Bu makalenin İngilizce orijinali, 11 Ağustos 2015’te Dulce et decorum est to be able to lie like the BBC başlığıyla yayınlanmıştı.
[11 Ağustos 2015] Kırk yılda bir, önce İngilizce yazacak, sonra (zaman bulabilirsem) kendi makalemi Türkçeye çevireceğim.
Zira Batı medyasının Türkiye konusunda yalan üstüne yalan ve gene yalan söylemek konusunda gösterdiği hayasız inattan olsun, bunun için geliştirdikleri (imâ, ihsas, ihmal, görmezlikten gelme, doğrudan atlama, gerçeği hafifçe bükme, ya da olayların sırasını alenen çarpıtma gibi) sofistike yöntemlerden olsun, Adam McConnel gibi benim de giderek canıma tak dedi.
Başlığımı İngiliz Birinci Dünya Savaşı şiirlerinin belki en büyüğünden, Wilfred Owen’ın
Dulce et decorum est’inden aldım. “Hoş ve güzeldir” veya “Ne kadar hoş ve güzeldir” diye tercüme edilebilir. Aslında Romalı şair Horatius’tan bir alıntı ve tamamı Dulce et decorum est pro patria mori şeklinde: “[Ne kadar] hoş ve güzeldir, insanın ülkesi uğruna can vermesi.” Yüz küsur yıl boyunca, Owen’ın kendi nesli dahil İngiliz seçkinler zümresine mensup kimbilir kaç çocuk, Yunan-Roma Klasikleri derslerinde bunu Latince orijinalinden öğrenmiş ve ezberlemiş olmalı.
Kendisi de sâf-derûn bir yurtsever olarak yola koyulan, ama o kadar da sâkin olmayan Batı Cephesinin siperlerinde üç yıl geçirince kızgın, acılı bir savaş aleyhtarına dönüşen Owen, klor gazı yediği için kanlı ciğerlerini parça parça kusmakta olan bir yoldaşlarını yerleştirdikleri arabanın arkasında yürümektedir. Savaş tahrikçisi nutukları nedeniyle bütün milliyetçi demagoglara karşı duyduğu çaresiz öfkeden içi yanarcasına, isimsiz, soyut (ama sanki Erich Maria Remarque’ın 1928’de, kendi Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok [Im Westen nicht Neues] romanında canına okuyacağı lise tarih öğretmeni Kantorek’i haber veren) bir “sen… dostum”a seslenir. Kederle soluk alıp veren mısralar boyu fısıldarcasına, böyleleri, der, savaş meydanlarının gerçek dehşetini yaşayacak olsa,
… o kadar heyecanla tekrarlayıp durmazdınız
umutsuz şan ve şeref düşkünü çocuklara
o eski yalanı: Dulce et Decorum est
Pro patria mori.
Veya, Latince bölümünü de Türkçeleştirirsek,
… o kadar heyecanla tekrarlayıp durmazdınız
umutsuz şan ve şeref düşkünü çocuklara
o eski yalanı: Ne kadar hoş ve güzeldir,
insanın ülkesi uğruna can vermesi.
Dolayısıyla, evet, Owen örneğinde, “insanın ülkesi uğruna ölmesinin hoş ve güzel olduğunu” tekrarlayıp durmak eski bir yalandan başka bir şey olmayabilir. Ama başka bazı durumlarda, muhteva değiştiği halde bizatihî bütün yazma veya konuşma tarzı, üslûbu, kulağa hoş ve güzel gelen bir yalancılıktan ibaret kalabilir.
