AK Parti iktidarının ilk yıllarında, muhaliflerin temel tezi “Erdoğan’ın ABD icazetiyle iktidara geldiği” şeklindeydi. Bu tezin zaafıysa, “Türkiye’de iktidarı Washington’un belirlediği” ön kabulüydü. Tabii bu yeni bir düşünce şekli de değil. Ülkemiz sol hareketinin ana damarının, buna yakın bir zihniyete meyilli olduğu söylenebilir. ‘İktidarı her zaman ABD’nin belirlediği’ şeklindeki yaklaşım kafa karıştırıyor.
Ülke içi siyasi durumu anlamayı zorlaştırdığı gibi, demokrasi mücadelesini de zayıflatan bir etki yapıyor. Her şeyi o belirliyorsa yapacak bir şey yok deyip teslim bayrağını çekmek mümkün. ABD, bir süper devlet olarak, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de iktidarın belirlenmesinde belirli ölçülerde rol oynuyor. 1960’larda, ‘sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşları’ döneminde ABD, askeri müdahale ve darbe tezgahçısı olarak, etkindi. Her şeyin ABD tarafından belirlendiği bir dünyada yaşamıyoruz. Ülkelerin iç dinamikleri, bölgesel dengeler, iç siyasi krizler var.
Ülkelerin dış müdahalelere karşı direnç güçleri, bunlardan etkileniyor. Dengeler değişiyor. Eğer bir ülkenin iç siyaseti istikrarlı değilse, demokrasisi doğru dürüst işlemiyorsa, ekonomisi ve askeri yapılanması güçlü olan ülkelerin o ülkelere müdahale gücü artar. Afganistan, Irak ve Suriye örneklerinde olduğu gibi açıktan askeri müdahale gündeme gelebilir. Veya Mısır örneğindeki gibi ‘askeri darbeye icazet’ söz konusu olabilir.
Eğer bir ülke siyasi bakımdan istikrarlıysa, ekonomisi düzgünse, demokrasisi işler haldeyse, o ülkeye açıktan müdahale etmek zorlaşır. Süper güçler, genelde, siyasi zafiyetlerin ürünü olarak bir ülkeye müdahale edebilirler. Veya zaaf potansiyeli olan ülkede kargaşa çıkarıp müdahale zemini oluşturabilirler.
İnsan hakları
Şimdi Erdoğan-Biden görüşmesini izliyorum. Bir kesim, bütün yaşadığımız krizlerin ve açmazın sorumlusunun ABD olduğu inancında. Bu yaklaşım iktidar tarafında olanlarda da var, muhalefet tarafında olanlarda da. Aslında bunun teslimiyetçi bir özü olduğunu söyleyebilirim. Washington her istediğini yapabiliyorsa, karşı çıkmak da anlamsız hale gelebilir.
ABD, kendi sınırları içinde, dünya standartlarına göre gelişmiş demokrasiye sahip bir ülke. İç eleştiri mekanizması iyi işliyor. Emperyalist bir ülke olmakla birlikte, Amerikan toplumu, dünya çapında entelektüel birikimi, yaratıcılığı teşvik eden bir karaktere de sahip. İnsan hakları meselesine gelince… ABD’den ya da Batı’dan gelen bu tür eleştirileri ’emperyalist bir dayatma’ veya yapay bir gündem olarak yorumlayan otoriterleşme taraftarlarına şunu hatırlatmakta yarar var: