Ana SayfaYazarlarAşırı platonik bir aşk hikâyesi…

Aşırı platonik bir aşk hikâyesi…

Dünyanın gelmiş geçmiş en kararsız seçmen kitlesiyle tanışmak ister misiniz? Zaman gazetesinin cemaat içinde de derinliği olan yazarlarından Kerim Balcı’nın cemaatteki 7 Haziran kafa karışıklığını yazdığı yazısının o paragrafına gitmeliyiz:

 “Kararsızlar dediğim bu kitleyi HDP ile Milli İttifak arasında bocalatan sürecin asıl mağdurları, o süreci tetikleyen bir önceki sürecin asıl kahramanları bağımsız adaylıklarını koymuş durumdalar bugün. İstanbul 1. Bölge’de Ali Fuat Yılmazer, 2. Bölge’de Yakup Saygılı, Ankara 1. Bölge’de Nazmi Ardıç ve Ankara 2. Bölge’de Yurt Atayün bağımsız adaylar.”

Çözüm sürecine ihanet diyen BBP-Saadet ittifakı mı yoksa HDP mi? Yoksa o HDP’lileri hapse attırmış KCK davasının beyni, yürütücüsü polis şefleri mi?

Gerçekten karar vermek çok zor.

Hocanız yakaza hâlinde ötelerle konuşup size ne yapmanız gerektiğini söylemiyorsa, kafaları çok karıştıran bir ülke burası.

Biraz daha kafalarımızı karıştırmaktan bir zarar gelmez o hâlde.

25 Ekim 2003. Rektörlerin cübbeleriyle laiklik için Anıtkabir’e yürüyüp, Tandoğan'da toplandıkları bir mitinge daha ev sahipliği yapıyor Ankara. Devrin YÖK Başkanı Kemal Gürüz, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu, Uludağ Üniversitesi Rektörü  Mustafa Yurtkuran, 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay ve diğerleri…

 

Meşhur pankart tam onların yanında açıldı. Altında Atatürk Gençliği yazan pankartta şöyle yazıyordu: Ordu Göreve!

O günkü haberlere göre rektörler pankartları indirtmeye çalışmışlardı. Polis, görüntülerden pankartları taşıyan kişilerin isimlerini tespit etti. Türk Solu Dergisi’nden Ali Özsoy’un da aralarında olduğu Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu üyeleriydi bunlar.  Haklarında  “Kanunlara itaatsizliğe teşvikten” 5 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde.

 

Pankartları yıllar sonra Ergenekon soruşturması başlayınca yeniden hatırlandı. Ergenekon İkinci İddianamesi’ne göre yürüyüş ve pankartlar, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un rektörlerle yaptığı toplantılar sonucunda kararlaştırılmış, Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun bir etkinliği, yani Ergenekon’un darbe amaçlı eylemlerinden biriydi.  Ergenekon operasyonunda Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu, Fatih Hilmioğlu, Ferit Bernay, Mustafa Yurtkuran’ı tutuklatan ve iddianamede aleyhlerindeki en somut ve kritik delil bu pankart altındaki o darbe yürüyüşü oldu.

Fakat çok tuhaf bir şey oldu. Pankartı açan gençlerle ilgili dava Ankara’da önce Ağır Ceza Mahkemesi’nden Asliye cezaya gönderildi. Sanıklar “Biz tutmadık o pankartları” diye kendilerini savundu. Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesi de kesin delil yok diyerek 29 Nisan 2008’de hepsinin beraatına karar verdi. Daha da tuhafı mahkemeye bakan savcıların talebine rağmen, Ergenekon savcıları iddianamelerinde çok önemli yer tutan bu pankartlarla ilgili dosyanın, her şeyi birleştirmeye çalıştıkları Ergenekon davası dosyasıyla birleştirilmesini istemediler.  Rektörler, o pankart için uzun süre hapis yattı o pankartları açanlar dışarıda dergileri çıkarmaya devam etti.