On beş gün içinde ikinci defa bana bunu düşündürten,Owen’ın kulağımdaki tınısıyla “ne hoş, ne güzel yalan söylüyorlar” dedirten şey, son dönemde Kürt savaşının yeniden canlanmasından kimin sorumlu olduğu noktasında BBC’nin izleyicisini nasıl aldattığı ve yanlış bilgilendirdiğini görmek oldu. 27 Temmuz’da, örneğin, “Türkiye’yi değiştiren hafta” (The week that changed Turkey) başlıklı özetinde BBC, bir dizi olayı aktarırken iki ayrı dil kullandı. Bazılarını tartışmasız gerçek, bazılarını ise en azından şüpheli gibi yansıttı. Bu çerçevede, Suruç’ta IŞİD bağlantılı militanların patlattığı bombanın 32 kişiyi “öldürdüğü” (are killed), ya da sınırda görevli bir Türk askerinin gene IŞİD militanlarınca “vurulup öldürüldüğü” (shoot dead), kısa ve kesin, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ifadelerle vurgulandı. Fakat sonra sıra, “Bu arada PKK’nın, Suruç’a misilleme olarak iki Türk polisini öldürdüğü söyleniyor” ya da “öldürdüğü doğrultusunda haberler alınıyor” (Meanwhile the PKK reportedly kills two Turkish police officers in retaliation for Suruç…) gibi tuhaf bir cümleye geldi. PKK’nın yaptığı konusunda en küçük bir şüphe yokken, nitekim askerî kanadı HPG’nin web sitesinde olayı açıkça ve iftiharla üstlenmişlerken, acaba neden “söyleniyor” ya da bu doğrultuda “haberler alınıyor” (reportedly) dendi? Ve neden, “Suruç’a misilleme” veya “Suruç’un intikamı” ifadesi doğrudan doğruya HPG’nin “eylem raporu”nda yer aldığı halde, BBC bu sözleri doğrudan doğruya PKK’ya izafe etmedi de yoruma açıkmış gibi bıraktı? İki gün sonra (ve üç satır aşağıda anlatıldığı gibi), Türkiye Suriye’deki IŞİD hedeflerinin yanısıra Irak’taki PKK hedeflerini de vurmaya başladı. Peki, BBC bu bombardımanları neden o iki polisin öldürülmesine bağlamadı? Son iki buçuk yılın fiilî çatışmasızlık hali, (“Apo’nun Fedaileri”ne mensup bir timin gece geç vakit lojmanlara sızıp iki polisi susturuculu silâhlarla enselerinden vurarak öldürdüğü) bu iki bilinçli, kasıtlı, soğukkanlı cinayetle hemen oracıkta sona ermemiş miydi? BBC neden bunu böyle yazmak yerine, ancak bombardıman başladıktan sonra PKK’nın “artık ateşkesi sürdürme koşullarının kalmadığını açıkladığı” (Turkey strikes IS and PKK targets in Syria and Iraq; the PKK says the conditions are no longer in place to observe a ceasefire) şeklinde bir özeti tercih etti? Bütün bu kapalı ve dolambaçlı ifadelerin altında ne yatıyordu? Artıları eksileri toplayıp çıkardığınızda, hepsi PKK’nın tekrar “silâhlı mücadele” başlatmada gösterdiği son derece reel insiyatifin üstünün örtülmesi ve kabahatin hükümete aktarılması anlamına gelmiyor muydu? Yanlı ve manipulative habercilik, işte tam bu değilse neydi? — Bunlar hemen ertesi gün Serbestiyet’e yazdığım alaycı, mizahî bir yazıda sorduğum sorulardan bazılarıydı (28 Temmuz: Kompozisyon ödevi (BBC’nin örnek dil kullanımı)).
Üzerinden tamı tamına iki hafta geçti. Dün, yani 10 Ağustos’ta, PKK şiddetinin tırmanışını BBC daha geniş olarak haberleştirme gereğini duydu. İngilizce ifade bakımından son derece sakat, eğreti bir başlık seçtiler: Turkey attacks: Deadly violence in Istanbul and Sirnak. Neden eğreti ve sakat? İkinci kısmında sorun yok: “İstanbul ve Şırnak’ta ölümcül saldırılar” (kimden geldiği belirtilmese de). Ama ilk kısmı, en azından bazı okuyucular tarafından, “Türkiye’de saldırılar” değil de “Türkiye saldırıyor” gibi anlaşılabilecek nitelikte. Geçelim. Öyle veya böyle; PKK’nın Şırnak’ta patlattığı bombayla dört polisin öldüğünü, PKK’nın askerî bir helikoptere yaptığı roketatar saldırısıyla da bir askerin öldüğünü, İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde gene PKK’nın yerleştirdiği bomba yüklü bir aracın patlamasıyla da üçü polis on kişinin yaralandığını tek tek sıralamışlar.
