Akçuraoğlu, “Büyük Turan ırkı” olarak Türklüğün geniş coğrafyasına uzanarak, Türk Hindistanı’ndan, Çin Türkistanı’ndan ve İran’daki Türklerden bahseder. Ona göre Türk ırkı Asya’nın efendisidir, insanları idare etme ve onlara hükmetme dehasına sahiptir.
Türklüğe ontolojik ve aşkın bir değer atfeden bu ırkçı- milliyetçilik, şu iddiaya bağlanır: “Fikrimizde sabitiz: Osmanlı Türklerinde hâkimlik ve idarecilik istidadı henüz kâmilen zail olmamış ise [tamamen tükenmemiş], milli ananelerinden elbette ayrılmayacaklardır.”
Ağaoğlu ve Akçuraoğlu, beyazbrakisefal Aryan ırkını medeniyetlerin kurucusu ve taşıyıcısı olarak kabul eden, Türkleri “barbar ve geri kalmış” ırklar sınıfına koyan, Gobineau’nun meşhur Irkların Eşitsizliği Üzerine Denemeler’inde tafsilatlarıyla işlediği sözde-bilimsel iddiaların egemen olduğu “bilimsel” çerçeveye karşı; Mustafa Celalettin ve Ali Suavi’nin başını çektiği Türkçü aydınların, Türklerin de “üstün ırk” grubuna mensup olduğunu gösterebilmek için başlattığı çalışmaların izinden gitmektedirler.
Mustafa Celalettin Paşa, 1870’te kaleme aldığı Les Turcs Anciens et Modernes (Eski ve Yeni Türkler)’de Türklerin Aryan ırkına mensup olduğunu ileri sürmüştür. Muhbir ve Ulum gazetelerine yazdığı yazılarda Ali Suavi de, Türklerin yalnızca askeri zaferler peşinde koşan bir topluluk olmadığını, aksine, dünya medeniyetine hizmet eden bir ırk olduğunu ve tarihteki bazı kavimlerin de Türk kökenli olduğunu söylemiştir.
Unutmamak gerekir ki modern anlamda 19. yüzyılda ‘bilimsel ırkçılık’ın yükselişinden önce, ‘ırk’ kavramı, ‘kültür’ kavramının işlevini yerine getirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise şaşırtıcı olmamakla birlikte ırkçılık açık bir biçimde biyolojik karakterinden soyutlanarak yeniden kültürel özünü edinmiştir.
Zira, yeni ırkçı kavramsallaştırmanın kültürcülüğü veye kendisini kültüre özgülemesi ırk kavramının bir hiyerarşi meselesinden ziyade bir farklılık meselesi olduğu olgusu ile paralel gelişmiştir. Fanon, Cezayir bağlamında bunu vulgar bir ırkçılıktan kültürel ırkçılığa doğru bir değişim olarak yorumlar.
Örneğin, Ömer Seyfeddin’in “Milli Hikâye: Piç” başlıklı yazısı Türk milliyetçiliğindeki Batı nefreti ve yabancı düşmanlığının özellikle sert ve grotesk bir biçimde kristalize olduğu çarpıcı bir örnektir. Bir sonraki yazımızda bu yazının içeriğine değineceğiz.