Medyanın gündemi hükümetin yeni açıklamaları, tasfiyeler ve tabii ki askeri faaliyetler ile dolu. Zihnimiz bu hercü merc içinde kendi sesimizi bulmakta zorlanıyor. O sesi bulabilmek ve duyulur hale getirebilmek için bayağı uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Her evde hayat bir başka türlü akıyor; çoğumuz günlük meşgalelerle oyalanıyor, günlerimizi dolduruyoruz. Ama ya evlerine ateş düşenler… Artık haberlerin rutini haline gelmiş cenaze törenlerinde her gün, ebediyete uğurladıkları sevdiklerinin tabutları başında ağlayan, ağıt yakan kadınları, biberonlu çocukları, küçük bebekleri, ayakta durmaya çalışan, metin görünmeye uğraşan ana babaları, üzüntüler içinde bitkin eşleri, belki de birkaç gün sonra sıranın kendilerine geleceğini düşünen arkadaşları, bir acının şahitleri olarak izliyoruz. Gözümüzden birkaç damla yaş dökülüyor, bazen cenazede öne çıkarılan ayrıntılara takılıp kalıyor, bazen hızlıca bu görüntüleri atlamaya çalışıyoruz. Ama bir suçluluk, bir burukluk, bir yazık olmuşluk duygusu kalıyor geriye, üzerimizden kolay kolay atamayacağımız…
Bu kadar şehit cenazesi arasında, bölgede yaşayan ve her daim iki ateş arasında kalan insanları, onların acılarını konuşamıyoruz bile. Bunları konuşmak o şehit cenazelerine karşı bir saygısızlık, hattâ daha da ötesi, bir ihanet gibi algılanabilir endişesi taşıyoruz, ama konuşmak zorundayız.
Başbakan Binali Yıldırım, son açıklamalarında “Artık çözüm mözüm yok, o fırsatı kaçırdılar” derken, PKK’yla masaya oturmayacakları, savaşarak gidebildikleri yere kadar gidecekleri mesajını veriyor. Peki, savaşsınlar ve PKK’yı etkisiz hale getirsinler, sonra da teşviklerle ve yatırımlarla bölgeyi canlandırsınlar; ancak bu çabalar, bölgedeki Kürtlerin kimliksel taleplerine yönelik sorunları çözmeye yetecek mi?
Ben üç yıldır görevim gereği o coğrafyada yaşıyorum. Gençlerle iç içeyim. Dindarıyla, solcusuyla pek çok Kürt gencinin, Türkiye’nin resmi tezlerine muhalif başka bir bilinç ve Kürt milliyetçiliği üzerinden başka bir sevdanın gönüllüsü olduğunu görüyorum. Tarih algıları bizim okullarda öğrendiğimizden çok farklı çalışıyor. Dört ülkeye dağılmış bir millet olduklarını, ama millet olarak bağımsız olamadıklarını ve sömürge muamelesi gördüklerini düşünüyorlar. Kürt kimliğine saygı duyulmadığını, asimilasyona tabi tutulduklarını, buna karşı çıktıklarında da devlet şiddetiyle karşılaştıklarını ve terörist ilân edildiklerini düşünüyorlar. Bu yüzden PKK onlar için terörist bir örgüt değil; bilâkis devlet terörüne karşı Kürtlerin haklarını silahlı bir şekilde koruyan bir örgüt, bir ordu hattâ…
Böyle düşünenler sadece gençler de değil. İçlerinde aydınlar, siyasetçiler, edebiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, mollalar, hattâ yoksulluk içinde çocuklarını büyütmeye uğraşan başları yazmalı kadınlar da olmak üzere, birçok insan böyle düşünüyor.
Başka türlü düşünenler yok mu; var tabii ki. AK Parti’ye ya da Hüdapar’a oy veren bir kitle de var. Ancak onlar da Kürt kimliğine yönelik devlet politikasını diğerleri kadar eleştiren bir kesim. Buna rağmen onlar, Stalinist ve dinsiz bir örgüt olarak tanımladıkları PKK’nın da Kürtler üzerinde silahlı şiddete dayanan bir baskı kurduğunu, çoğu zaman devletten daha baskıcı, daha zalim ve ceberrut olduğunu, kısaca devletten daha kötü bir aygıt olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden, Kürt milliyetçiliği üzerinden PKK’yla ortaklaşmaktansa, İslam kardeşliği üzerinden AK Parti ve dindar Türkler ile ortaklaşmayı ya da bir bölge partisi olarak Hüdapar’ı desteklemeyi tercih ediyorlar. Bu tercih, Kürt olmaktan vazgeçiş anlamına gelmiyor. Onlar da Kürt kimliğine sahip olmaktan onur duyarak yaşamak istiyorlar. Görüyorum, şahit oluyorum, çocuklarına Kürtçeyi öğretebilmek için özel bir gayret sarf ediyorlar; Kürt kimliğine yönelik saygısızlıkları, Allah’ın âyetine yapılmış bir saygısızlık olarak görüyorlar ve Türkler hangi haklara sahipse, Kürtler olarak onlar da aynı haklara sahip olmak istiyorlar. Bunu milliyetçilik üzerinden değil, Allah’ın âyetleriyle bütün insanlara tanıdığı millet olma hakkı ve İslam kardeşliği üzerinden dillendiriyorlar.
O halde, PKK etkisiz hale getirilse bile, önümüzde çözülmesi gereken bir Kürt meselesi olacağını unutmamamız gerekir diyorum