Ne ki, bundan sonra sıra yorum faslına, yani okuyucuların bu olayların arka planı ya da aralarındaki bağlantılar hakkında bilgilendirilmesine, neden cereyan etmekte olduklarının açıklanmasına geldiğinde, işler gene karışıyor. Bu yazının “başlık resmi” yerine aldığım alıntılar bununla ilgili. Durup bir bakın lütfen. (a) Aynen 27 Temmuz özetinde olduğu gibi, çatışmasızlık halinin “Türkiye’nin kuzey Irak’taki PKK kamplarını bombalamaya başlamasıyla” sona erdiğini iddia ediyorlar. (b) Bu bombardımana neyin yol açmış olabileceği, en azından Türkiye’nin bunu nasıl açıkladığı konusunda ise tek bir şey, gerçekten tek bir şey söylemiyorlar. (c) Bunun yerine, sadece PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın sözlerini aktarmak suretiyle, okuyucularına yalnızca PKK’nin izah tarzını sunuyorlar. (d) Bayık’a bakılırsa, Türkiye sırf IŞİD’e yardım amacıyla PKK’ya saldırmaya koyulmuş. Anlaşılan, PKK’nın kendisi Türkiye’ye dönük hiçbir şey yapmaz ve öyle dururken, “PKK’nın IŞİD’e karşı verdiği savaşı kısıtlamak için” saldırıya geçmişler; “Türkiye IŞİD’I koruyor”muş (They are doing it to limit the PKK’s fight against IS. Turkey is protecting IS). (e) BBC bu pisliği alıntılamakla kalmıyor; sonraki iki yorum cümlesinde destekleme ve pekiştirmeye de girişiyor: PKK dahil Kürt savaşçıları IŞİD’le savaşıyor ve zaferler kazanıyormuş. Gelgelelim, ne tuhaftır ki anlaşılmaz birtakım nedenlerle Türkiye, PKK’yı hâlâ terrörist bir örgüt saymaya devam ediyormuş.
Yakın zamanda, Türkiye’nin yerli basınının tek-yanlı bir AKP düşmanlığına boğulmuş kesimi dahil hemen hiçbir yerde, bundan daha kaba bir dizi yalan ve çarpıtma okumadım diyebilirim. Hürriyet ve Sözcü’de dahi, PKK’yı çatışmaların tekrar başlamasına ilişkin her türlü sorumluluktan bu denli aklayan herhangi bir yoruma rastlamakta zorlanırsınız; Türkiye’nin sırf IŞİD’i korumak ve desteklemek için PKK’ya saldırdığı iddiasına gelince, özellikle bunu yalnızca PKK veya HDP medyasında bulabilirsiniz. İşin gerçeği şu ki, BBC’nin Avrupa servisinden en yukarıdaki editor ve yayın yönetmenlerine kadar birileri, bu saygın kuruluşu muazzam bir dolduruşa getirmiş ve halen de getirmekte. Kim satmış olabilir bu büyük yalanı? Belki de gene BBC’nin Türkçe ve/ya Türkiye servisleri — kendileri son derece AKP ve Erdoğan düşmanı kesildikleri için, ya da bir zamanların Türk solunun miadını doldurmuş bir “devrimci şiddet” fetişizmi yüzünden PKK’nın eleştirisiz kuyrukçuları haline gelmiş kalıntılarıyla peydahladıkları duygusal yakınlık gereği, nesnel haberciliğin profesyonel icaplarını unutup, İngiliz ve genel olarak Batı kamuoyundan şu alenî ve aşikâr gerçekleri saklama noktasına varıncaya kadar:
(1) PKK’nın ve çeşitli kollarının üzerinde yükselen kucaklayıcı çatı örgütü olarak KCK, 11 Temmuz’da, bundan böyle Kürt bölgesindeki her türlü yol, baraj veya kalekol yapımı faaliyetine “askerî amaçlı” olduğu gerekçesiyle ve kuvvet kullanarak müdahale edeceğini açıkladı. Dahası, (KCK/PKK’dan gelecek) bu müdahalelere karşı güvenlik güçlerinden gelebilecek her türlü tepki ve müdahaleye misillemede bulunacaklarını duyurdu. Türkiye kamuoyunda bu, iki buçuk yıllık fiilî çatışmasızlık döneminin sona erdiğinin ilânı olarak yorumlandı.
