Nurettin Demirtaş. HDP’nin, BDP’den önceki adı olan Demokratik Toplum Partisi’nin Genel Başkanı’ydı. 1993 yılında Muğla’da işletme okurken PKK davasından yakalanıp 13 yıl hapis yatmış, hapisten çıktıktan bir yıl sonra bir süre kötü bir şaka gibi Avrupa’da bir insan hakları kuruluşunda bulunmuş, bir yıl sonra da önce genel başkan yardımcısı seçildiği DTP’ye genel başkan yapılmıştı.
Arşivlerde Ankara’da takım elbisesiyle dolaşan, Meclis’te konuşmalar yapan bir parti lideri olarak mebzul miktarda barış, çözüm mesajları mevcut.
https://www.youtube.com/watch?v=Axc-bmGedV0
2008 yılında asker kaçağı olduğu ortaya çıkınca, askere alınan Demirtaş, hakkında bir tutuklama kararı çıkmasından sonra yurt dışına çıktı. Kandil’e gittiği, Suriye’de olduğu haberleri yapıldı.
Eski DTP lideri Demirtaş, 2 Mayıs 2016 günü PKK’nın Almanya’da yayınlanan gazetesi Yeni Özgür Politika’ya bir yazı yazdı.
“Doğa” Zamanı başlıklı yazı Türkiye’de haber de oldu. Ama yazıda korkutucu bir biçimde görünür olan “varoluşsal hastalık” “vicdani sapma” hakkında pek konuşulmadı.
Yazı, başlığında tırnak içine alınmış ‘Doğa’ya yani Ankara’da otobüs bekleyen 38 insanın arasına bomba yüklü araçla giren canlı bomba Seher Çağla Demir’e (Kod adı Doğa Jiyan) ithaf edilmişti.
“Güven Park eylemi şimdi daha iyi anlaşılıyor…” diye başlayan yazı PKK’nın, TAK kılığında üstlendiği saldırıyı yapan canlı bombaya açıktan ilk sahiplenişi oldu. Hem de Avrupa’da çıkan bir gazetede. Bu sahipleniş sürpriz değil. Daha önce de PKK yöneticisi Sabri Ok, Merasim Sokak’taki katliamı yapan ve TAK kılığında üstlendikleri canlı bombayı sahiplenen ve öven açıklamalar yapmıştı.
Bu sahiplenme ve övmelerin sebebi, yazının başlığındaki “Doğa Zamanı”nın demeye çalıştığıyla doğrudan ilişkili. Şehirlerdeki yenilgiden sonra yeni dönemde canlı bombalı saldırılara yeşil ışık yakmak, böyle saldırılar için bekleyenleri “sizi sahipleniriz, kahramanlaştırırız” garantisiyle cesaretlendirmek…
Onun sonuçlarını da gördük, görüyoruz. İnşallah bir daha görmeyiz.
Ama esas olarak karşı karşıya olduğumuz hastalanmış ‘akıl’ hakkında çok şey anlatıyordu yazı.
Şu satırlar bir zamanlar Ankara’da siyaset yapmış birine ait:
“Bu vicdansız 21. yüzyılda, Kürt soykırımına dur diyen insanlığın en vicdanlı devrimcisi olarak anılmayı hak eden Zınar Raperin’i (Merasim Sokağı’ndaki katliamı yapan canlı bomba. Y.O.) soykırımı beyninden vuran Doğa takip etti. Güvenpark civarındaki eyleminde AKP-Sarayın tecavüzcü, katil sürülerinin mesai ortakları vardı.”
Çoğu genç öğrencilerden oluşan 38 insanı paramparça eden bir intihar saldırısı için “vicdan muhasebesi” diyebilen bir insani sapma karşımızdaki:
“Doğa kimdir diye merak edenler bu yanıtlardan sonra ‘ben kimim?’ sorusunu kendilerine sormalıdır. Doğa insana kim olduğunu, nasıl yaşadığını sorgulatan vicdan muhasebesidir.”
