Kitap tavsiyesi vermek, benim gibi yaşa ve düşün demektir biraz da. Bu yüzden zorunda kalmadıkça bunu yapmamaya çalışırım. Herkesin kitabı kendine diye düşünmüşümdür hep. Pek çoğumuz, elimizden bırakamadığınız, defalarca okumak zorunda kaldığımız bir kitabı içimizdeki heyecana engel olamayıp tavsiye etmiş, ilk bölümden sonra sıkıcı geldiği için devam edemediğini söyleyen dostlarımızla yüzleşmişizdir. Biraz da bu yüzden, buradaki yazılarda öneriler vermekten, tavsiyeler getirmekten çok okuduklarımdan bende kalanları, bu kitapların bana hatırlattıklarını ve üzerimden geçip gitmeyen etkilerini anlatmaya çalışırım. Fakat, bir istisnası vardır bunun: Reşat Nuri.
Özellikle ne okuyacağını bilemeyen genç öğrencilerden geliyorsa soru ya da okumayı çok sevdiği ya da istediği -hemen her zaman fazlasıyla güncel- bir kitaptan söz açmak istiyorsa karşımdaki kişi, popülerin göz kamaştırıcı çekiciliğine düşüp erken yaşta edebiyat ve düşünce zevkini öldürmemeleri için derhal bir soruyla karşılık veririm: Reşat Nuri kitaplarını bitirdin mi ki? Çünkü, popüler olan esasında kendi başımıza düşünebilir olma yetisini kolaylıkla kaybetmek anlamına gelir. Herkesçe beğeniliyor, seviliyor ve öneriliyor, dahası sayısız reklamla yüceltiliyor olma aslında size neyi nasıl düşünüp sevmeniz gerektiğini olanca baskısıyla dikte eder ve genç bir insanın yetişme döneminde ihtiyacı olan son şey herhalde böylesi bir baskının altında kalmasıdır.
Tam da kişiliğinin oluşma aşamasında popülere bu şekilde fazlaca maruz kalan insanların sonraki hayatlarında yaşadıkları en büyük sorun kendi gibi olamama ve kendi başına düşünememe sorunudur. İşin özü, popülerlik kitleyi ve kitlesel olanı yüceltir oysa kitap ve edebiyat bunun tam zıttına bir biçimde bireyi ve bireysel olanı ortaya çıkarıcı bir güce sahiptir. Bu gibi nedenlerle, ne okusak derken hangi popüler kitabı tavsiye edersiniz ve lütfen vereceğiniz tavsiye kimsenin ilgi göstermediği kitaplardan olmasın der gibi soranlara buz gibi bir soğuklukla sorarım: Reşat Nuri kitaplarını bitirdin mi ki?
Bu biraz yarı soru, yarı serzeniş ve sitemdir elbette. Niye, Reşat Nuri’ye ne olmuş ki? şeklinde de sorulabilir. Reşat Nurileri bitirmeden, nasıl olur da o çok popüler, tarihle polisiyeyi birleştiren yazara kolayca geçilir demek isteyen bir havada bunu yaparım ve de. Tamam, polisiye çok sürükleyicidir, dahası bu yazar kuru hikâye anlatmayıp bu işi ruhlu bir edebiyatla tamamlamakta, tarihsel gerçekliğe uygun bir geçmiş yolculuğuyla işin içine sayısız öğretici bilgi ve gizem de katmaktadır vs. Fakat, değil mi ki popülerdir, kitle kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir, o artık size ait olmaktan çıkmış, ne yaparsanız yapın kendi zevkinize göre bir okuma yapma imkânınız kalmamıştır.
Dolayısıyla, Reşat Nuri’nin her bir kitabı üzerine uzun bahisler açmak gerekir. Ama ben bugün bir zamanlar son derece ilginç bir biçimde Kültür Bakanlığı tarafından 1000 Temel Eser kapsamında bakılmış ve her ne hikmetse bir daha da yüzüne bakılmamış, son derece önemli derleme eseri, Reşat Nuri Güntekin’in Tiyatro İle İlgili Makaleleri’nden bahsetmek istiyorum. Bu kitap birkaç nedenle bende ilginç bir etki bırakmıştır. Tarihle polisiyeyi birleştiren yazar okuyanlara inat tam bir Pazar kitabıdır ve de.
