Mahalle baskısı, özü itibariyle, bir kişinin yaşadığı çevrenin ve yakın irtibat içinde bulunduğu kesimlerin sosyal baskısına maruz kalmasıdır. Kişiyi çevreleyen değerler, onun davranışlarına yön verir ve onu bazen arzusu hilafına istikametlere sürükleyebilir.
Mahalle baskısının şekillenmesini ve tesirini belirleyen birçok etmen vardır: Misal, kişinin içinde bulunduğu ortam. Kapalı, dar ve cemaatçi değerlerle yüklü kültürel ortamlarda baskı derine işler. Buna mukabil, açık ilişkilerin hüküm sürdüğü ve birey kimliğine değer atfedilen yerlerde ise, baskının tonu daha düşük olur. Keza, baskının alacağı hale siyasi atmosfer de biçim verir. Kutuplaşmanın yükseldiği vakitlerde, kişiler mahallelerine daha çok boyun eğer. Siyaset normal seyrinde aktığında ise, bireyin baskıdan azade olma olanağı artar.
Mardin’in de dediği gibi mahalle baskısı bir “hava”dır. Sertliği nispetinde bu hava, bireyi hâkimiyeti altına alır. Mahallenin değerler sistematiği kişiyi sarıp sarmalar ve kişi kendini yazılı olmayan kurallara uygun davranma mecburiyetinde hisseder. Zira kendine çizilen sınırların dışına çıktığında, çevresinden dışlanma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Racona ters düştüğünde bakışlar sertleşir ve artık yakın çevresi olarak bildikleri bile ona yan gözlerle bakmaya başlar.
Araziye uymak
Elbette bireyin buna direnmesi, doğru bildiklerini takip etmesi gerektiği söylenebilir ve bireyden bu şekilde davranması beklenebilir. Lakin bu beklenti her zaman yerini bulmaz. Çevreye uyum sağlamak hayatını kolaylaştırır. İnsanlar bazen kınanmamak ve yadırganmamak, bazen de yatırım yaptığı için araziye uyabilir.
Böylece mahalleye teslim olduğunda ise içten içe yanlış olduğunu düşündüğü fikirleri savunabilir. Muhtemelen bir başkası yaptığında ayıplayacağı hareketleri -mahallede bir arıza çıkarmamak için- kendisinin şevkle yaptığını görebilir. Gerçekte itici ve faydasız bulduğu tutumları -sırf mahallede rahatına bir halel gelmesin diye- takınabilir.
AKP’nin 22 Mayıs’ta yapılan olağanüstü kongresi, tüm bu söylenenleri kristalize eden bir görüntüye sahne oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kongreye gönderdiği mesaj, bütün bir salon tarafından ayakta dinlendi. Mesajın okunması ve alkışlanması esnasında, takriben beş dakika insanlar ayakta dikildiler.
Şimdi, Cumhurbaşkanı bir mekâna girdiğinde ayağa kalkılmasını ve o oturuncaya kadar beklenmesini anlarım ve doğru bulurum. Fakat Cumhurbaşkanının olmadığı bir yerde mesajının ayakta dinlemesinin saygı ile bir bağlantısını kuramam.
“Hz. Muhammed, kendisi için ayağa kalkılmasından hiç hoşlanmazdı”
Ekrandan seyrederken hep “Aralarında Türkiye’nin son 15 yılına hükmedenlerin de yer aldığı bu kadar kerli ferli kişi, böyle bir kare içinde yer almayı kendisine nasıl yakıştırır?” diye soruyordum. Tahmin ettiğim cevap Mehmet Ali Şahin’den geldi. Şahin, mesajın ayakta dinlemesine dar eleştirilerin hakkını teslim etti ve hadisenin nasıl geliştiğini anlattı:
“Kendisinin mesajını oturarak saygıyla dinleyebilirdik. Doğrusu divan başkanımız Bekir Bey ayağa kalkınca Genel Başkan Adayımız Binali Bey de kalktı. Yanımda Numan Bey de vardı, birbirimize baktık. ‘Mesaj okunurken ayağa kalkılır mı?’ dedik birbirimize. Şimdi onlar ayağa kalkınca diğerleri de arka arkaya ayağa kalkmaya başladılar, biz de kalktık.
Doğrusu bir büyüğümüzün hatta Cumhurbaşkanımızın bir yerde masajı okunurken ayağa kalkılmasını ben doğru ve şık bulmam. Orada arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu da şık bulmadı. Hz. Muhammed, kendisi için ayağa kalkılmasından hiç hoşnut olmazdı. O nedenle ben Cumhurbaşkanımızın da kendisi merkezde olan bu tartışmalardan rahatsızlık duyacağını düşünüyorum. Bundan sonra yapacağımız çalışmalarda bunlara azami gayret göstermemiz lazım. Biz, sadece İstiklal Marşımız okunurken ayağa kalkarız.”
Tam bir mahalle baskısı vakası. Hem de ağır olan cinsinden. Şahin ve muhtemelen çok sayıda kişi hatalı olduğunu bildikleri ve dahi itikatlarına aykırı buldukları bir davranışı sergiliyorlar. Çünkü kendilerini oradaki herkesin yaptığını yapmak zorunda hissediyorlar.
Kaderini elinde tutmak
Bazen tek bir resim, birçok şeyi anlatmaya yetiyor. Bu resim, AKP’de değişen havayı çok iyi anlatıyor ve ne yazık ki bu, demokratik bir hava değil. “Demokrat”ı bırakın, demokrat olma iddiasını taşıyan bir partide bile böyle işler olmaz. Böyle görüntülere daha çok tek parti rejimlerinde rastlarsınız.
Hiçbir davranış, tüm o parti içi demokrasi, istişare, demokratik tartışma mekanizmaları, vb. lafların içini bu kadar boşaltmazdı. Değişmez kuraldır; bir siyasi harekette “lider”i ululaştırdıkça, o hareketteki diğer kişi ve birimleri hiçleştirir ve anlamsızlaştırırsınız. Kongreye egemen olan söylemle (“Biz Tayyip’in partisiyiz”, “Yolun yolumuz, davan davamız, sevdan sevdamızdır”) desteklenen fotoğraf tam da bunu anlatıyor ve AKP mahallesinde yerleşen kişiye tapınma kültürünü yansıtıyor.
Hayırlı bir kültür değil bu. Tutulan yol yanlış. Şahin’in özeleştirisi önemli ama yeterli değil. Eğer Şahin ve diğerleri ayakta poz vermek yerine olması gerektiği gibi otursalardı, o utanç verici tablo ortaya çıkmazdı. Bu nedenle AKP’nin iyiliğini isteyen AKP’liler, önce mahalle baskısına tabi olup ardından mahcup bir özeleştiri ile yapmaktansa, daha baştan yanlış güzergahta yürümeyi reddetme cesareti göstermeli.
Başka türlü kendi kaderlerini ellerinde tutamazlar.
Not: Mahalle baskısı kavramı ve buna dair tartışmalar için bakınız: Ruşen Çakır, Mahalle Baskısı: Prof. Dr. Şerif Mardin’in Tezlerinden Hareketle Türkiye’de İslam, Cumhuriyet, Laiklik ve Demokrasi, Doğan Kitap, 2008, İstanbul.