Geçtiğimiz hafta sonu Kızılcahamam’da Anadolu Platformu'nun düzenlediği 'Yüz Yıllık Muhasebe ve Yeniden İnşa' sempozyumundaydık. Platform 2006 yılından beri sessiz ve derinden çok kıymetli çalışmalara imza atıyor. Bunu yaparken Anadolu’nun engin birikimine, örgütlenme, dayanışma paylaşım, barış içinde bir arada yaşama tecrübesine yaslanıyor. Bugüne kadar adalet, özgürlük hikmet, ibadet, istişare, dayanışma, ümmet, kardeşlik gibi kavramlar etrafında şimdiki zamanın koşullarını göz ardı etmeyen çok önemli tartışmalar yapıldı, yaşanan problemlere çözüm önerileri sunuldu.
Yönetim kademesinde Ramazan Kayan, İbrahim Bahar, Ümit Aktaş, Rabia Aldemir, Süleyman Dağ, Davut Güler, İbrahim Gezer, Necip Cengil, Nesrin Karataş, M. Hanifi Fırat, Altan Özkanlı, Kamer Çamurluoğlu, Mahmut Kaçmazer, Mehmet Kayış, Mustafa Doğu ve Ersin Eryılmaz gibi isimlerin bulunduğu platformun çok daha geniş bir istişare ağı var.
Amaçlarını anlatırken tanımlamaktan çok tanımayı esas aldıklarını, farklı düşüncelere karşı saygılı olmayı önemsediklerini, Anadolu’yu coğrafya isminden çok birlikte yaşama formülü olarak gördüklerini belirtiyorlar. Renklerin birbirine dönüşmeden kendini özgürce ortaya koyabildiği toplumsal hayatı savunan güzel bir topluluk.
Anadolu Eğitim ve Davet Gönüllüleri Platformu’nun önceliği değişen dünya koşullarını doğru okuyarak, bu koşulların gerektirdiği yeni bir ruh, yeni bir yapılanmayla hayırda yarışanlar için bir kalkış noktası olmak. Ehliyet ve liyakate önem vererek, kurumsal meşveretin esas alarak, insan/aile merkezli, medeniyet eksenli bir anlayışla hareket etmeyi şiar edinmişler. Parçalanmış, birbirine yabancılaşmış; fikirde, tasavvurda, eylemde birbirinden ayrılmış insanları ortak paydalarda buluşturmak istiyorlar.
İslam ahlakını esas alarak bireyi, aileyi, toplumu ve çevreyi bütünlük içinde değerlendiren çalışmalarını takip ediyorum ama zaman hızla geçmiş ve on yıl dolmuş bile. Kadın ve çocukların dışlanmaması, doğa yürüyüşleri, uçurtma günleri dahil birçok çevresel etkinliğin gerçekleşmesi, her yaşa uygun kitap okuma, gündemi tartışma, yazarlarla buluşma etkinliklerinin yanı sıra gönüllülerin birçok yardım çalışmasına katılması çok etkileyici. Bütün bunların kamu alanının bir zenginlik ve paylaşma alanı olarak yenirden yapılanmasında, başkalarına dair sorumluluk bilincinin yükselmesinde büyük etkisi var.
Bugüne kadar gerçekleşen sempozyum başlıkları; Eğitim ve Sivil Toplum, Değer Merkezli Kurumsallaşma, Erdemli Toplumun Temeli olarak Ahlak ve Buhranımızın Çareleri, Medeniyet Tasavvurumuz, Gençlik ve Gelecek, İnsanlığın Adalet ve Özgürlük Arayışı, Değişen Dünya ve İslam, Siyaset Ahlak ve Cemaatler, 100 Yıllık Muhasebe ve Yeniden İnşa.
Kurucu başkan olarak Turgay Aldemir umut veren yaklaşımlarını platformun sitesinde şöyle açıklıyor:
"Uzun dönemdir var olan ve ortaya çıkacak sorunlarımızı hangi İslami telakkiyle, metodoloji ile ele alacağımızı tartışmamız lazım. Gücün yozlaştırılmasına karşı değerlerle yol almalıyız. Güçlünün değil Hakkın yanında yer almalıyız. Farklı bakışlar, alternatif yollar geliştirmeliyiz. Bu süreçte özgüvenimizi sarsmadan birbirimize yaslanarak ayakta kalıp yeni nesillere, yeni topluluklara umut aşılamalıyız. Yeniden bir var oluş sürecini ancak bu şekilde diri tutabiliriz. Yolu şaşırmamak ve ne istediğini, ne istemediğini bilmek için elimizdeki tek sigorta, vicdanımızdır. Bizim vicdanımız da Allah’a ve ahirete imanla şekillenir."
