Sosyal medya bize çok büyük bir imkân sunuyor. Kendimizi daha rahat ifade ettiğimiz bu mecrada, bilgiye daha kolay erişebiliyor ve onu daha hızlı yayabiliyoruz. Bizimle benzer mevzulara ilgi duyanlarla ortaklaşabiliyoruz. Bir konuda alternatif kaynaklara ulaşabiliyor, farklı görüşlerin mensuplarını takip edebiliyoruz.
Geleneksel medya, takipçilerini pasif bir öğe olarak konumlandırır; oysa sosyal medyada hepimiz aktif bir özneyiz. Gelişen hadiselerden ânında haberdar olup tepki verebiliyoruz. Gündemi kaplayan veya bizim için çok önem arz eden bir meseleyi başkalarıyla müzakere edebiliyoruz. Sosyal medya, zamana ve mekâna olan bağımlılığımızı ortadan kaldırıyor. Fikirlerimizi, kanaatlerimizi ve duygularımızı şahsi ve dar çevremizle sınırlı olmaktan çıkarıp “kamusal” yapıyor ve kamusal alana dâhil ediyor.
“Sosyal medya bir tuzak”
Sosyal medyayı bu müsbet özellikleriyle kullananlar madalyonun aydınlık yüzünü resmediyorlar. Fakat diğer yüzde birçok karanlık nokta bulunuyor. Her şeyden önce, sosyal medyanın anlamlı bir diyalog zemini ürettiğine dair çok ciddi ve haklı kuşkular var.
Zygmunt Bauman, Papa Francis’in seçildikten sonra ilk röportajını ateist İtalyan gazeteci Eugenio Scalfari’ye verdiğini belirtir ve bunu çok önemli bir işaret olarak kabul eder. Çünkü “esas diyalog sizinle aynı şeyleri inanan insanlarla konuşmak değildir.” Sizinle her konuda mutabık olanlara konuşmak, bir diyalog değil bir iman tazelemedir. Ancak sizinle kısmen veya tamamen ters düşen insanlarla konuşabilirseniz, bir diyaloga girmiş olabilirsiniz. Uzlaşmaya giden yolu böyle açabilirsiniz.
Oysa sosyal medya çoğunlukla bunu yapmaz. Düşüncelerini soğukkanlı şekilde tartışmak ve bakış açısını genişletmek yerine, kendi sesini duyacağı yankı odalarına girmek ve sosyal medyayı Bauman’ın ifadesiyle “kendi yüzlerini görecekleri bir konfor alanı yaratmak için” kullanmak, sosyal medya kullanıcılarının önemli bir kısmına daha cazip gelir. Böylece “sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak”a dönüşür.
Sanal aşiretler
Sosyal medyanın anonim olması da önemli bir sorun oluşturuyor. Anonimliğin özgürleştirici bir tarafı var. Lâkin anonimliğin aynı zamanda sorumluluk duygusunu ortadan kaldıran bir tarafı da var. Kimliğini tanımlayan tüm özelliklerin saklanabilmesi, kişilere sahte bir cesaret aşılıyor. Sosyal ağları dilediği gibi rahatlayabileceği, içini boşaltabileceği ve “düşmanlar”ına karşı nefretini kusabileceği bir ortam olarak görmesini sağlıyor.
Sosyal medyayı bu amaçla kullanan hemen herkesin sanal bir mahallesi, sanal bir aşireti var. Kendisiyle hemfikir insanların arasında olmanın verdiği güven duygusu, öteki mahalle veya aşiretten görülenlere karşı şiddet söylemine başvurmalarını, sayıp sövmelerini ve hakaret etmelerini kolaylaştırıyor. Hattâ elini ne kadar yükseltirse kendi aşiretinde o kadar fazla beğeni alacağını/kıymet göreceğini bildiğinden edepsizliğin dozunu arttırıyor. Karşıt olarak kodladıklarına en rezil hakaretlerle yüklenmekten, en pespaye küfürleri etmekten imtina etmiyor.