Bu büyük kötülüğü pazarlamak, meşrulaştırmak için DAEŞ’in elinde din neyse, PKK’lıların elinde de mitoloji o. Bir siyasi amaç için silah kullanan bir örgüt değil, bizzat ölümü, öldürmeyi, fedailiği mitleştirmiş, aracını amaç edinmiş bir ölüm tarikatı var karşımızda:
“Çıkıp geldiği Ereğli’nin de derin bir tarihî geçmişi ve anlamı vardı. Ereğli adı Yunan mitolojisindeki Herakles’ten geliyor. Herakles Türkçe’ye Ereğli olarak çevrilmiştir. Roma mitolojisindeki karşılığı Herkül’dür. Herakles çok güçlü bir karakterdir. ‘Yarı tanrı’ olarak doğmuş; nice acılara göğüs germiş, ceza diye verilen tüm imkânsız görevleri başarmıştır. Doğa da Önder Apo üzerindeki tecridi kırmak, özgürlüğüne yol olmak istemiştir… Herakles adı Ereğli’ye dönüşürken Osmanlı egemenliği dönemidir. Tarih bir gün AKP-Saray egemenliğinin en kanlı döneminde âdeta mitolojiyi yeniden canlandıracak, Ereğli-Herakles bir kez daha rolünü oynayacaktır.”
Böyle büyük bir gaddarlıktan kötü bir romantizm ve entelektüalizmle bir hümanizm çıkarıyor bu hastalanmış akıl:
“Doğa bir düş insanıydı, fakat yaşamdan kopuk bir düş değil yaşamın yaratıcı, zamanın oluşturucu enerjisi olan bir düş… Aborjinlerin kültürüyle bir karşılaştırma yapılırsa bu yaşam enerjisi tanımına kavuşabilir. Aynı zamanda Doğa’nın bir intihar eylemcisi değil bir özgürlük ve yaşam tutkunu olduğu ve eylemiyle ölümü değil yaşamı yarattığı görülebilir.”
Onlarca insanı otobüs beklerken aramızdan almış bir canlı bomba için şu cümleleri kurabilen bir zihniyetin yanında, kenarında, köşesinde durmak içinse siyaseten, ahlaken aklını, vicdanını yitirmiş olmaktan başka bir izah yapılamaz artık:
“Doğa, asla bir ölüm ya da intihar eylemcisi olarak tanımlanamaz. Doğa fedailiği Zilan fedailiğidir; hiçbir bahaneyle asla lekelenemez olan nilüfer çiçeğidir. Doğa, eylem olsun diye eylem yapmadı. Doğa, insan öldürmek için de eylem yapmadı. Doğa, tüm insanlığın yüz akı ve onurudur. Sevilecek insan, sevilecek kadın, sevilecek yoldaştır.”
Ama esas olarak bu yazının şehirlerde kaybeden PKK’nın, TAK’a üstlendirip sahiplenemediği en gaddar saldırıları bile kendi sempatizanlarının okuduğu bir mecrada sahiplenip, yenileri için işaret vermek için kaleme alındı:
“AKP-Saray barbarlığına karşı Doğa gibi yaşamak ve Doğa gibi ölümün üstüne gitmek en soylu davranıştır. Şimdi, tereddütlerin değil, faşizm karşısında tarih yazacak direniş ruhunu ve tutumunu sergilemenin zamanıdır. Şimdi Doğa zamanıdır!”
Bu hastalanmış akıl tespiti, bu örgütün stratejisinin de irrasyonel olduğu anlamına gelmiyor tabii ki.
Dün aylar sonra ilk kez Meclis açılışı için ortaya çıkan Beşar Esad’ın “Halep faşist ve katil Erdoğan’a mezar olacak” dediği gün, ona bir selam gönderir gibi İstanbul’un ortasında bir Halep görüntüsü ortaya çıkarmanın arkasında bir akıl olduğu açık.
Ama artık ortada sadece askerî, siyasi, istihbari, uluslararası ilişkilerle çözülecek bir mesele yok.
Dağdan inemeyen, silah bırakamayan, gaddarlıklarını meşrulaştırmak için kendi ilahiyatını kurmuş bir örgüt artık antropolojinin de konusudur.
Seçimlerdeki başarısına rağmen özyönetim fantezileriyle yüzlerce insanın ölümüne sebep olup, kendi yönettiği, en çok sempatizanın yaşadığı şehirleri yıktıktan sonra “Erdoğan yaptı, biz zafer kazandık” diyebilen bir örgütün bu hastalıklı zihniyetini görmezden gelerek hâlâ “Kürt özgürlük hareketi” edebiyatı yapanlar, siyasi müttefiklerini kırmamak için şehirlerin ortasında yaptığı katliamlarını ad vererek kınayamayanlar, bu gaddarlıkla arasına siyasi hesaplar için mesafe koyamayanlar da bu tehlikeli hastanın şizofrenisinin derinleşmesine hizmet ediyor sadece.
Kendi üniversiteleri önünde patlayan bombalara bile laf edemeyen ‘doktorlardan” şifa beklemenin kendisi şizofrenidir belki de…