise sadece Başkanvekili Engin Yıldırım’ın karşı oyu var.
2010 yılında Abdullah Gül tarafından mahkemeye üye olarak atanan Başkanvekili Prof. Dr. Engin Yıldırım, mahkemenin kararları en istikrarlı üyesi. Deniz Yücel, Murat Aksoy, Ali Bulaç, Kadri Gürsel hakkındaki ihlal kararlarına katılırken, Ahmet Altan, Osman Kavala, Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Akın Atalay ve diğer cumhuriyet yönetici ve çalışanlarıyla ilgili alınan “hak ihlali yoktur” kararlarına ise etkili karşı oylar yazmış. Tek bir istisnası var; Nazlı Ilıcak kararı.
16 kararın 16’sında da “hak ihlali yoktur” diyen ise tek bir isim dikkat çekiyor.
Mahkemenin en eski, askeri yargıdan gelen ve Ahmet Necdet Sezer tarafından atanmış tek üyesi; Serdar Özgüldür.
Özgüldür, karar duruşmasına girmediği Deniz Yücel dışındaki bütün bireysel başvurularda hak ihlali olmadığına karar vermiş. Hak ihlali verilen dosyalara yazdığı karşı oylarda da işlenen suçun ifade hürriyetine sokulamayacağını söylemiş.
Meşhur 367 kararının altında imzası olan, AK Parti kapatma davasında da partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna ama hazine yardımının kesilmesiyle cezalandırılmasına karar vermiş dört üyeden Özgüldür’ün son verdiği kararlara bakınca mevcut yargılamalar ve devletin resmi pozisyonuyla en uyumlu mahkeme üyesi olduğunu görmek oldukça şaşırtıcı.
Kararlarına bakınca, mahkemede ifade ve basın özgürlüğü gibi değerlere referansla karar alan aralarında başkan ve başkan vekillerinin de olduğu 5 veya 6 üyenin olduğu, üç ile altı arasında üyenin ise istikrarlı biçimde tam aksi istikamette kararlara imza attığı, sonucu ise ortada kalan üyelerin belirlediği görülüyor.
İçerikleri benzer olan dosyalarda Nazlı Ilıcak için oy birliğiyle, Ahmet Şık için 14’e 1, Ahmet Altan için 10’a 5 red çıkması, Ali Bulaç için 9’a 6, Kadri Gürsel için 12’e 3 hak ihlali kararı verilmesinin sebebini gerekçelerden anlamak o yüzden mümkün değil.
O zaman devreye siyasi polarizasyonun, gözetilecek dengelerin, kişisel kanaatlerin girdiğini tahmin etmek de o kadar zor değil.
Türkiye’deki hukuk ortalamasının epey üzerinde kararlara imza atan Anayasa Mahkemesi’nde bile adalet işte böyle “bireysel” dağıtılıyor…