Savcı Hasan Yılmaz’ın yazdığı Tahşiye soruşturması iddianamesi kabul edildi. Zaman gazetesi de iddianame için beklenen manşeti attı: “Savcı itiraf etti, tahşiye çöktü”
“Çöktü”, “bu da yalan çıktı”ları duymak isteyen insanların, gidip check etmek imkanları ya da motivasyonları olmadığına da güvenerek teknik detaylara, kontr-bilgi yağmuruna tutulduğu bu haberleri artık yalanlamanın da kimseye pek faydası yok. Akıl değil gönül işi artık bu.
Yine de bu çok ilginç iddianameyi açmak için vesile oldu bu acil, flash, telaşlı yalanlama gayretleri.
İlginç çünkü iddianamede sadece tahşiye davası değil, genel olarak cemaat soruşturmalarında elde edilen delil, bilgi, tanık ifadeleri hakkında da ipuçları var.
Ama bu uzun yazıda ancak vaktimiz cemaatin hiyerarşik olarak kameralara en net poz verdiği Tahşiye’ye yetecek…
Zaman’ın Tahşiye çöktü haberinin ilk paragrafı şöyle:
“Özgür medyayı susturmak amacıyla düzenlenen Tahşiye operasyonu sonrası hazırlanan iddianamenin içi boş çıktı.
Emniyet İstihbarat , Genelkurmay İstihbarat ve MİT'in Tahşiye grubuna ilişkin "terör örgütü" raporları, resmî açıklama ve resmî yazılarını görmezden gelen Savcı Hasan Yılmaz, hiçbir hukuki karşılığı olmayan, herhangi bir mahkeme kararına dayanmayan müfettiş raporuyla Hizmet hareketini terör örgütü ilan etmeye kalktığı anlaşıldı.”
Cemaat ve tutuklu polis şefleri en başından beri bu soruşturmanın Fethullah Gülen’in 6 Nisan 2009 tarihli konuşmasıyla başlamadığını ispatlamaya çalışıyor.
Tahşiye ile ilgili Gülen’den çok daha önce MİT, Genelkurmay İstihbaratı, Emniyet İstihbaratı’nın çalışma yaptığıyla ilgili çokça haberler yaptılar.
Polislerin ve cemaatin iddiası Emniyet’in tahşiye soruşturmasını da Gülen’in konuşmasıyla değil, MİT ve Genelkurmay’dan gelen istihbaratlar üzerine başlattığı…
Türkiye’de örgütlü bir yapı hakkında MİT, Emniyet ya da Genelkurmay istihbaratın elinde bilgi olması değil olmaması tuhaf olurdu. Esas soru şu: Peki bu istihbaratlarla ne olmuş, ne yapılmış, bu istihbaratlar bir soruşturmaya dönmüş, bir suç tespit edilmiş mi? Ya da MİT ve Genelkurmay Emniyet’e Tahşiye soruşturmasını açması için istihbarat vermiş mi?
Genelde aleyhte delil toplamama geleneğini bir tarafa bırakmış savcı ve bu iddialar üzerine Genelkurmay ve MİT’e Tahşiye grubuyla ilgili daha önce herhangi bir çalışma yapıp yapmadıklarını sormuş.
MİT’ten gelen cevap “tahşiye grubuna ilişkin elde edilen bilgilerin Emniyet Müdürlüğü ile paylaşılmadığı”, “Genelkurmay Başkanlığına Muş ilinde ihale alan bir firma yetkilisine ilişkin açıklama yapılırken tahşiye grubundan bahsedildiği.”
MİT’in cevabında bahsedilen Genelkurmay İstihbaratı’nın 13 Mart 2009 tarihli yazısını biliyoruz. Tabii ki bu konularda Türkiye’deki en uzman gazetecilerden biri olan Nazlı Ilıcak’ın 3 Ocak 2015 günü Bugün gazetesindeki yazısından. Nazlı hanıma da bu raporu @tahsiyekimdir diye bir twitter hesabı mentionla göndermiş.
Hatırlayalım. Şubat 2015’de Bugün gazetesine konuşan yazının altındaki imzanın sahibi Genelkurmay eski istihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin de şöyle demişti:
“Bu konuda da bize MİT’ten gelen bir konu var. Tahşiye konusunda MİT’ten bir bilgilendirme aldık. Bana gelen bilgilendirmeyi ben de imzalayarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na (KKK) göndermişim. Diğer komutanlıklara da göndermişim. Ama o çıkan evrak, KKK’ya gönderdiğim evraktır. Bütün olay budur.”
