Ana SayfaYazarlarAna bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-5

Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-5

 

Seyfeddin’in hikâyesinde yazarımız işte bu koşullardaki Mısır’da ecnebi bir lokantaya girer. Burada eski okul arkadaşı Ahmed Nihad’ı görür. Ama Ahmed Nihad eski Ahmed Nihad değildir. Vatanını unutmuş, Türklük ruhunu kaybetmiş ve Avrupalılaşmıştır:

 

“Şapkanın altından yabancı ve şarklı duran gözlerini hemen tanıdım. Bu, benim mektep arkadaşımdı. Burada ne arıyorsunuz, gezmeye mi geldiniz [diye Seyfeddin’e sorar]. Hayır, geçiyordum dedim. Nereye? Bingazi’ye. Ooo, kahramanlık ha. Fakat boşuna çalışıyorsunuz. Artık orası yandı [Seyfeddin cevap verir]. Şapka giyen Türkler öyle sanırlar.”

 

“Şapka giyen Türk” imgesi kendine yabancılaşarak Avrupalılaşmış Türkleri temsil eder. Ahmed Nihad, böyle topyekûn bir yabancılaşma, ecnebileşme, soysuzlaşma timsalidir:

 

“Tanıdığım Ahmed Nihad katolik olabilir. Akîdesini esvap gibi değiştirebilen, vicdanını adi bir eşya gibi satan insanlar bu dünyada az değildir. Lâkin İstanbul’da doğan, anası Türk, babası Türk olan, Türkçe konuşan bir aileden çıkan, damarlarında Türk kanı akan bir Ahmed Nihad milliyetini değiştiremez. Fransız olamaz, yalnız kendini aldatır.”

 

Seyfeddin milli kimliği açık seçik bir biçimde “damarlarda akan kan” üzerinden tanımlar. Ahmed Nihad’ın Türklüğünü reddederek artık Avrupalı olduğunu iddia etmesi bu nedenle Seyfeddin’in büyük tepkisine sebep olur. Zira “kan”, Ahmed Nihad’ı kati surette Türklüğe bağlıyor olmalıdır. Etno-milli kimliğinin değişmez özüne aykırı davranan Nihad, Seyfeddin’in gözünde bir nefret nesnesine dönüşür:

 

“Bu milliyetinden çıkmış herif, denizden çıkmış veya patlamış ölü bir köpek balığına benziyordu. Adeta bir taaffün [kokuşma] duyuyor, iğreniyor, iğreniyordum.” Seyfeddin’e göre Batı, Türklüğü her şeyiyle hakir görmekte, aşağılamaktadır. Batı’nın Türklüğe dair ne düşündüğünü, Ahmed Nihad’a atfettiği şu cümlelerle yansıtır:

 

“Türk ve Türklüğe benzer her şeyden tiksinir, iğrenirdim. Babam, iri vücudu, geniş omuzları, kuvvetli kolları, ablak çehresi, kalın dudaklarıyla tıpkı budala bir Türk pehlivanını andırırdı. Bütün hareketleri adi, kaba ve bayağı idi. Gayet narin ve nazik bir Çerkes olan annem, ondan nefret ederdi. İstanbul bana zindan gibi gelirdi. Levanten arkadaşlarım olmasaydı belki deli olurdum. Geceleri Avrupa ve garp şehirleri rüyama girer, daima odama kapanır, bağırarak milli parçalar, operalar söyler oynardım.”

- Advertisment -