Ana SayfaYazarlarAramızdaki duvar

Aramızdaki duvar

 

Türkiye’de, “sol demokrat-liberal” kimlik içinde tanımlayabileceğimiz aydın, yazar, gazeteci kümesinin son yıllarda yaşadığı ayrışma malum. Özellikle Gezi’den sonra çarpıcı biçimde yollar ayrıldı. Bir kesim, Gezi’de izlenen iktidar politikalarına eleştirilerini esirgememekle birlikte AKP’nin demokratik değişimi taşımaya tek aday hareket olduğu tespitini terk etmedi. Kendimi de içinde saydığım bu çevrenin AKP politikalarına ilişkin tutumunu uyarıcı/eleştirel-destek olarak tanımlamak mümkün. Diğer kesimin çizgisini ise “öncelikli mesele AKP iktidarından kurtulmaktır” mottosu ile özetleyebiliriz. “Devirmeci” zeminde yer alan aydınların kültürel-zihinsel evrenlerini kendimce anlamaya ve anlatmaya çalışan yazılar yazdım. Eleştirel destek olarak tanımladığım tutumun da kendi gerekçelerini tartıştığı geniş bir arşiv oluştu. Bu yazının konusu, onların bir tekrarı değil.

 

Konumuz; zamanla arada örülen kalın duvar ve bugüne etkileri…

 

Bir iktidarı desteklemekle devirmek arasındaki derin karşıtlığın kendi başına bu duvarı açıkladığını düşünebilirdik. Fakat dahası var. Birbirine taban tabana zıt bu iki pozisyon, normal bir siyaset sahnesinde varlık bulmadı. Bu iki pozisyonun kopuşundaki gerçek derinliği anlamak için 17-25 Aralık’a odaklanmamız gerekir. Seçilmiş hükümetle küresel ayakları bilinen sızmacı yapının konjonktürel, gayrı tabii işbirliği parçalanıp kimin iktidar olacağını tayin edecek olan sert kavga başlayınca alınan tutumlara bakmamız lazım.

 

Yolsuzlukların ayan beyan ortaya çıktığını söyleyenler operasyona açık destek verdiler. Oysa yolsuzluklardan güçlü biçimde kuşkulanmak için nedenler vardı ama kesin hükme varabilmek için tarafsız bir yargı sürecinin işlemesi gerektiği de çok açıktı. Asıl tartışmasız gerçek, sızmacı yapının hükümeti tasfiye etmek için harekete geçmiş olduğuydu. “AKP’yi yıkalım”cılar her türlü inandırıcılık kaybını göze alarak sızmacı örgütün hamlesini görmezden geldiler. “Paralel”in safsata olduğunu söyleyecek kadar ileri gittiler. Siyasi analiz yapmakla mahkeme hükmü kurmayı birbirine karıştıranlar oldu. Kanaat oluşturmak için hukuki kanıt sordular. Normal bir soruşturma ve hukuk düzeni işliyormuş gibi “paralelci bürokrasiyi” koruma altına almaya çalıştılar. Hükümetin açmazlarını görünmez kılmaya çalıştılar. “Temiz eller”, “hukuk düzeni” çağrılarıyla tutunmaya çalıştıkları politik zemin,neresinden bakarsanız bakın demokratik ahlaki değerlerin gözden çıkartılmışlığını anlatıyordu. Tartışma mantığı o kadar deforme olmuş, argümanlar o kadar savruklaşmıştı ki; yargının tarafsız olmadığını söylediğinizde Gülenist işgale hükümetin yol açtığı cevabını alıyordunuz. Sanki bu gerekçe “yargının işletilmesi” talebini haklılaştırıp demokratik kılarmış gibi. “Kendin ettin kendin bul” demenin aslında hukuk dışılıktan medet ummanın bir itirafı olduğu bile fark edilemiyordu. Lapsuslar uçuşuyordu…

 

AKP’den kurtulma motivasyonu, başlarda söylenmeyen bir cümleyi açığa çıkartmıştı: “Ne pahasına olursa olsun; kim gelirse gelsin…”

 

Aynı süreçte bizim izlediğimiz tutum unutulmuş olamaz. Bir tek yazar “yolsuzluk yoktur” demedi. O günün yargısının, operasyonun bir parçası olduğu açıktı. “Polislere dokunmayın, yargıyı işletin” talebinin Türkçesi “darbe sonucuna ulaşsın”dan başka bir şey değildi. Fakat konu Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan olarak yargılaması aşamasına geldiğinde bizler bu yolun tıkanmasına çok açık sözlerle karşı çıktık. Yolsuzlukların örtülmesi olarak yorumlanabilecek adımlara sessiz kalmadık.