(2) Nitekim KCK açıklaması yayınlanır yayınlanmaz, Doğu ve Güneydoğu illerinin çeşitli noktalarında PKK yol kesmeye, kimlik kontrolü yapmaya, TIR yakmaya, iş makinelerini ateşe vermeye; bu ve benzeri yöntemlerle kendini bölgenin tartışmasız biricik hâkimi olarak empoze etmeye girişti.
(3) Cemil Bayık’la birlikte KCK’nın iki eşbaşkanından biri olan Bese Hozat, 15 Temmuz’da Kürt hareketinin yasal günlük gazetesi Özgür Gündem’de yayınlanan yazısında, “yeni bir devrimci halk savaşı süreci”nin başladığını açıkladı ve savundu.
(4) Dört gün sonra, yani 19 Temmuz’da, KCK’nın diğer eşbaşkanı Cemil Bayık, Kürt halkını “öz savunma” amacıyla silâhlanmaya, hattâ Vietkong örneğinde olduğu gibi bütük köylerin altına tüneller kazmaya çağırdı.
(5) Hemen ertesi gün, yani 20 Temmuz’da Suruç patlaması meydana geldi. Tek bir intihar bombacısı kalabalık bir solcu gençler grubunun ortasına girip kendini havaya uçurdu ve toplam 32 kişi öldü. Herşey IŞİD’e işaret ediyordu.
(6) Ne ki, bunun da ertesi günü, yani 21 Temmuz’da, Özgür Gündem’de gene Bese Hozat’ın bu sefer “Pirsus [Suruç] katliamının sorumlusu AKP’dir” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Yazı, başka hiçbir kanıt göstermeksizin, PKK’nın son bir yıl boyunca Batı’yı Türkiye’ye karşı provoke etmek amacıyla tekrarlayıp durduğu, bütünüyle temelsiz “AKP = IŞİD” denklemi üzerine kuruluydu.
(7) Bese Hozat’ın yazısını gerçeğin saf ve mutlak ifadesi sayan PKK, ertesi gün, yani 22 Temmuz’da, Ceylanpınar cinayetini gerçekleştirdi (pardon, gerçekleştirdiği “söyleniyor”). O iki polisi uykularında öldürdü ve eylemin Suruç katlimına misilleme teşkil ettiğini HPG web sitesinde açıkladı.
(8) O âna kadar, PKK’nın çatışmasızlık halini defalarca ihlâl etmesine ve nihayet artık böyle bir şey kalmadığını dahi (11 Temmuz’da) küt diye açıklamasına karşın, hükümet PKK’ya karşı herhangi bir silâhlı eyleme girişmemiş, tek bir saldırıda bulunmamıştı. Ancak iki polisin öldürülmesinde somutlanan açık, çıplak ve görmezlikten gelinmesi olanaksız meydan okumadan sonradır ki, 23 Temmuz’dan itibaren Türk hava kuvvetleri Kandil’i ve kuzey Irak’taki diğer PKK kampları ile üs bölgelerini bombalamaya başladı.