Cinsiyetçi saldırı
Siyaset, sosyal medyadaki şiddetin, hakaretin ve küfrün en çok yansıdığı alanlardan biridir. Sadece siyasi aktörler değil onların aile üyeleri de sosyal medya üzerinden yapılan saldırılara maruz kalıyorlar. Son kurban HDP’nin eski eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş oldu. Demirtaş’a ağır hakaret ve küfürlerle saldırıldı.
Kamuoyunda epey ses getiren bu saldırıya iktidar da muhalefet de tepki gösterdi. Demirtaş’a saldıran kişi tespit edildi ve hakkında gerekli hukuki işlemler başlatıldı. Adli makamların harekete geçmesi ve saldırganın yaptığının yanına kâr kalmaması önemliydi. Demirtaş da kendisine dayanışma gösterenlere teşekkür etti.
Demirtaş ailesine geçmiş olsun temennilerini iletirken bu meşum hadise vesilesiyle birbiriyle irtibatlı iki önemli noktanın altını çizmek isterim.
Meşruiyet kulpu
İlki, siyasi kutuplaşmanın artmasına da bağlı olarak kendisini siyasi bir mücadelenin tarafı olarak görenlerde kendini ahlâkî kurallarla bağlı sayanların oranı azalıyor. Normalde kendisine sorulduğunda aileye kudsiyet atfedenler, karşıt bir siyasi aktörün ailesine karşı ağza alınmayacak cinsiyetçi küfürlerle saldırmakta herhangi bir sorun görmüyor. Bir kişiyi rakip ya da düşman olarak kodladığı andan itibaren ona her söylediğini ve her yaptığını meşru görebiliyor.
Keskin bir ahlaki zafiyete işaret ediyor bu hal ve maalesef siyasi yelpazenin tümünde var. Siyasi tarafların tamamında, kendisine karşı yapıldığında ayıpladığı ve kınadığı bir eylemi bir başkasına yapmaktan imtina etmeyen, hattâ bunu allayıp pullayıp sunanları görmeniz mümkün. Desteklediği bir siyasi kişiliğe veya yakınlarına küfredildiğinde dünyayı ayağa kaldıran ve ahlâkî bir poz takınanların, kendi mahallesinden karşı tarafa benzer bir saldırıyı suskunla geçirmesi veya buna bir meşruiyet kulpu takmaya çalışması, çok rastlanılan bir durum.
Dolayısıyla bu ahlâkî zayıflık salt bir partiyle, bir kesimle veya bir grupla özdeşleştirilemez; hiç kimse bu konuda masum değil.
Ahlâkî duruş noktası
İkinci, madem genel bir sorun var, buna karşı mücadele de genel olmalı. Eğer bu tür edepsizliklerin siyasi hayatı baskılaması istenmiyorsa, hangi camiadan gelirse gelsin ve kime karşı yapılırsa yapılsın bütün siyasilerin buna karşı topyekûn bir duruş sergilemesi gerekir. Bu tür davranışlar amasız-fakatsız kınanmalı, lânetlenmeli ve küfür sahipleri hiçbir biçimde kendilerine müsamaha gösterilmeyeceğini anlamalı.
Siyasi kazancı ve kaybı gözeterek başkalarına edilen küfre duyarsız kalınmamalı. Hakaretlere kulaklar ve gözler kapatılmamalı, bunlara bahane üretilmemeli. Küfür ehli hem ahlâken lânetlenmeli hem de onlar hakkında hukukun işletilmesine özen göstermeli. Siyasetçilerin birlikte duracakları bir yer varsa, o da burasıdır. Çeşitli gerekçelerle buradan geri çekilme, siyaset erbabına ahlâken de siyaseten de kaybettirir.
Çünkü gayri-ahlâkî tavırlara mazeret üretmek hem bütün bir siyaseti zehirler, hem de bir gün gelir sahiplerinin başında patlar.
(*) Kürdistan 24, 17.06.2020https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/234b192b-ed74-4253-8cb0-00b5ce7fc727 cked0 Plain