Aslında herkes aynı şeyi söylüyor.
Gelelim savcının bu haber ve ortaya çıkan yazışmayla ilgili sorusu üzerine Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nın cevabına; “habere konu olan (Kara Kuvvetlerine hitaben yazılıp isme gönderilen) yazının 15.02.2012 tarihinde gereği yapıldıktan sonra kayıtlardan çıkartılarak imha edildiği bildirilmiş olması karşında imha edilerek kayıtlardan çıkarılmış olan bu yazının basın yayın kuruluşlarına sızdırılmasına ilişkin olarak da Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından soruşturma yürütüldüğü…”
Ve toparlayabiliriz artık. En iyisi iddianameden okuyalım:
“Görüldüğü Üzere MİT tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü yahut Emniyet Genel Müdürlüğünün diğer birimlerine herhangi bir yazı yazılmadığı, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanlığınca da herhangi bir araştırma yapılmayıp Genelkurmay Başkanlığının yapılan ihaleyi alan bir firmaya ilişkin güvenlik araştırması yapılmasını Milli İstihbarat Teşkilatından (MİT) talep etmesine istinaden ihaleyi alan kişi hakkında elde edilen bilgiler MİT'ten Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Başkanlığına gönderildiği, İstihbarat Dairesince de bu bilginin kuvvet komutanlıklarına gönderildiği, bu yönüyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinin tahşiye grubuna yönelik olarak doğrudan araştırma ve inceleme yapmadığı, MİT'ten gelen ihbar ve bilgilerin değerlendirildiği iddia ve savunmasının doğrulanmadığı keza askerî birimler tarafından da emniyet birimlerine yine tahşiye grubu hakkında herhangi bir bilgi yazısı gönderilmediğinin anlaşıldığı…”
Yani özetle ortada Emniyet’le paylaşılmış (tabii sızıntı değil resmî yollarla) paylaşılmış herhangi bir rapor, istihbarat olmadığı gibi, MİT’in askerin istediği rutin bir güvenlik soruşturması için istihbarat toplaması ve Genelkurmay’la paylaşması dışında ortada Tahşiye grubu hakkında bir soruşturma, soruşturma başlatacak bir istihbari faaliyet yok.
O halde geldik Emniyet İstihbaratı’nın 03 Aralık 2008 tarihinde 12 İl Emniyet İstihbarat şubesine yazdığı Tahşiye konulu yazısına. Yani Fethullah Gülen’in Tahşiye konuşmasından 4 ay öncesine.
Yazının altındaki imza İstanbul Emniyet Şube Müdürü sıfatıyla Ali Fuat Yılmazer’e ait. Yazı Mehmet Doğan ve arkadaşları hakkında ön istihbari dinleme kararından bir süre sonra yazılıyor. O kararın niye alındığı da belirsiz.
“Dini istismar faaliyetlerinin deşifre edilmesine yönelik çalışmalarda Nur cemaati Tahşiye grubu’yla ilgili olarak güvenilir kaynaktan” diye başlıyor yazı. O güvenilir kaynak kim, o da belirsiz.
Yazıda grup hakkında kısa bir bilgi verildikten sonra grubu tehlikeli yapan şeyler sıralanmaya başlanmış İlk cümle “Türkiye’nin Dar’ul Harp olduğu düşüncesini taşımaları”, ikincisi çok ikna edici: “Nur cemaati Mehmet Kırkıncı ve Fethullah Gülen grubunu münafık olarak görmeleri.”
Bundan daha sonraki tehlike ise “El Kaidecilerin izlediği cihadi siteden video izlemeleri”
12 il'e giden yazıda başka bir somut suç, delil, bilgi yok. En önemlisi grubun kendisinden böyle bahsetmemesine rağmen Tahşiye adı ilk kez bu raporda geçiyor. Herhalde bu anlaşılmasın diye grubun yayınevleri sıralanırken en büyük yayınevi olan Tahşiye’den hiç bahsedilmemiş.
Cemaatin Yılmazer’in bu yazısını Gülen’in Tahşiye soruşturması talimatını vermediğine delil olarak kullanması tuhaf. O halde Gülen’in bu gizli yazışmayı gördüğünü iddia ediyorlar ki o daha tuhaf.
