Ana SayfaYazarlarAK Parti, yeni iktidar bloku, Recep Peker ve “çoklu kişilik bozukluğu”

AK Parti, yeni iktidar bloku, Recep Peker ve “çoklu kişilik bozukluğu”

 

[21-22 Ağustos 2019] Çok şaşmış, içimden bakalım daha neler göreceğiz diye geçirmiş ve neredeyse dört hafta sonra, bir tür cevap yazmıştım buna (Recep Peker de mi rol modeli, 25 Şubat 2018). Kâh aktarıyor, kâh özetliyorum. AKP liderliğinin nereye baksa bir “beka” sorunu gördüğünü ve çareyi alabildiğine “millî”leşmekte aradığını söylemiştim. Herhalde bunun da yollarından biri, demiştim, bu ülkenin şimdiye kadar benimsediği en kapsayıcı değerleri koopte etmek. Atatürk ve İnönü, bir yönüyle tabii Millî Mücadele’nin iki büyük lideri. Ama bu “dış” boyutlarının yanında bir de “iç” boyutları söz konusu. Zira her ikisi düşman işgalinin defedilmesinin ardından büyük koalisyonu, geniş “Müslüman yurtseverliği” birleşik cephesini bozup iktidarı bir kere daha radikal modernistlerin tekeline alan kişiler. Tek Parti rejiminin kurucu ve mütehakkim yöneticileri. Demokrasisiz modernizm de, otoriter laisizm de, Müslümanların siyasetin ve kamusal alanın dışına sürülmesi de en çok onlarla özdeş. Dolayısıyla çok uzun süre dindar-muhafazakâr kesimin belki şeklen saydığı, ama iş sevmeye gelince pek sevmediği isimler. Hele bir ideoloji olarak Kemalizm veya Atatürkçülük, bundan yirmi yıl önce AK Parti’yi sırtlayıp bugünlere getiren kitlenin ne kimliği, ne ruhu, ne dünya görüşü, ne aidiyeti. Olsa olsa mefhumun muhalifi.

 

Oysa şimdi, diye devam etmiştim, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle Atatürk’le barışmak niyetinde. Yukarıda sözünü ettiğim iki boyuttan ikincisini unutmak istiyor gibi, hem kendisi hem tabanı açısından. Diktatörlük yok veya bağışlanmış; geriye sadece “dış” boyut kalmış: İstiklâl Harbi’nde ilk beka mücadelesinin üstesinden gelen kahraman. (…) İyi de, bu iş Recep Peker’e kadar uzanmak zorunda mı? Tarih bu kadar da yeniden yazılıp tersyüz edilebilir mi, siyasî fayda uğruna? Ya da Mahir Ünal mı tam bilmiyor, Recep Peker’in kim ve ne olduğunu? Haydi diyelim ki Atatürk ve İnönü için önemli bir temsiliyet ve kucaklayıcılıktan söz etmek mümkün. Oysa Recep Peker için bu da olanaksız. Tam bir ceberrut asker-devletçi. Tek Parti diktatörlüğünün olabilecek en haşin çehresi. Her türlü çok-partilileşme girişiminin amansız karşıtı. İcabında demokrasi özlemiyle “Zigana Dağında portakal mı yetişirmiş” diye alay edecek veya liberalizme “vatan hainliği” yaftası asacak kadar da nobran. 1933’te İstanbul Üniversitesi’nde verdiği İnkılâp Derslerindeki kestirmeci dogmatizm ve merhametsiz Jakobenizm, hemen bir iki yıl sonra Stalin’in riyasetinde kaleme alınan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihine taş çıkartır.

 

Ardından, Recep Peker’in nerede durduğu ve neyi temsil ettiğini biraz daha açmak gereğini duymuştum: Bunlar size yeterince kötü gelebilir. Ama beterin de beteri var. (1) Recep Peker, Türkiye’nin kendi otoritarizm ölçülerinin çok ötesinde, düpedüz Faşizme ve Nazizme hayran. Ne kadar? 1936’da Kâtib-i Umumi’yken (parti genel sekreteri) gittiği İtalya’dan dönüşte yazdığı raporda, TBMM’nin üzerinde bir Faşist Konsey kurulmasını önerecek kadar. Bu denli nefret ediyor, seçimlerden ve parlamentonun özerk varlığından. İnönü’nün aymazlığına da tepki duyan Atatürk bizzat müdahale ediyor ve Recep Peker hemen ertesi gün genel sekreterlikten uzaklaştırılıyor.

