Angola’nın başkenti Luanda’dayız. Yani Güney Afrika’nın batı kısmında okyanusun kenarında. Yılın en serin günleri yaşanıyor ama fark etmez, en serin günler bile çok sıcak oralarda. İzbe sokaklar, izbe dükkanlar, izbe evler, izbe çatılar, ağır ağır hareket eden insanlar… Ve her binanın her katının her köşesinde asılı duran klimalar. Angola’nın o sıcak ve rutubetli ikliminde herkese bir ev, bir iş, bir kap yemek düşmese bile, kişi başına bir klima rahat düşüyor gibi görünüyor.
Film bir minibüste radyodaki haberi dinleyen turuncu bandanalı Zezinha’nın renkli ya da aynı anda hem neşeli hem de kasvetli haliyle başlıyor. Haber biraz tuhaf: Ülkenin dört bir yanında klimalar asılı oldukları yerlerden gizemli bir şekilde düşmektedir. Binaların dış yüzeylerinden sokaklara, iç avlularda bahçenin ortasına. Bu nedenle halka klimaların asılı oldukları yerlerden indirilmesi, sokaklarda yürürken klimaların altından geçilmemesi ve hatta vantilatörlere de dikkat edilmesi gerektiği söylenmektedir. Devlete de çağrı yapar radyo kanalı: Bir an önce sebepleri öğrenilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır. Zira ölümler, yaralanmalar olmakta ayrıca klimaların kaybı herkesi bunaltmaktadır.
Temizlik görevlisi Zezinha ve güvenlik görevlisi Matacedo’nun ortak patronları belli ki sürekli cinnet geçirmektedir. Bu seferki cinnet konusu bozulan klimadır. Patron telefonda ve daha sonra da yüz yüze bağırır da bağırır. Derhal çalışır hâle getirilmelidir o klima. Zezinha da, Matecedo da alttan almak, patronun suyuna gitmek dışında hiçbir tepki göstermezler. “Hemen patron”, “Hallediyorum”. Ama telefon kapanınca ya da patron gidince de halletme konusunda hiç aceleci davranmazlar. Patron duymasın ama neredeyse istiflerini bozmazlar, acelesi yok. Fırça hep aynı fırça değil mi zaten, bugün klima, yarın başka bir şey. Ayrıca, Luanda’da hava sıcak, hayat boğucu, gelecekle ilgili umut taşımak zor. Herhangi bir işi acele yapmaya, hatta yapmaya bile, gerek yok gibi görünüyor. Hayatın, bulunabilirse, tadını çıkarmak gerek. Islık çalarak gölgelik yerlerde dolaşmak, damla damla da olsa akan bir suyun altına girip serinlemek, bulunca bir kap yemek yemek, çatılarda rap söylemek, klimalı bir yerde uzaklaştıkça güzelleşen anıları düşünmek, klimanın değil de denizin esintisine kendilerini bıraktıkları rüyalara dalmak…
Bir zamanlar oralarda da yeşil bitkiler varmış. Sıcaklıklar da bu denli yüksek değilmiş. Gerçi Afrika’nın ikinci en büyük petrol rezervlerinin olduğu Angola’da hayat hiçbir zaman kolay olmamış. Portekiz sömürgesi olarak yaşamışlar uzun yıllar. Sonra 1960’lı yıllarda başlayan bağımsızlık çabaları ve 1974’te Karanfil Devrimi denilen bağımsızlığın ilanı. Sonrasında 2000’li yılların başlarına kadar iç savaşlar. Şimdilerde anayasal düzende ama otoriter bir yönetim. İnsan hakları, kadın hakları hak getire. Yüksek petrol geliri küçücük bir azınlığın elinde, her ne hikmetse hemen gökdelenleri dikmişler derme çatma evlerle dolu mahallelerin ortasına. Diğerleri açlık ya da iyi ihtimalle yoksullukla savaşma derdinde. Bildiğimiz acıklı hikayeler…
Klimayı nasıl tamir edeceği hakkında hiçbir fikri olmayan Matacedo, alıp Mino’nun dükkanına götürüyor. Zezinha’ya göre Mino’nun dükkanı tamire giden elektrikli cihazların bir daha gün yüzü göremediği bir “kara delik”. Burada, kendisi de ayrı bir filme konu olabilecek derecede ilginç biri olan ve topladığı parçalarla anıların kaybolmasını önleyen makine yaptığını iddia eden Mino’nun açıklamalarıyla “klima intiharları”nın gizemi de çözülüyor. Çözülüyor derken, mantıklı bir açıklama yok tabii ki. Hayat, canlıların yaşam süreçleri, klimaların da canlı olabilme ihtimalleri… Aman spoiler olmasın!
Film, klimaların bu fevkalade halinden de anlaşılabileceği gibi bir nevi “Afrika büyülü gerçekliği” filmi olarak da anılabilir. Gerçekliğin büyülü algılanabileceği başka şeyler de var. Kulakları, muhtemelen iç savaşın onda bıraktığı izlerden dolayı iyi duymayan Matacedo’nun zaman zaman gündelik konuları bile gözleriyle konuşup halledebilmesi gibi.
Türkçe adıyla “Klima”, Portekizce orijinal adıyla “Ar Condicionado” 2020 Angola yapımı. Ben Mubi’de izledim. Yönetmen ABD’de sinema okuyup ülkesine geri dönen takma adı Fradique olan Mário Bastos ile birlikte Geração 80 kollektifi. Bize bu kadar uzak olan isimleri saymayı daha fazla uzatmaya gerek yok ama filmin orijinal soundtrack’ini yapan Aline Frazão ismine dikkat çekmeyi isterim. Soundtrack’i bulabildiğiniz yerde dinleyin, yumuşacık büyülü bir jazz albümü niyetine.
Birkaç yıl önce yazdığım gündem dışı bir yazı için bir okur beni uyarma ihtiyacı hissetmişti: “Hanımefendi, memleket yanıyor, siz nelerle uğraşıyorsunuz!!!” O vakit mevsim yaz değildi ama gündem her zamanki gibi yakıcıydı. Bu sefer memleket sıcaktan da yanıyor. Ankara’da bile 35+ dereceleri görüp asfaltta yumurta pişirme ritüeline şahit olmuş biriyim neticede. Az güneye inince tecrübe edilen sıcaklıklara hiç değinmiyorum bile. Bu sefer, bir Angola filmi anlatırken gündeme tutunma imkanını yakalamış oldum böylece!
İmkânınız varsa, klimayı açın, “Klima” filmini izleyin… Afrika, sömürgecilik, iç savaşlar, küresel ısınma, ekolojik çöküş… Ya da her yerde hayatın güzel olduğu anlar, hatırladıkça yaşadığımızı fark ettiğimiz büyülü anılar… Ne görmek istiyorsanız onu göreceksiniz, her zaman olduğu gibi.