Kürt istilası, Kürtlerden alışveriş yapmayın, Asılacak adam (Erdoğan için) gibi kapaklarla nefret suçlarından işlemediklerini bırakmadılar,  başlarına hiçbir şey gelmedi.

Yıllar sonra 17 Aralık sürecinde yeniden hatırlattılar kendilerini. Sümeyye Erdoğan’ın kasetini yayınlayacakları vaadiyle. Dergilerinin basımı yasaklandı. “Sümeyye kaseti” basın toplantısı düzenlediler. Toplantıda masada iki mikrofon vardı: Cihan Haber Ajansı ve STV. Protesto için büyükşehirlerde böylesine bir grubun finanse edemeyeceği sayıda billboard kiraladılar. Sonra grubun lideri Zaman gazetesi önündeki protestoda yeniden ortaya çıktı. Ordu  Göreve pankartından cemaat savunuculuğuna çok tuhaf bir hikâye bu.

Tek tuhaf onunki değil.

Bu sütunda bundan önce benzer tuhaf hikâyeler okuyanlar çok şaşırmamış olabilir.

Laiklik mücadelesinin bir zamanlar en keskin odağı YARSAV’ın hikâyesi örneğin. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/582190.aspx

Gezicilerin gazetesi Karşı’nın hikâyesi. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/584389.aspx

Büyük anarşist Redhack’in sözcüsünün polis muhbiri çıktığını da hatırlayalım.

Daha fazla kafa karıştırmadan yavaş yavaş toparlamamız gerek.

Dün Selahattin Demirtaş Posta’ya verdiği röportajda MHP’nin bile çözümden kaçamayacağını, AKP’yle koalisyonun mümkün olmadığını,  CHP’yle ise koalisyon yapabileceklerini açıkladı. Eğer doğruysa başka bir yere de “AKP’nin Kürtlere verdiği zararın Kemalistlerin verdiği zararla karşılaştırılamayacağını” bile söyledi.

Bu açıklama HDP’lilerin CHP’ye platonik (Platonik çünkü CHP bir kere daha bu deli âşığı reddetti) aşkının ilk meyvesi değil. Daha önce yerel seçimler öncesi CHP’yle ittifak kurmaya çalışmışlar, Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’li Rıza Türmen’i aday göstermek istemişler, hatta Demirtaş bir röportajında “CHP kabul etse şimdi halk iktidarını kurmuştuk” diye bir laf bile etmişti.

Belki MHP’den ya da Kemalizm’le ilgili bu tarihî açıklamasının ardından Vatan Partisi’nden beklediği el gelir Demirtaş’a. Hatta kim bilir Genelkurmay lojmanlarından da HDP’ye çıkar oylar.

Ama hiçbiri KCK soruşturmasını yürüten, bağımsız aday polislerle HDP arasında gidip gelen cemaat aklını anlamaya yetmiyor.

 

Rivayet muhtelif. Şu ana kadar bilgi ve rivayet düzeyinde söylenenleri toparlayalım.

Ahmet Türk ve Nazmi Gür’ün Mayıs 2013’de Pensilvanya’da Fethullah Gülen’le görüştüğü ortaya çıkmıştı. Demirtaş ise 2013 ve 2014’te ABD’ye Kürt Konferansları için gittiğinde Gülen’le görüştüğü iddialarını reddetmişti. 17 Aralık sonrası ortaya çıkan kasetlerden birinde o Kürt Konferansları’nın organizasyonunda cemaatin aktif rol oynadığı iddia ediliyordu.

Ekrem Dumanlı’nın Gültan Kışanak ziyaretini de bir yere not edelim.

 

Başbakan Davutoğlu birkaç kez “cemaatle PKK arasında görüşmeler olduğunu ve hatta görüşmelerin nerede  olduğundan, ne konuşulduğundan haberdarız” dedi.

 

Kurtuluş Tayiz bu görüşmelerin cemaatin uzun yıllardır okulları vakıfları olan Erbil’de yapıldığını yazdı. Bu arada yakın zamanlarda PKK’ya yakın sitelerde Uludere ile ilgili askerî belgeler yayınlandı.