İlk olarak böylesi bir kitabın bir zamanların nahif ve idealist projesi 1000 Temel Eser kapsamına alınmış olması bütün değerine rağmen bana hayli ilginç gelmiştir. Diğer 999 kitaba pek benzemediğini söylemek gerekir. Çünkü, 1000 Temel Eser demek aslında klasiklerimiz demektir ve bu kitap bu tanıma hiçbir şekilde uymamaktadır. (Bu temel eser dizisinde yer alan bu gibi kitapların neden ve nasıl basıldığının izini sürmek eminim güzel olurdu.) Neden bilmiyorum ama bu bana dönemin Kültür Bakanı Rıfkı Danışman’ın özel bir Reşat Nuri hayranlığından kaynaklanıyormuş gibi gelir. Ve projenin ardındaki saklı tenvir edici amaçlardan!
1000 Temel Eser projesi esasında darbelerin ardından -ve ona rağmen!- yeniden başa gelen Adalet Partisi’nin kaba güce karşı kültürün ve düşüncenin gücünü öne çıkarması, demokratik iktidarın en uzak köylere kadar yerleşmesi için buna ihtiyaç duymasının bir sonucu olarak da okunabilir. Bu Parti köylerde güçlüdür ama bu, demokratik bir iktidar için fazlasıyla elzem olan halk gücünü arkasında hissetme ihtiyacını yeterince karşılayamıyordur. Bu proje, biraz da demokrasinin derin ve açık bir kültüre ihtiyaç duyduğunun çok acı tecrübelerle bizatihi görüldüğü yılların ürünüdür yani.
Erzurum Milletvekili Rıfkı Danışman, 1975 yılında IV. Demirel Hükümeti’nin kültür bakanı olarak görev almış ve ilk işlerinden biri 1969 yılında yayınlanmasına başlanan 1000 Temel Eser projesini güçlü bir biçimde kaldığı yerden hayata geçirmek olmuştur. Düşünün ki Reşat Nuri’nin Türk Yurdu, Vakit, Cumhuriyet, Tan, Milliyet ve Ulus gibi çok farklı -ve pek çoğu ‘sol’ diye nitelenebilecek- yerlerde yazdığı yazıların derlemesinden oluşan bu oldukça hacimli kitap bu dönemki 1000 Temel Eser’in beşinci kitabıdır. Bana kalırsa bunda tıpkı kitap gibi tiyatronun ve benzeri sanat alanlarının da her türden anti-demokratik müdahalelere karşı güçlü bir silah olarak görülmesinin önemli bir payı vardır. Edebiyatın, düşüncenin ve sanatın zayıf olduğu güçlü bir demokrasinin olamayacağının görülmüş olduğunu gösteren önemli bir belge niteliğindedir. Ve tabii Reşat Nuri’nin her iyi yazar gibi siyaset üstü olduğunu da gösterir. Bu eserler, ülkenin içine düştüğü bir buhrandan çıkma çabasıdır. Nitekim Rıfkı Danışman’ın takdim yazısında buna dair izler görmek mümkündür.
Danışman, şöyle başlar sunuşuna: “1969’da yayınlanmasına başlanıp kısa zaman içerisinde 66 sayısı çıkarılan ‘1000 Temel Eser’ serisine, kaldığı yerden aynı hız ve inançla yeniden başlıyoruz.” Bu aynı zamanda anti-demokratik müdahalelerle kesintiye uğratılmış demokratik iktidar açısından sembolik bir öneme sahiptir, demokrasi aynı hız ve inançla kaldığı yerden devam etmektedir! Sonra da dizinin amacını şöyle söyler Danışman: “Devlet eliyle tek ‘milli kültür serisi’ni teşkil eden ‘1000 Temel Eser’in her köyde kurulacak bir kitaplığı meydana getirmesi esas alınmıştır.” Nahifliği bir tarafa, her köyde kurulacak bir kitaplık fikrinde biraz Köy Enstitüsü havası yok mu? (Bu kez sağdan geldiği için yerli ve milliliği “tam” olacağından bunda sorun görülmemişti herhalde!).