Ama savcı iddianamede Yılmazer’in 12 il'e gönderdiği bu yazıya verilen cevapları ortaya çıkarmış ki hepsinden tuhaf olan o.
2008’in son ayında bu yazıyla ilgili araştırma yapıp, hiçbir suç, hatta ciddi örgütsel faaliyet bulamayan bu 12 ilde bir sene sonra onlarca insan El Kaideci Tahşiye grubu üyesi olmaktan tutuklanmış çünkü.
Örneğin 13 gün sonra örgütün Sivas sorumlusu olduğu söylenen kişinin Sivas’la alakası yok diye Sivas Emniyeti, bir sene örgüt üyesi olmaktan 5 kişiyi gözaltına almış. “Araştırdık, mahalle çevresinde dindar aile olarak bilinir” diyen Bursa Emniyeti ise bir sene sonra 9 kişiyi radikal örgüt üyesi diye gözaltına alıyor.
Bir yıl önce Yılmazer’e cevabında “grupta cihat hükmü yoğun olarak işlendiği ancak çatışma bölgelerine gidip mücadele etmektense Türkiye sınırları içinde şiddete bulaşmadan cihad etme anlayışını benimsedikleri, El Kaide, Hizbullah gibi dini motifli terör örgütleri ile PKK/KONGRAGEL terör örgütlerini hiçbir şekilde tasvip etmedikleri'' şeklinde cevap yazan Muş Emniyeti ise bir yıl sonra aralarında Mehmet Doğan’ın da olduğu 32 kişiyi El Kaideci diye tutuklamış.
Diğer illerin Emniyet istihbaratlarından da benzer cevaplar gelmiş. Hiçbirinde soruşturma açılacak bir karine dahi yok, zaten soruşturma da açılmamış.
En ilginç cevap Elazığ Emniyet İstihbaratı’ndan gelmiş. 30 Aralık 2008’de gelen ilk cevapta ildeki grubun üyeleri ''Risale-i Nur eserlerinin müellifi olan Said-i Nursi’nin talebelerinden Hulusi YAHYAGİL’in ders grubunda yer alan” gibi genel ifadelerle tanıtılırken, 14 Nisan 2009 yani Gülen’in konuşmasından 8 gün sonraki Emniyet İstihbarat yazısı şöyle: ''Grubunun Elazığ ilinde bulunan kanaat önderleriyle yapılan görüşmede M.Fethullah GÜLEN’in yaptığı konuşmanın zamanlama ve içerik olarak çok isabetli olduğunu, polisiye tedbirlerle çözülemeyecek bir konunun yüzde seksen çözüme ulaştığını, ilerleyen süreçte Tahşiye Grubu’nun irtica bağlantısı ile ilgili kamuoyunda çıkarılabilecek art niyetli haberlerin ve izleyebilecekleri harekat tarzının M.Fethullah GÜLEN’ in bu konuşması ile deşifre edildiği şeklinde görüş beyan edildiğinin bildirildiği…''
Bunun , Elazığ Emniyet İstihbarat’ından İstanbul Emniyet İstihbaratı'na giden resmî bir yazı olduğunu tekrar hatırlatalım.
Yani Fethullah Gülen’in Herkül.org’da yayınlanan konuşmasına kadar Tahşiye grubuna yönelik herhangi bir soruşturma söz konusu değil. Ortada terör iddiasına delil olacak bir karine, şiddet unsuru, işlenmiş herhangi bir suç da yok.
Ve 6 Nisan 2009’da Fethullah Gülen’in Herkül.org sitesindeki meşhur “Adına da tahşiye derler” konuşması yayınlanıyor.
8 Nisan 2009 günü “Terör Örgütü üreteneler yeni tezgah peşinde” başlığıyla konuşma Zaman’da haber oluyor. İlginç günler o günler. Obama Türkiye’de. Tam o gün Zaman’ın birinci sayfasında Obama’nın İstanbul’da Erdoğan’la Ayasofya’yı ziyareti tam sayfa. İkilinin görüşmesinde El Kaide’yle mücadele de masada…
Ertesi gün, yani Gülen’in konuşmasından üç gün sonra Tahşiye tehlikesi Karanlık Kurul dizisinde. O kadar zamanda nasıl yazılmış, çekilmiş bir muamma.
