Bilindik bir hikâyedir: Biri Türk, biri Kürt, biri de Ermeni üç arkadaş bir yaz günü yola çıkar. Hava sıcak, güneş yakıp kavuruyor. Bir süre yol aldıktan sonra susuzluk gelip çatar. Lakin etrafta su yok. Bir bağa rast gelirler. “Bir-iki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın, hem neyse parası veririz” diyerek bir Türkün bağına girerler.
Üzümleri kemal-i afiyetle yerken bağın sahibi çıkagelir. Sinirleri tepesinde ama üç kişiye birden girişmenin kendi hayrına olmayacağını düşünecek kadar da aklı başında. Üç kafadara bakar; kılık kıyafetlerinden ve konuşmalarından birinin Ermeni, birinin Kürt ve diğerinin de Türk olduğu anlar.
Önce diğer ikisine “Vay bu adam Türk, benim kanımı taşıyor, benim malımı yiyebilir; eh, bu Kürt de benim din kardeşim, ona da malım helal-i hoş olsun” dedikten sonra döner Ermeniye; “Ya sen, sen niye benim üzümümü yiyorsun” diye Allah yarattı demeden girişir. Kürt ve Türk yırttıklarını düşünür, sessizce Ermeninin pataklanmasını seyrederler. Bağ sahibi Ermeniyi kıpırdayamaz hale getirinceye kadar döver.
Bağ sahibimiz biraz soluklanır, gücünü kuvvetini toplar, akabinde Kürde döner. “Tamam, Müslümansın da niye benden habersiz üzümlerimi yiyorsun? Bu adam Türk, benim kanımdan, üzümlerim ona afiyet olsun, ama sen yiyemezsin” diyerek bu kez Kürdü haşat eder. Kardeşlik vurgusu Türkün gururunu okşar, olan bitenden hoşnutluk duyar ve Kürdün kafasının gözünün yarılmasını itiraz etmeden izler.
Fakat bağ sahibinin durmaya niyeti yoktur, en son Türkü alır karşısına. “Vay kardeşim, senin Türk olduğunu anladık. İkimizin kanı da bir dini de. Buna da eyvallah. Ama sen, başkasının bağına sahibi olmadan nasıl girersin?” diyerek Türke vurmaya başlar. Peş peşe yumruklar Türk’ün yüzünde patlar. Türk yere kapaklanırken Kürde döner “Biz en baştan o Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” der.
Ne çare; olan olmuş, hepsi bir güzel sıra dayağından geçmiştir artık.
Topal Meclis
Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde birçok kişi muhalefeti uyarmıştı. AKP’nin önerisi ceza hukukunun genel ilkelerine ve yürürlükteki anayasanın ilgili hükümlerine açık bir aykırılık taşıyordu. Vekillerin kendilerini Mecliste savunma ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurma haklarını ortadan kaldırıyordu. Cumhuriyet tarihi boyunca toplam 40 vekilin dokunulmazlığı Meclis tarafından kaldırılmışken, bu kez toptancı bir mantıkla 148 vekilin dokunulmazlık hakları bir kerede ve geçici bir tasarrufla ellerinden alınıyordu.
İktidarın bu hamlesi ciddi bir tehlikeye işaret ediyordu. Zira dokunulmazlık, vekillere tanınan bir ayrıcalık değil, temsilcisi oldukları millet adına daha rahat ve daha iyi vazife yapmalarını temin etmeyi amaçlayan bir güvenceydi. Vekillerin dokunulmazlıktan mahrum edilmeleri düşünülemezdi. Dokunulmazlıktan yoksunluk, vekilleri keyfi muamelelere maruz bırakırdı.
Kaldı ki Türkiye gibi sorunlu demokrasilerde dokunulmazlık, muhalefetin bilhassa sahip çıkması gereken bir müesseseydi; onu iktidarın muhtemel zorlamalarından koruyacak olan buydu. Dokunulmazlığın yokluğu muhalefetin aleyhine, iktidarın lehine işlerdi. Muhalefet dokunulmazlığı gözünden bile sakınmalıydı. Meclisin topal bir Meclis’e dönmesine müsaade etmemeliydi.
Günaydın!
Ne yazık ki öyle olmadı; muhalefet eninde sonunda dönüp kendilerini vuracak olan bir iktidar tasarrufuna karşı yekpare bir siyaset geliştiremedi. HDP hedefteki parti olarak dokunulmazlıkların kaldırılmasına zaten karşıydı. Ama MHP ve CHP farklı tellerden çalıyordu. MHP, AKP’nin ardına gönüllü yazılmıştı. Gözlerin çevrildiği CHP ise, bu gayri hukuki öneriye karşı etkin bir muhalefet göstermesi gerekirken kalktı, iktidara destek verdi. Böylece dokunulmazlıklar muhalefetin omuz vermesiyle rafa kalktı.
Sonrasında olanları biliyoruz. Önce HDP’li vekiller tek tek cezaevine gönderildi. Dün de CHP’li Enis Berberoğlu, hakkındaki dâvâ henüz kesin bir karara bağlanmadan tutuklandı.
Şimdi CHP hançeresini yırtıyor; “halkın temsilcileri tutuklanamaz, içerdeki vekiller derhal serbest bırakılmalıdır” diyor. Günaydın, ama sanırım biraz geç oldu!
Eğer CHP vakti zamanında dokunulmazlıkların kaldırılmasının karşısında dursaydı, bugünkü çığlığının bir meşruluğu olur, insanlar da ona hak verirdi. Ama CHP, AKP ve MHP ile bir olup el birliğiyle HDP’yi dövdürttü. Dolayısıyla — kusura bakmasınlar ama — CHP’nin bu bağırış ve çağırışların ne kimseyi inandıran bir tarafı var, ne de CHP’nin kendisine bir faydası.
Ankara’dan İstanbul’a yürüyecekmiş CHP.
Ne diyeyim?
“Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” diye boşuna dememişler.