2012’deki çalışmaya ‘Türkiye’nin Ortak Vicdan Tecrübesi’ tebliğiyle katılmıştım. Bu kez sanat bahsinde ele aldığım konu ‘Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri’ idi. Oturumun yöneticisi Kamer Çamurluoğlu, diğer konuşmacısı da sanatın hayatımızdaki yerini ve sanat anlayışımızı analiz eden Cihan Aktaş olunca sonrasında kendi aramızda sohbete devam ettik.
Mütedeyyinlerin başlarından geçenleri, son on yıllardaki tecrübelerini neden sanatın, edebiyatın diline yeterince aktaramadıklarını soruyordu gençler. Masadaki kadınlardan biri yirmi beş sene önce görsellikten nasıl kaçtıklarını anlattı. Düğününde gelinlik giymemiş, fotoğraf çekilmesini istememişti. İslamcılık sadelik ve görünmezlik olarak düşünülüyor, eve koltuk almak bile ideallerden kopuşun emaresi olarak görülüyordu. Ailelerin maddi taleplerinin, törensel isteklerin geri çevrildiği zamanlar. Gerçekten de yıllardır nice toplantılara, panellere, sempozyumlara, çalışmalara katıldık tek bir fotoğrafımız yok. Bundan memnunum kendi adıma ama bu kadar iz bırakmamak kötü mü oldu yoksa diye düşünmeden edemiyor insan.
Rabia Aldemir Kur’an çalışmaları arkaik ve çağ dışı diye tanımlandığı her an cezalandırılabileceği için, bu durumun ister istemez gizlilik duygusuna yol açtığını söyledi. Mümkün olduğu kadar bilinmemesi, yayılmaması için çaba gösteriliyordu. İhvanı Müslimin’in gizlilik tutumuna benzetti bu durumu, onlar da ceberut yönetimden sakınmak için daha ahlaklı ve erdemli bir topluluk olma yolundaki derslerini birbirlerinden bile gizli yürütürmüş.
Anadolu Platformu gibi inisiyatiflerin toplumsal zemininin oluşumunda kadınların fedakârlıkları göz ardı edilemez. Neredeyse medreseye dönüştürülmüş evler, kalabalık ders gruplarına iki gün öncesinden başlayarak pişirilen yemekler, panellerde uyuklayan çocuklar, eşine zaman ayıramayan erkeklerle sürdürülen yaşam biçimi. Fisebilillah gelip giden yatılı konuklar, gençler okusun diye verilen amansız uğraşlar da işin cabası. Yaşananlar belki de genç kuşaklar eliyle sanata yansır. Artık bir el kamerasıyla bile bir belgesel çekmek mümkün. Yeter ki anlatacak sağlam bir hikâye olsun.
28 Şubat sürecinde çok acılar yaşandı bunların bir kısmı basında yer aldı ama genelde çoğu kişi konuşmadı, anlatmadı. Tekil hikâyelere ulaşmak çok zordu bu yüzden. Daha sonra dava açıldığında da hakları ağır biçimde ihlal edilmiş birçok genç kadın müdahil ya da davacı olarak katılmayı reddettiler. Resmimizin çekilmesini istemiyoruz, görünmek istemiyoruz, hayatımızı bir şekilde dengeye getirdik unutulup gidelim artık, başımızdan geçenleri Allah’a havale ettik diyorlardı. İlahi adalet her şeyin üzerinde ama bu dünyada da adaleti tesis etmek çok değerli ve kötülüklerin tekrarlanmaması için bir hamle gerekliydi.
Anadolu Platformu’nun dışarıdan gelen rol dağıtma ve tahakküm çabalarına işaret etmekle beraber esas olarak iç dinamikleri harekete geçirmeye yönelmesi çok önemli. Umudu yeşertmek için halis bir niyetle yola çıkıp emek veren her hareket bereketli bir karşılık görecektir iki cihanda.