Anayasa Mahkemesi (AYM), Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın yaptığı bireysel başvuruları görüştü ve her iki yazarın tutukluluğunda hak ihlali yapıldığını tespit etti. Anayasanın 153. maddesinin son fıkrasına göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Anayasanın bu hükmü ek bir izah gerektirmeyecek kadar sarihtir. AYM’nin kararları herkesi bağlar. Bireysel başvurular söz konusu olduğunda da bu kararlar herkes için, ama herhalde öncelikli olarak başvuruya konu olan dâvâya bakan mahkemeler için bağlayıcı olur. Dolayısıyla AYM bir hak ihlali yapıldığına hükmettiğinde yapılması gereken bellidir: Karar ilgili mahkemelere tebliğ edilir; ilgili mahkemeler de bu ihlali sonlandırmak için gerekeni yapar.
Ağır Ceza Mahkemelerinin tavrı
Ancak Alpay ve Altan’ın dâvâlarının görülmekte olduğu ağır ceza mahkemeleri, Türkiye’de bir “ilk”e imza atarak, AYM kararının gereğini yerine getirmekten kaçındılar. Alpay’ın dâvâsına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kararında üç noktaya dikkat çekiyor:
(1) AYM, delil değerlendirmesi ve yerindelik denetimi yapamaz. Oysa bu kararında delilleri değerlendirerek ve yerindelik denetimi yaparak, kendi kuruluş kanununa ve Anayasaya aykırı hareket etmiştir.
(2) AYM, kendisini davaya bakan birinci derece mahkemesi yerine koyarak bir hüküm tesis edemez. Oysa bu kararında AYM, dâvâyı incelemekte olan ağır ceza mahkemesi gibi hareket etmiş, delillerin tutukluluk için yeterli olmadığına karar vermiştir. AYM’nin bu tavrı görev gaspı niteliğindedir.
(3) AYM, tutukluluk tedbirine başvurulması halinde bu tedbire neden gerek görüldüğünün ayrıntılı ve somut bir şekilde açıklanması gerektiğini belirtmiştir. Oysa bu şekilde detaylı bir açıklama mahkeme için ihsas-ı rey anlamına gelir. AYM’nin, mahkemeden ihsas-ı rey yasağını çiğnemesine yol açacak talebine uyulamaz.
13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu gerekçelerden ötürü AYM’nin kararına uymalarının hukuken mümkün olmadığını ifade etmiş ve “tutukluluk haline ilişkin herhangi bir karar verilmesine yer olmadığına” hükmetmiştir. Akabinde aynı gerekçelerden hareketle Altan’ın tahliye talebi de İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.
Ağır ceza mahkemelerinin ileri sürdükleri bu argümanlara ve vardıkları sonuçlara katılmak hukuken mümkün değildir. Çünkü:
AYM’nin görev ve yetkisi
(1) Anayasanın 148/3. maddesine göre, herkes AİHS kapsamındaki hak ve özgürlüklerinden herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuruda bulanabilir. “Kişi hürriyeti ve güvenliği” bu kapsamda yer alan haklardan biridir. Bu nedenle herkes, tutukluluğunun hukuki olmadığı iddiasıyla, kişi güvenliğinin ve hürriyetinin ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye gidebilir.
Böyle bir başvuru karşısında AYM, tutuklamanın gerekli olup olmadığını tespit etmek için mecburen delilleri inceler. Söz konusu hakkın ihlal edilip edilmediğini belirlemenin başka bir yolu yoktur. “Deliller, tutuklama için yeterli midir, değil midir?” Yanıtı verilmesi gereken soru budur, bu da delilleri değerlendirmeden yapılabilecek bir iş değildir. Dosyadaki bilgi ve delillerin kişilerin tutuklanmalarını haklı kılıp kılmadığını tartışmak, AYM’nin görevidir.
(2) Bireysel başvuruları alma, karara bağlama, hak ihlali olup olmadığını belirleme ve bir hak ihlali bulunduğu neticesine varıldığında dosyayı gereği için ilgili mahkemelere gönderme, AYM’nin görevi ve yetkisi dâhilindedir. Dolayısıyla AYM’nin yetki veya görev gaspı yaptığı iddiası, hiçbir surette kabul edilemez.
(3) Tutuklanma, kişiyi özgürlüğünden mahrum eden bir tedbirdir. Mahkemeler, böylesi ağır bir tedbire neden gerek duyduklarını kararlarında açıklamakla yükümlüdürler. Tutuklama kararlarının detaylı bir şekilde açıklanması, ağır ceza mahkemelerinin ileri sürdükleri gibi, bir ihsas-ı rey olarak nitelendirilemez. Nitekim AİHM’nin tutuklanma ile ilgili olarak Türkiye’ye karşı verdiği birçok kararda altı çizilen en önemli husus, tutuklama tedbirine neden başvurulduğunun yeterli bir şekilde gerekçelendirilmemesinin hukuka aykırılık teşkil ettiğidir.
AYM’nin de istediği budur. Bir tutuklama kararı veriliyorsa, bu kararların sağlam delillere dayandırılması ve gerekçeli bir şekilde izah edilmesidir. İhsas-ı rey yasağı, basmakalıp ifadelerle tutuklama kararı verilmesine gerekçe oluşturamaz.
Etkin yargı yolu
AYM’nin yorumuna, ağır ceza mahkemelerinin gerekçelerine ve bunlara karşı ileri sürülen itirazlara ilişkin hukuki tartışmalar yapılabilir. Meseleye farklı perspektiflerden bakılabilir. Ancak bir birinci derece mahkemesi, bir anayasa normunu AYM’den farklı yorumluyor diye AYM’nin verdiği bir karara “uymuyorum” diyemez. AYM’nin kararını tanımamak, anayasayı ihlal etmek demektir.
Ağır ceza mahkemelerinin bu tavrı iki sonuç üretir. Birincisi, başka mahkemelerin de AYM’nin kararlarına uymama yolunu açmasıdır. Artık her mahkeme herhangi bir anayasal hükme dair yorum farkına işaret ederek AYM’nin şu veya bu kararının gereğini yerine getirmekten imtina edebilir. Böylece AYM kararlarının her kişi ve kurumu bağlayacağını söyleyen Anayasa hükmünün bir değeri kalmaz. AYM, birinci derece mahkemeleri eliyle iptal edilmiş olur.
İkincisi, AYM’nin etkin bir yargı yolu olmaktan çıkmasıdır. İlgili mahkemeler nezdinde sözü geçmeyen ve verdiği kararların gereği yerine getirilmeyen bir AYM’nin, netice alınabilen bir yargı makamı olduğu söylenemez.
Eğer AYM etkin yargı yolu olma vasfını yitirirse, AİHM’den önceki son durak olmaktan çıkar ve haklarının ihlal edildiğini iddia edenler doğrudan AİHM’ne başvurma olanağına kavuşur. Bunun da Türkiye yargısı için övünülecek bir tablo olmadığı izahtan vareste olsa gerektir.