10 Nisan’da Zaman’da Hüseyin Gülerce, 15 Nisan’da Ahmet Şahin yazıyor Tahşiye’yi. 23 Nisan’da yeniden Karanlık Kurulda işleniyor, 26 Nisan’da Karanlık Kurul senaryosu Bugün’de Nuh Gönültaş’ın köşesinde aynen yayınlanıyor.
İddianame bunlar dışında bir başka yazıya daha dikkat çekmiş; Gülen’in konuşmasından 3 gün sonra, Zaman’da bunun haber olmasından hemen sonraki gün yani 9 Nisan günü Hürriyet’te çıkan Ertuğrul Özkök’ün yazısı.
“Hoca bu konuyu neden açtı” başlıklı yazıda şöyle demiş Özkök:
“Herkül.org adlı internet sitesinde, 6 nisan 2009 günü bir mülakat yayınlandı. Mülakat yapılan kişi Fethullah GÜLEN Hoca. Yöneltilen ilginç bir soru var. 'Seçim sürecinde irtica meselesi hiç gündeme gelmedi. Bu açıdan artık Türkiye’de irtica oyununun sona erdiği söylenebilir mi? İrtica geri döner mi?' Fethullah GÜLEN Hoca bu cevabı veriyor. Dün olduğu gibi bundan sonra da dışardan da beslenen bazı şer odakları en samimi müminleri ve hakiki Müslümanları terörist gibi göstererek irtica yaygarası koparabilirler… O yüzden çok merak ettim. Hoca durup dururken bu konuyu niye yine gündeme getirdi? Ortada fol yok yumurta yok. Neden böyle bir uyarı ihtiyacı duydu? Yani bunu laikler kaşımazken, Fethullah GÜLEN neden kaşıdı. Merak edip hocaya çok yakın bir kişiye sordum. Onun izahı şöyle…”
Savcılığa verdiği ifadede Özkök o aradığı “hocaya yakın kişinin” kim olduğunu söylememiş. İddianamedeki HTS kayıtlarına göre ise o kişi Ekrem Dumanlı. Kayıtlar ilginç. Nisan ayı boyunca 17 telefon konuşması yapmış Özkök ve Dumanlı. Bunlardan dördü 3 ve 5 nisan tarihlerinde. Yazının çıkmasından bir gün once 8 Nisan günü Özkök Dumanlı’yı aramış. Yazının çıktığı gün de Dumanlı Özkök’ü.
Tahşiye konusunu gündeme getirmek için gazete haberi, tv dizisi, üç köşe yazarının yazısının yanında aynı tarihlerde Ekrem Dumanlı’nın bilgi vermesiyle Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün yazı yazması tesadüf olabilir. Ama bu bilgilendirme bile cemaatin bu konuya ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
Zaten Fethullah Gülen’in konuşmasından sonra medyadaki ilk taarruzun ardından başlayan hukuki sürecin hızı bunu ortaya koyuyor.
Karanlık Kurul’da ikinci kez Tahşiye tehlikesine dikkat çekilmesinden 6 gün sonra, yani 29 Nisan 2009 günü daha öncesinde herhangi bir terör örgütüyle ilişkisi, hakkında herhangi bir suç şüphesi ortada olmayan Tahşiye grubu hakkında İstanbnul Emniyet İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Erol Demirhan Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne grupla ilgili çalışmanın başlatılması için yazı yazıyor.
O yazının içindeki bilgiler, Yılmazer’in hazırladığı yazının üzerine “eylem gerçekleştirilebilir” gibi soyut ifadelerin, El Kaide, suikast gibi kelimelerin eklenmesinden ibaret. Herhangi bir somut çalışma, iddia, delil yok. Sadece Gülen’i münafık görüyor da Gülen çıkarılıp “bazı dini cemaat liderleri” yapılmış o kadar.
Yazı doğrudan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Ertan Erçıktı’ya hitaben yazılmış.
O da üzerine düşeni yapıp, hiçbir araştırma yapmadan, istihbarattan gelen yazıyı kopyalayarak, 5 gün sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na Radikal Tahşiye Grubu hakkında soruşturma izni için başvurmuş.