 

Diyarbakır’da HDP’ye yakın çevrelerde konuşulan başka bir iddia daha var.  İddialara göre PKK, KCK dosyasının tamamını, iddianameye konan konmayan bütün telefon dinleme tapelerini cemaatten aldı. Bir örgüt için içeriye bakmak için hazır, büyük bir hazine. Bir rivayete göre bu hazineyi parayla polisten satın aldı, bir rivayete göre bu görüşmelerde jest olarak verildi.

 

Zaten KCK operasyonları olurken cemaat çevreleri bu operasyonların Kürt siyasetçileri özgürleştirmek için yapıldığını söylemiyorlar mıydı? Hatırlayalım; KCK’da Osman Baydemir sanık olmayınca, ona yönelik örgüt mahkemesinin ses kaydı üzerinden propaganda yapılınca dünya tarihinin en kibar o küfrünü etmişti.

 

Operasyonlar olurken DTP’nin Grup Başkanvekili olan Selahattin Demirtaş’ın adı da KCK iddianamesinde bir yerde geçiyor.  Cemaat onu da “özgürleştirdiğini “düşünmüş olabilir:

 

“SABRİ OK: Yani bu komşuya misafirliğe gitmek değil Avrupa Konseyinde randevu alıyorlar böyle bir şey olmaz yani böyle ciddiyetsizlik olur mu onları niye söylemiyorsunuz?

 

KAMURAN YÜKSEK: Yani şey kavuşmamıştı o zaman bize söyledikleri biz çözdük onlarla görüştük çözdük dediler

 

SABRİ OK: Yani bu komşudan komşuya gitmiyorsun yani kusura bakmasınlar

 

KAMURAN YÜKSEK: Haa tamam

 

SABRİ OK: Ee bunun sorumluluğu vardır yani

 

KAMURAN YÜKSEK: Evet

 

Sabri Ok: İkisi de gelecek heval (arkadaş) ne işleri varsa bıraksınlar ikisi de gelecek

 

Kamuran Yüksek: tamam

 

Sabri Ok: Kesinlikle ikisi de gelecek hem Selahattin hem öbürüsü nedir gül  'gülten' midir?

 

Kamuran Yüksek: Gülten galiba

 

Sabri Ok: İkisi de gelecek

 

Kamuran Yüksek: Hıı

 

Sabri Ok: Hiç limi çimi yok ikisi de gelecek

 

Kamuran Yüksek: Tamam ben onlara döneyim tekrar

 

Sabri Ok: Söyle de geleceksiniz gerekçe kabul etmiyoruz…”

 

Ama ne tuhaf. Şayet KCK soruşturması olmasaydı, böylece Kürt siyasetinin bir kadrosu tasfiye edilmeseydi, DTP Genel Başkanlığını yapan ağabey Nurettin Demirtaş sahte çürük raporuyla genel başkanlıktan ayrılıp, Kandil’e geçmeseydi, 1995’de dağa çıkmak isterken Diyarbakır’da gözaltına alınıp 15 gün sonra bırakılmak dışında, röportajlarında üniversiteyi okuduğu Ankara Hukuk dahil örgütle pek ilgisi olmadığını anlatan, 2006 yılında Diyarbakır’da ilk bürosunu açıp, İHD’de de Baydemir’in yardımcılığını yaparken 2007 seçimlerinden vekil yapılan, harekette çok mazisi olmayan genç avukat Selahattin Demirtaş BDP’nin Genel Başkanlığı’na getirilmeyecek, bugünlerde de “Seni Başkan yaptırtmayacağım” diye yeminler edemeyecekti.

Her şerde bir hayır var demek ki!

 

Seçimlerde çözüm sürecini başlatan partiye düşmanlık, Kürtçe savunmaya bile karşı çıkmış partiye ise koalisyon mesajları gönderen Demirtaş’ın ve seçimlerde HDP’yle, KCK operasyonunu yapan polisler arasında kalmış cemaatçi ruh hâlini biraz anladığınızı umuyorum.

 

O kadar da tuhaf değilmiş.

- Advertisment -