 

(2) Atatürk’ün ölümünden sonra geri gelmeyi başarıyor bir şekilde. Fakat çok partili seçimlere karşı ve Demokrat Parti’ye hep düşman. 1946-47’deki son ve kısa başbakanlığı sırasında, astığı astık kestiği kestik tavrıyla iki parti arasındaki gerginliklerin esas kaynağı. Madalyonun diğer yüzünde, örneğin Celâl Bayar’ın en yetkili ağzından muhalefet “Recep Peker’le demokrasi yapılamayacağı” kanısında. 1947’de bir defasında Adnan Menderes’in TBMM’deki bütçe eleştirilerini “kötümser, psikopat, mariz bir ruhun ifadesi” diye niteliyor. DP’nin yayılması ve taraftar toplamasını önlemek için (bir vakitler Serbest Fırka’ya reva görülen muamele misali?!) önüne gelen gazeteyi kapatıp sorumluları hakkında dâvâ açtırıyor. Bildiğini okuyor; 12 Temmuz (1947) Beyannamesi’nde ifade bulan uzlaşma arayışına zıt bir çizgi izlemeyi sürdürüyor. Öyle ki, bütün gazeteciler yargılanıp suçsuz bulunduktan sonra bile, kapatılan gazetelerden Tasvir’in açılmasını İnönü neredeyse emretmek zorunda kalıyor Recep Peker’e. Derken 4 Ağustos 1947’de zamanın cumhurbaşkanı güncesine, başbakanının “benim yeni politikamı takip etmek kudretini kendinde bulamadığı” için istifa etmek istediğine dair bir not düşüyor. İnönü’nün daha ılımlı bir çizgi arayışına karşı CHP’nin “müfrit”leri ise Recep Peker’in etrafında toplanıyor. İşte bu çok tehlikeli. Keskinleşen çatışma, daha 26 Ağustos’ta kendi grubundan güvenoyu alan Recep Peker’i 9 Eylül’de istifaya götürüyor.  

 

25 Şubat 2018’deki yazım şöyle son buluyordu: Bütün bunlardan sonra hakikaten kavrayamıyorum, Mahir Ünal’ın CHP’yi neden “Recep Peker’le bir ilgisi kalmadı” diye eleştirdiğini. Düşünün: Tek Parti geleneğinden çok çekmiş bir merkez-sağın temsilcisi, CHP’yi o Tek Parti geleneğinin doruğundaki Recep Peker’den kopmakla suçluyor. İyi de, söz konusu gelenekten kopmamakla eleştirmiyorlar mıydı yakın geçmişte? Dersim, örneğin, ya da Kürt sorunu, hep bunun bir parçası değil miydi? Bayar ve Mendereslerden ilham almıyor muydu AKP bugüne değin? Peki, 1946-50 geçişinde kiminle ve neyle mücadele ediyordu o Bayar ve Menderesler? Yani şimdi o günlere mi dönsün CHP? Azıcık gelişmiş, evrilmiş, ideolojik bakımdan o kadar katı Atatürkçü, Pekerci, Tek Partici olmayan bir konuma gelmiş. Bu mu kötü olan? Rol modeli diye yetmiş yıl gerilere gidip Recep Peker’e mi rücu etsin? 

 

Yoksa şimdi, bu konjonktürde Recep Peker de mi AK Parti için bir rol modeli?

 

                                                               *          *          *

 

Sağdan soldan sitemler gelmişti. Teskin edilmek istenmiştim, (mealen) aman efendim, hiç mümkün mü, olur mu öyle şey, tamamen bir yanlış anlama söz konusu, yoksa nasıl olur da AK Parti Recep Peker’le ve Recep Peker zihniyetiyle barışabilir…kabilinden sözlerle. Bu konjonktür çok geçici denmişti. Siz bakmayın bir takım önlemlere. Bunların ardından, toplumu ferahlatıcı büyük demokratikleşme hamleleri gelecek. Üç büyük yasa çıkacak: yeni bir siyasî partiler yasası; yeni bir seçim yasası; yeni bir devlet memurları yasası. Başkanlık sistemi asıl bunlarla tamamlanacak ve gerçek hüviyetine kavuşacak… Aynı şeyleri Burhan Kuzu, hem de televizyonlarda vadetmişti bir zamanlar. Gene aynı şeyleri Mehmet Uçum da vâdetmişti, başkanlık sisteminin ilk taslağının medyaya özel tanıtımları sırasında.

 

Hepsi buharlaştı, uçup gidiverdi. Acı gerçek şu ki, sadece şu son iki yazımda toparlamaya çalıştığım olgular dahi fazlasıyla yeterli, altını kuvvetle çizmem için: Hayır, en ufak bir yanlış anlama söz konusu değilmiş Ocak-Şubat 2018’de. Kendisi farkına varsın varmasın, boşuna değilmiş, Mahir Ünal’ın o örtük Recep Peker övgüsü. Çünkü sırf CHP yaşamıyormuş, bir kimlik ve kişilik problemini. Hattâ denebilir ki, CHP’ninki zaman içinde belki bir nebze hafiflerken, 15 Temmuz 2016 sonrasında MHP’nin tavassutu sayesinde derin devletle girdiği yeni iktidar ortaklığı sonucu, asıl AK Parti’nin “çoklu kişilik bozukluğu” hızla ağırlaşmakta ve derinleşmekteymiş. Buradan da gerçekten, tarihsel rol modelleri galerisine artık pekâlâ Recep Peker’in de dahil edilebileceği bir mecraya girilmekteymiş.  

 

- Advertisment -