Bir siyasi hareketin karakteristik özelliğini; değişim geçirip geçirmediğini, değiştiyse ne yönde evrildiğini anlayabilmenin yollarından birisi de, destekçilerine, o hareketi neden tercih ettiklerini sormak olabilir.
AKP seçmeni olduğunu bildiğimiz insanlara neden önümüzdeki seçimlerde bu partiye oy vereceklerini soralım. Ağırlıklı cevabın, “ülkenin karşı karşıya olduğu büyük sorunlar ve tehditlerle ancak Erdoğan’ın baş edebileceğine inanıyorum” olacağını sanıyorum. Cevap sahibi Erdoğan’a fanatizm derecesinde bağlı olabilir. Ya da mesafeli durmasına karşın Erdoğan dışı seçenekleri zayıf buluyordur. Bunun bizim anlamaya çalıştığımız mesele açısından bir önemi yok. Hangi bağlılık düzeyinden söylenirse söylensin cevabın özünde yer alan iki temel unsur önemli ve bunların fazla değişeceğini sanmıyorum. Bir: Ülkenin varlık yokluk düzeyinde ağır bir sıkışıklıkla karşı karşıya olduğu. İki: Bunu çözecek irade ve otoriteye sadece Erdoğan’ın sahip olduğu.
Bu cevabın, içerik analizi gerektirmeyecek kadar berrak olduğu; nasıl bir psikolojiyi anlattığı ortada. Kuşkusuz milyonlarca AKP seçmeni bugüne kadar yaptıkları ettikleriyle Erdoğan’ı başarılı bulmaktadır. Buradan devşirilmiş bir güven olmadan destek de olmaz. Fakat bugün her şeyi önceleyen yeni bir unsur öne çıkıyor artık: Beka sorunu…
Bu algının daha önemli bulduğum yanı ise seçmenin gözünde lider kültünün artık tamamen parti işlevini silikleştirmiş olduğudur. Parti, Erdoğan iradesinin bir aparatıdır; varlığının bütün anlamını “reis”ten almaktadır.
Türkiye’de siyasetin cemaatçi sosyolojik özellikler taşıdığı,” lider” unsurunun kurumsal yapıdan hep daha önemli olduğu üzerine çok söz edilmiştir. Fakat şimdi içinde bulunduğumuz ortam sadece bu gelenekle açıklanamayacak kadar özgün kanımca. Bu kültürel geleneğin de katkısıyla oluşmuş bir sonuç olarak okuyabiliriz bu durumu, ama “zaten Türkiye hep böyleydi” diyemeyiz. Çünkü Türkiye hiçbir zaman (Mustafa Kemal dönemi ayrı tartışma konusu olabilir) bu derece kişisel iktidar kullanımına maruz kalmadı.
Tarihsel süreç ve mevcut kültür, önemli bir sosyolojik kesimi “iktidarın tek kişi elinde toplanmasının en hayırlı yol olduğuna” inandırmış gözüküyor.
AKP destekçileri de muhalifleri de çok iyi biliyor ki; bu seçimlerde “Cumhur İttifakı” nın çoğunluğu kazanması ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, Türkiye’de tek bir otoritenin denetimsiz, sınırsız iktidar gücünün onaylanması anlamına gelecek. “Güçlü Meclis”, “Yargı Bağımsızlığı”, “demokratik denetim”, “hesap sorulabilirlik”… Kararlı AKP seçmeni açısından bunlar, siyasi tercihlerini etkileyen; içinde bulunduğumuz koşullarda üzerinde durup düşünmeye değer kavramlar değil.
Bugün Türkiye’de devlet pratiğine bakan her göz, yargının, ordunun, hükümetin; kısacası bütün güç alanlarının zaten tek bir irade altında iş yürüttüğünü görür.
Muhalefet ile iktidar seçmeni arasındaki fark, ilkinin bunu ülke için bir felaket görmesiyken ikincisinin bunu tek kurtuluş kabul etmesi.
İzninizle burada yazının başındaki soruya dönelim.
Eğer, kararlı AKP seçmeninin algısı ve sorumuza verdiği cevap konusundaki varsayımımız ikna ediciyse; sizce bugün AKP hareketinin karakteristik özelliği nedir? Bu hareket süreç içinde değişime uğramışsa hangi yönde olmuştur?
Benim cevabım çok açık. Bu hareket belirgin olarak otoriterleşmiştir. Merkezine reisin iradesinin oturduğu; tek adamın kurtarıcı ilan edildiği ve bunun kabul gördüğü; bu irade ile tartışan, fark koyan herkesin tehdit sayılıp uzaklaştırıldığı ve hatta düşmanlaştırıldığı, yasakçılığın ve cezalandırıcılığın ölçüsüzce tırmandırıldığı, otoriter- muhafazakâr- milliyetçi (ve en önemlisi) keyfi bir nitelik kazanmıştır.
AKP’yi 2000’li yılların başında olduğu gibi, ülkeye demokrasi ve adalet getireceği umuduyla; özgürlükleri genişleteceği, devlet baskısını gevşeteceği, ülkeyi birinci lige çıkartabileceği heyecanıyla destekleyen kaldı mı?
Şöyle kapatayım.
Otoriter zihniyet üzerine yazdıklarıma alınganlık gösteren AKP destekçisi sesler oldu. Tercihlerinin otoriterlik olmadığını söylediler.
Ben de altını çize çize diyorum ki; hayır, otoriterliği destekliyorsunuz. “Sorunlar karşısında tek seçenek Erdoğan’dır, bu Anayasa ile o yönetsin” dediğiniz anda otoriterliği tercih etmiş oluyorsunuz. Bunu “gerçekçilik ya da seçeneksizlik” adına yapıyor olmanız otoriterliği tercih etmemiş olduğunuz anlamına gelmez; sadece bunun “mecburi” bir seçim olduğuna inandığınızı gösterir.
Bugün “Reis” i tek seçenek görenlerin, kanımca ruh hallerini anlatabilecekleri en doğru cümle; “ Otoriterliği kaosa tercih ediyoruz” cümlesidir.
Türkiye’nin “kaos ile otoriterlik arasına sıkıştığı” fikri, bir algıyı yansıtıyor. Bir yandan da iktidarın söylem üretme başarısını… Bu, üzerinden atlanıp geçilecek bir tartışma değil. Başka yazıların konusu olsun.
Fakat şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Kendini demokrat sayan bir insanın, bu ülkenin Mustafa Kemal’den bu yana karşılaştığı en kesif “tek adam” otoritesine “mecburen” evet demesi de nasıl bir çaresizliktir bilemem.
“Demokratlık bu memlekette bir masal imiş” diyerek rahatlıyorlarsa tamam…
Yok diyemiyorlarsa, tanrı bu ruh halinin yardımcısı olsun.