Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin tanımlanmasına yönelik tartışmalarda gözlenen, ırkçılığı sadece biyolojik-fizyolojik-antropolojik ve/veya kan bağına dayalı bir düşünce sistematiğine indirgeyen ve bunu “kültürel” milliyetçilikten bıçakla kesilmiş gibi ayıran yaklaşımların göremediği nokta şudur: ırkçılığın içeriğine ve tanımına yönelik bu ayrımlar, Türk milliyetçiliğinin kurucu kuşağını oluşturan Türk Yurdu yazarları tarafından pek de önemsenmiyordu.
Buradaki problem, bu ayrımlara onlar adına dikkat ederek onları ırkçılıktan azat etmeye çalışan bir tutumun takınılmasıdır. Unutmamak gerekir ki, ırkçılık sadece kan bağına, antropolojik temele dayanan bir tanımlama ile sınırlı olmayıp, Türklüğü tanımlamakta kullanılan özcü ve etnisist unsurların da pekâlâ kültürel ırkçılık kategorisinde değerlendirilebilmesi mümkündür.
Tabii Türk Yurdu’nda ırkçılığın sistematik bir hal almadığı argümanı tartışmaya açıktır. Türk Yurdu yazarlarında ırkçılığın sistemli bir düşün modeli olmadığı ileri sürülebilir, ancak en ‘iyicil’ yaklaşımla bile ırkçı motiflerin varlığı inkâr edilemez. “Mili ruh” ya da “Türk milli mefkûresi”, kullanılan semboller, kültürel ve etnik öğelerle kan ve ırka raptedilmiştir.
Burada ilk karşılaştığımız olgulardan biri kavmiyet, etnisite, cins, ırk, soy, milliyet kavramlarının Türklüğü tanımlamada birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanılmasıydı. Bu kavramlar çok defa kan bağına dayalı ırkçı bir örüntü içermekte ve bu ırkçı söylem kültürel milliyetçiliğe yedirilmektedir. Türklük özcü bir tanımla ele alınmaktadır. Dolayısıyla, bazı akademisyenlerin Türk Yurdu’ndaki milliyetçi yazarlar kuşağının ırkçı olmadıkları yolundaki ısrarın yerinde olmadığını söyleyebiliriz.
Ayrıca Türk milli kimliğinin inşa sürecini şekillendiren bir etmen olarak ırkçı motifler sadece biyolojik-fizyolojik veya antropolojik bir damardan besleniyor değildir. Irkçılık Türk kimliğinin özselleştirilmesi ve biricikleştirilmesi ile ortaya koyulan bir üstünlük söylemiyle de kendini yüksek perdeden belli edebilir.
Örneğin Nazan Maksudyan’ın erken cumhuriyet döneminde milliyetçi ideolojinin düşünsel arkaplanını hazırlayan belli başlı araçları analiz etmeye giriştiği Türklüğü Ölçmek çalışmasındaki temel tezi, Türk milliyetçiliğinin ve devletin vatandaşlık kurgusunun arkasında ırkçı-etnik bir arkaplanın yatmakta olduğu, bunun içinde de “biyolojik ırklar” antropolojisinin önemli bir yeri bulunduğudur. Maksudyan’ın bu tezini eleştiren Suavi Aydın ise, Türk milliyetçiliğinin vatandaşlık esasına dayanmadığını kabul etmekle birlikte; kültüralist-etnisist bir milliyetçilik tipi olduğunu ve bu milliyetçilik tipinin ırkçılıktan epeyce farklılık arz ettiğini ileri sürer.
Burada Suavi Aydın’ın Maksudyan’ın ırkçılığı bütün Türk milliyetçiliği tarihi içinde bir leitmotiv olarak gören yaklaşımına yönelik eleştirisinin, haklı noktaları içermekle birlikte sorunlu olduğunu düşünüyorum. Zira kültürel-etnisist bir milliyetçiliğin de, Türk kimliğini ezelden ebede uzanan bir süreklilik içinde üstün niteliklerle donatması bağlamında pekâlâ ırkçı bir bakışa tekabül edeceğini iddia etmek mümkün.
Türk Yurdu’nda Türklüğün tanımlanmasına yönelik bu türden kültürel özcülükle malûl çok sayıda makaleye rastlamaktayız. Sonuçta, ırkçılığın hem Maksudyan hem de Aydın tarafından yalnızca biyolojik-fizyolojik bir kategori olarak tanımlanmasının, ırkçı ideolojinin farklı örüntülerinin ve onun milliyetçilikle olan girift ilişkisinin anlaşılması bakımından dar bir çerçeve sunduğu kanaatindeyim.