Savcılık da ertesi gün hızlıca bu izni vermiş. Aynı gün Sağ Terörle Mücadele Büro Amiri olarak Kazım Aksoy yine üzerine hiçbir yeni bilgi, delil koymadan aynı içerikle teknik takip için yazı yazmış. Hemen ertesi gün de bir günde Terörle Mücadele’nin adlarını verdiği 20 kişinin telefonları bulunup dinlenmeye başlanmış. 66 kişi hakkında telefon dinleme, 64 kişi hakkında teknik takip 9 ay sürmüş.
Bu kadar “tehlikeli”, “eylem yapabilecek”, “El Kaide bağlantılı” örgüt 9 ay izlenmiş. Bir şey bulunamamış. Ve ancak 9 ay sonra operasyon kararı verilmiş.
21 Ocak 2010 günü 8 ilde 38 adreste 32 kişiye yönelik operasyonun en kritik adresi ise tabii İstanbul Bahçelievler’deki mühimmat bulunan ev.
Turgut Yıldırım'ın ölen kardeşine ait olup, hayır için bağışlanmış, ders, sohbet ve taziye evi olarak kullanılan, anahtarı pek çok kimsede olan evde el bombaları, fişek ve sis kutusu ile bomba düzeneği görünümünde olan materyaller buldu polis.
Tahşiye grubunun terör, şiddet bağlantısı bu malzeme üzerine kuruldu.
Cemaatin “Tahşiye çöktü” haberleri de savcının o bombaları kimin koyduğuyla ilgili cümlesi üzerine:
“Savcı Yılmaz'ın bombaları koymakla suçladığı polislere ilişkin 'Her ne kadar bu çalışma ve analizler sonucunda bomba ve mühimmatları ikamete koyan ve buna gözcülük yapan şüpheliler net olarak tespit edilememiş ise de…' cümlesi, iddianamenin delilsiz olduğunu gözler önüne serdi.”
İddianameyi okumuş birinin hâlâ bu cümleleri edebilmesi için sahiden kasıt taşıması gerekir.
Tam olarak suçu işleyenin tespit edemediğini yazarak Türkiye’deki mevcut savcılık standartlarının üstünde bir hukuki performans sergileyen savcının “çalışma ve analizler”den ne kastettiğini okuduktan sonra özellikle.
Bombaların bulunduğu evin sahibi Turgut Yıldırım ifadesinde “O gün saat 22’ye kadar evde sohbet olduğunu, o saate evden çıktığını, bir ay once Umre’den geldiğini, hayatında hiç bomba görmediğini bu sebeple kendisinin bombaların üzerindeki seri nolarını silmesinin bunları temin etmesinin mümkün olmadığını bombaları eve koyan her kim ise bunu saat 22.00 ile bombaların bulunduğu 05.00 arasında yaptığını'' söylemişti. Bunun üzerine savcı o gün o saatler arası eve yakın baz istasyonlarını inceletmiş ve telefonu o bazlarda sinyal veren evin çevresinde bulunan onlarca polisi tek tek tespit etmiş.
Ortaya inanılmaz bir tablo çıkmış. O gece boş olacağı teknik takip ve dinlemeyle bilinen o evin etrafında görevi gereği orada olmaması gereken, operasyonlara gitmeyen şubelerden dahi onlarca polis ve onların sürekli irtibatta olduğu amirleri var. Boş bir ev için olağandışı bir hareketlilik bu.
Aynı anda 6’sı Tahşiye cemaati evi 32 adrese operasyon yapmakta olan polis şefleri diğer evlerin ya da adreslerin hiçbirinde böyle bir tertibat almadıkları gibi, sadece o evin etrafındaki polislerle sürekli irtibat halinde olmuşlar. Hepsi de ünlü polisler, nedense, Türkiye’nin Balyoz haberini konuştuğu günlerde işi gücü bırakıp bu ev aramasına kilitlenmişler.