(9) Belki şu söylenebilir: (a) PKK’nın bu derece güçlü bir karşılık beklememiş ve biraz hazırlıksız yakalanmış olması mümkün. Herhalde bunun da ardında (b) IŞİD’e karşı savaşıyor olması nedeniyle, özellikle ABD tarafından müttefik sayılmaya devam edeceği, dolayısıyla Batı’nın bir şekilde müdahale edip Türkiye’nin elini kolunu bağlayarak PKK’yı çok ağır bir karşı-darbeden koruyacağı varsayımı yatıyordu. Oysa bu tamamen yanlış, hayalci bir düşünce tarzıydı, çünkü bir, ABD’nin bir müttefik olarak PKK’yı Türkiye’den daha fazla önemseyeceği fantezisine dayanıyor; iki, Türkiye’nin ABD önderliğindeki koalisyona katılıp IŞİD’e karşı doğrudan askerî eyleme geçmesinin olası sonuçlarını zerrece hesaba katmıyordu. Nitekim, IŞİD’in sınırda devriye gezen bir Türk askerini vurmasının ardından, Türkiye, artık kendi angajman kurallarının da cevaz verdiği şekilde, ânında IŞİD’i de bombalamaya başlayıp, bir de İncirlik üssünü Amerikan ve genel olarak koalisyon savaş uçaklarının kullanımına açtığında, boşlukta inşa edilen bütün bu kağıttan şatolar darmadağın oluverdi.
(10) Ancak bundan sonra ve bu yüzdendir ki, gerek kendi lideri Cemil Bayık, gerekse piyonu, HDP eşbaşkanı Selâhattin Demirtaş aracılığıyla PKK, biraz acıklı, acındırıcı bir havaya bürünerek, Türkiye’nin sırf zavallı masum gerillalar olanca erdemleriyle IŞİD’e karşı savaşmaktan başka bir şey yapmadıkları için PKK’ya saldırdığından yakınmaya koyuldu. Bu, özellikle Batı’da tüketilmek için hazırlanmış bir kokteyl. Nitekim BBC de beğenip biraz fazla kaçırdığından olacak, hafiften kafayı bulmuş, çakırkeyif olmuşu andırıyor.
Geriye sadece, neden diye sormak kalıyor. Ama belki de bunu, asıl BBC editörleri ve üst yöneticilerinin, yanlarına Avrupa servisini de alıp, Türkçe/Türkiye servisine sormaları lâzım: Acaba özellikle yukarıda 1.-8. maddelerde yer alan noktaları neden şimdiye kadar doğru sırasıyla bildirmemiş, haber yapmamışlar? Başka bir deyişle, bu ve benzeri hususlar neden şimdiye kadar BBC bültenlerinde yer almamış? Türkiye servisi bu noktalardan haberdar değil miymiş? Onlar mı doğru haber yapmamış ve gelen bilgileri yukarıya aktarmamış, yoksa daha üst kademelerin editoryal müdahalelerinin mi kurbanı olmuşlar? Son tahlilde, çatışmasızlık durumunun nasıl, tam ne zaman, hangi gerekçeyle ve kim tarafından sona erdirildiğine, koskoca BBC nasıl da bigâne kalabilir veya doğru teşhis koymayabilir? Sadece PKK görüşünü aktarıp Türkiye hükümetinin pozisyonuna en azından bir atıfta bulunmamayı nasıl açıklayabilirler? Cemil Bayık’ın, Türkiye’nin sırf IŞİD’le savaşıyorlar diye PKK’ya karşı harekete geçtiği iddiası, nasıl olur da bu tür bir editoryal destek bulabilir?
Ateşkesi Türkiye’nin sona erdirdiği konusunda ilk 27 Temmuz’da yazıp 10 Ağustos’ta tekrarladıklarını düşündüğümde, şahsen beni bütün bu yanlış bilgilendirme ve haberleştirmelerin kasıtlı olmadığına ikna etmelerinin çok, ama çok zor olacağını ifade etmek isterim.