 

Kısacası; AKP’den kurtulalımcı bakışın demokratik bir alternatif bulamadığı hallerde en olmadık yollara yönelebildiğini, kabul edilemeyecek ittifaklara girebildiğini gösteren çok öğretici bir dönemden geçtik. Bu iki tutum arasındaki fark, bize, aramızda örülen duvarın sertliğini ve niteliğini anlatıyor.

 

Bunları hatırlatmam nedensiz değil.

 

Bu çatışan aydın kümeleri, bir Kürt-Türk geriliminin tırmandığı bugünlerde de farklı alanlarda duruyorlar. AKP karşıtları HDP çevresinde kümelendiler ve seçimlerde güçlü bir destek verdiler. Kendisini AKP karşıtı olarak nitelemeyen kimi demokratlardan da çeşitli nedenlerle HDP’ye oy gittiğini biliyoruz. Bunun meşru demokratik bir tercih olduğu reddedilemez.

 

Fakat ortaya çıkan siyasi gelişmeler, AKP destekçilerine de karşıtlarına da büyük sorumluklar yüklüyor.

 

Ağırlıklı olarak Serbestiyet çevresinden bir kısım yazarı; Gülay Göktürk, Ali Bayramoğlu gibi yakından takip ettiğim öne çıkmış aydınları kastederek söylüyorum: Bu çevrenin tırmanan gerilime karşı hükümeti de dikkate çağıran uyarıcı, eleştirel, çabaları kanımca çok değerlidir.

 

Demokratikleşmenin taşıyıcılığını Kürt hareketinde bulduğunu düşünenlere gelince…

 

Bu çevreler seçim süreci boyunca Demirtaş’ın sözcülüğünü yaptığı AKP karşıtlığından büyük heyecan duydular. Kürtlerin AKP ile sert biçimde karşı karşıya getirilmesini sorgulamayı bırakın, teşvik ettiler. Bombalar patlar patlamaz “katil belli”, “bizi yıldıramazsınız” sloganları attılar. Şimdi de yeniden iktidar-IŞİD propagandası üzerine kalem oynatıyorlar. Kürt siyasetinin AKP’yi sıkıştıracağını düşündükleri her adımını kayıtsız destekliyorlar.

 

Bu tutumun Türkiye’nin demokratikleşmesine, siyasetin normalleşmesine; ortak toplumsal faydaya katkısı üzerine iyi düşünmek gerekir.

 

Bu işin şakası yok. İktidarın üst katlarında Cemaat eliyle yapılacak “sınırlı bir operasyon”la hükümetten kurtulma projesine benzemez. Ucunda büyük yıkımlar olabilecek çatışma politikalarından söz ediyoruz.

 

Daha birkaç ay evvel, “AKP ile oturduğunuz masadan kalkın Batı’yla ittifak yapıp Ortadoğu’ya medeniyet getirin” diye çağrılar çıkartan gözü dönmüşlerden umudum yok. Ama AKP karşıtlığıyla HDP’ye sarılmış bütün aydınların da böyle olduğuna inanmıyorum.

 

Kandil’in, bölge dengeleri içinde oluşturmaya çalıştığı devletleşme planıyla ilgilenmemek; Esad rejimine ve küresel güçlere bağlayıcı taahhütlerde bulunup bulunmadığını; plan ortaklarının kendi amaçlarının neler olabileceğini hiç sorgulama ihtiyacı duymamak; tek hedef olarak AKP’ye yüklenmek; bu yolda her propaganda kampanyasına balıklama atlamak…

 

Bunun da otoriterleşmeye karşı demokrasi savunuculuğu olduğunu ileri sürmek…

 

Bu kör gidişe duvarın öte yakasından anlamlı bir itiraz çıkacak mı?

 

Merakla bekliyorum.

 

- Advertisment -