(Sürekli oradaki polislerle konuşanlardan biri “Haram lokma yemedik”teki komiser)
En dikkat çekici tespit ise kesinlikle şurası: “Hiçbir görevlendirme olmadığı halde istihbarat şube müdürlüğünün C Bürosu ile TEKOP Bürosu görevlilerinin evin civarında bulunması, en dikkat çekici olanı da istihbarat şubenin teknik araç ve böcek yerleştirme işlemleri de dahil olmak üzere diğer organize suç örgütlerinin görev alanı olan R Büro amirliği görevlilerinin civarda bulunarak takip işlemine katılmış olmaları, bunun ötesinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri ile İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin olağan çalışma usul ve sistematiği haricinde sürekli irtibatta olduklarının görüldüğü…”
İşte tam bundan sonra elinde o gece orada olmaması, birbiriyle irtibatta bulunmaması gereken onlarca polisin ismi olan savcı şöyle demiş:
“Her ne kadar bu çalışma ve analizler sonucunda bomba ve mühimmatları ikamete koyan ve buna gözcülük yapan şüpheliler net olarak tespit edilememiş ise de, tüm birimleri ile birbiri ile uyumlu ve koordinasyon içerisinde çalışan tüm ülke çapında olduğu gibi İstanbul Emniyet Müdürlüğünün kadrolarında görev yapan şüpheli Fetullah GÜLEN'e bağlı paralel yapılı terör örgütü mensubu olan şüphelilerden iddianamede isimleri belirtilip bu aşamada tespit edilenlerin çok iyi hazırlanmış plan çerçevesinde hareket ederek bomba ve mühimmatları yerleştirmiş oldukları, bu sebeple aradan geçen 5 yıllık süreçte bombayı ikamete yerleştiren şüpheliye ilişkin kamera kaydı ve ses kaydı gibi doğrudan birincil nitelikli delillerin elde edilmesinin mümkün olmadığı…”
Peki neden bulunan mühimmat yeniden incelenmiyor, parmak izleri yeniden araştırılmıyor. Yine iddianameden okuyalım:
“Soruşturma sürecinde tahkikat emri verilmesi üzerine ele geçen mühimmatlara ilişkin detaylı menşei sorgusu yapılıp araştırmalara başlandığında özellikle el bombalarına benzer mühimmatların Güneydoğu Anadolu bölgesi ile diğer bölgelerde ele geçirildiği, ancak sis kutusunun çok sık rastlanan bir materyal olmadığı, daha öncesinde 21.04.2009 tarihinde Poyrazköy'de ve 09.01.2009 tarihinde Gölbaşı ilçesinde yapılan kazılarda elde edildiği, tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığımızca ele geçen bomba ve mühimmatlar yeniden inceletilmek istenildiğinde de üst paragraflarda belirtildiği üzere 17-25 Aralık 2013 tarihlerindeki darbe girişimi sürecinde suç örgütünün bomba İmha Şube Müdürlüğünün istemi üzerine 31/12/2013 tarihinde aradan dört yıla yakın süre geçtikten sonra imha edilmiş olması nedeni ile incelenememiştir…”
4 yıl sonra, birdenbire, 25 Aralık’tan 5 gün sonra imha edilmiş o mühimmatlar da ondan…
Savcının elinde güçlü bir delil var ama. Bir email. Ama yurt dışından gelmiş isimsiz, kim olduğu dahi araştırılmamış bir email değil.
Bu kez kim olduğu araştırılmış o gece o evin etrafında tertibat almış komiserlerden biri olduğu tespit edilmiş. Şöyle diyor o amir emailinde:
“Adrese girilene kadar adres çevresinde karakol kurduk bekledik, ayrıca bölge ekiplerini de bizim yapacağımız çalışmalarla alakalı o civardan çekildiğini de biliyorum, ayrıca bu çalışmaları bizzat yöneten Recep GÜVEN , Erol DEMİRHAN, Ali Fuat YILMAZER ve Ömer KÖSE'dir. Ayrıca bana ulaşırsanız daha detaylı bilgiler de verebilirim, ben o dönem devlet için çalıştığımızı düşünüyordum, böyle bir ihanetin olduğunu görmem beni çok rahatsız etti vicdanım çok rahatsız olduğu için bunları yazıyorum, her kimin suçu varsa cezasını çekmesini istiyorum…”
Bitirirken Hürriyet gazetesi Tahşiye operasyonunda ikinci kez karşımıza çıkıveriyor.
Operasyondan 9 gün sonra yayınlanmış yazıda, Hürriyet yazarı, operasyondan bir gün önce çıkmış Balyoz iddialarına gazetenin laik okurlarını ikna için Tahşiye operasyonuyla karşılaşma yapıyor.
Hiçbir yerde yayınlanmamış, o operasyonda ele geçirilmiş bir kitabın içeriğini nereden bulduğunu sormayalım artık…
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13633411.asp.
Karanlık Kurul’u yazan kişinin polis çıktığına ise gelemedik bile…