Hedef köydür belki ama Bakan’ın hemen sonrasındaki cümlelerine bakılırsa esas faydalananlar başkaları olmuştur: “‘1000 Temel Eser’, çok kısa bir sürede aydın çevrelerimizin fikri ihtiyacını karşılamış, hemen her sayısı yayınından sonra tükenmiş, bir çok sayısının yeniden basılmasına zaruret hâsıl olmuştur.” Gerçekten de bugünkü rakamlara kıyasla rahatlıkla “görülmemiş” denilebilecek bir ilgiyle karşılanmıştır bu kitaplar. Örneğin, Reşat Nuri’nin bu derleme eseri ilk olarak 10.000 basılmış, fakat çok kısa bir süre sonra 20.000 adet daha basılmak durumunda kalınmıştır. Bunu anlamak kolay değildir; 628 sayfalık tiyatroya dair makalelerden oluşan bir kitabın bu denli ilgi görmüş olmasını -ve bugün hiç görmüyor olmasını!- anlamak kolay değildir! Fakat yine Bakan’ın sunuşundaki bir cümle buna dair önemli ipuçları barındırıyor olabilir.
Şöyle der Rıfkı Danışman, bu çabalarının amacını anlatırken: “Bakanlığımız, bugünkü, fikir ve inanç buhranını yaratma gayretleri karşısında, milli ve fikri ihtiyaçlarımıza cevap vermek üzere, Milli Kültür Yayınları işini, milli birlik ve yükselişimizin hayati temel davası olarak daha ihatalı surette ele almağa karar vermiştir.” (Reşat Nuri sağ olsaydı ne derdi acaba bu takdime diye düşünmeden edemedim). Burada ilginç olan, genellikle olduğu gibi bir inanç ve manevi buhranın ötesinde bir fikir buhranından söz ediliyor oluşudur. Dönem elbette fikir akımlarının hiç olmadığı kadar savaş halinde olduğu, kafaların son derece karıştığı bir dönemdir ve bu eserler bütün bu karışıklıkları ortadan kaldıracak ve böylelikle her türlü iç karışıklıkları engelleyecektir!
Nitekim devamında daha açık konuşur Bakan: “Türk halkını, Türk gençliğini, Türk çocuklarını her türlü bozguncu cereyanlardan, çeşitli zararlı yayınların tesirinden kurtarmak ve korumak üzere, her kitle ve seviyeye hitap eden değişik kitap serileri ve muhtelif dergiler yayınlanacaktır.”
Burada her kitle ve seviyeye hitap eden derken kastettiği bugün popüler kitap diye karşıladığımız, her kitle ve seviyeden insanın aynı anda -ve de aynı etkiyle- okuyabilmesi değildir elbette. Daha çok, her yaştan ve kesimden insan için farklı eserlerin yayınlanacağıdır. Bu kapsamda dergi basılmasının düşünülmüş olması da oldukça ilginçtir. Bu da yine pek bilinmeyen ve üzerine gidilmesi gereken bir başka boyut olsa gerektir. Ve Türk gençliğini korumak için devlet eliyle basılmış bir kitabın kapağında Reşat Nuri’nin ağzında sigaralı bir fotoğrafının kullanılmış olması da yine dönemin ruhunu yansıtması bakımından önemli bir ayrıntıdır.
Sonuç olarak bana göre, Reşat Nuri’nin -tiyatro yazılarıyla sınırlı olmayan- gazete ve dergi yazılarından oluşan böylesine hacimli bir derlemesinin öncelikli olarak ve on binlerce basılmış olması -popüler polisiye tarihçilerimizin kitapları kadar olmasa da elbette!- oldukça gizemli bir hikâyedir ama bundaki şaşkınlığın asıl nedeni, yazıların içeriği ve kalitesi değil bundaki katma değeri gören siyasetçilerin akıllarından geçenlerdir.
Şunu da belirtmekte fayda var ki devlet eliyle herkese aynı kitapları okutmakla bugünkü popüler kitapların altında ezilmek arasında fazla da bir fark yoktur. Ve Reşat Nuri, bütün siyasi hesapların ve popülerliğin ötesinde bu toprakların yetiştirdiği en önemli birkaç kalemden biridir.
Haftaya kitaptan da bahsedebilmek dileğiyle.