Benimle yaşlanmak ister misin diye bir replik vardır. Evet der insanlar evliliğin ilk vaatleri verilirken, ne olduğunu tam da bilmeden. Amour (2013) filminde Michael Haneke bizi baharla başlayan birlikteliğin hiç gelmez sanılan kışına götürmüş. Açılış sahnesinde emekli olmuş müzik öğretmeni bir çifti konser salonunda öğrencilerinin piyano resitalini izlerken görüyoruz. Bütünüyle ev içinde geçen filmin dışarıda geçen biricik sahnesi bundan ibaret. Eve geldiklerinde kapının zorlanmış olduğunu fark etmeleri asude günlerin sona ereceğinin ve artık tekinsiz huzursuz emniyetsiz ürkütücü günlerin onları beklediğinin işareti. Seksenli yaşlarındaki Anne’in hızla ilerleyen bir süreçle felç olması, yaşamı aşkla paylaşmış olan çiftin hayatını hiç umulmadık biçimde kesintiye uğratıyor, hızla acı verici bir eşiğe geliyorlar.
Haneke’nin aşkı tanımlama ve görsel dile aktarma biçimi dikkat çekici. Anne ve Georges’in bu yaşa kadar hiç yalpalamadan süren aşklarının sırrı, aralarındaki nezaketi, korunaklı mesafeyi hiç ihlal etmemeleri, karşılıklı duyguların evi mesken tutması, herkesin kapının ardında kaldığı mahrem bir yaşam inşa edilmesi. Birlikte kitap gazete okuyup yorumları paylaşmak, yemekte uzun uzun sohbet edebilmek, birbirlerine çocukluk hatıralarını anlatmayı sürdürmek, üşüyenin üzerini örtmek aşkın canlı göstergeleri olarak ortaya konmuş. İki kişilik yalnızlıklar, sığınmalar ve alışkanlıklar aşk olarak tanımlanmalı mı acaba?
Odadan odaya, kapı eşiklerinden geçilerek, belli eşyalarla özdeşleşerek, dinlendirici bir aydınlanmanın içinde sürdürülen yaşam, emniyet ve güven atmosferi suretinde görsel dile aktarılmış. Georges’in çocukluk anıları ise neşeyle anlatılsa da içinde karanlık tablolar barındırmakta. Karanlık anlatıların yönetmeni Haneke nasıl olur da aşk filmi çeker diyenler hikayeleri dinleyince bu bizim Haneke diyeceklerdir. Hastalığın başlangıcında aile albümündeki resimlere bakıp uzun ve güzel yaşadık diyen, artık bu dünyadan iç huzuruyla ayrılabileceğinin işaretini veren Anne’e kocası eğlensin diye bir hikaye anlatır. Bir seferinde büyükannesinin verdiği parayla ilk kez tek başına sinemaya gittiğinde, ayrılmak zorunda kalan farklı sınıflardan iki gencin hikayesi onu çok ağlatmış. Daha sonra anlatması istendiğinde ise ne kadar sağlam durmak istese de akranları arasında daha da çok ağlamaktan kendini alamamak onu utandırmış. Konuyu tam hatırlamasa da duygusunu hiç unutmadığını söyleyince bunu bana daha önce hiç anlatmadın diyen karısına söylediği söz, aşkın sonsuzluğuna vurgu için kullanılmış: “Daha sana anlatmadığım çok hikayem var.”
Aşkın içinde keşiflerin, tanımanın, dinlemenin, bilmenin sonu yok iması. Tam da kimi çiftlerin birbirinden sıkılma, konuşamama ve usanç haline cevap sanki. Ebeveyni gibi müzisyen olan, eşiyle faklı bir ilişki yaşayan Eva bir sonraki kuşağı temsil eder. Eva başka kadınlara aşık olup, işler yolunda gitmeyince geri dönen kocasını sevmektedir. Çiftin muhabbeti daha çok yatırımlar, borsa, para ve çıkar ilişkileri üzerinedir. Torun ise akıl almaktan hoşlanmadığı için ailesinden çok uzaklara gitmiş nadiren arayan bir müzisyendir. İnsanların bir arada yaşayamama nedenlerinin başında tercihlere karışılmasının yarattığı sıkıntı ve yakınların başöğretmen edasıyla akıl vermesinden kurtulma arzusudur Haneke’ye göre. Eva annesinin bakımı hakkında babasıyla sürekli tartışır fakat bir önerisi de yoktur huzurevi dışında. Baba ise gücü yettiğince on yıllar içinde dokunan ortak tarihe, iç içe geçmiş duygulara yakın olmaktan başka bir hayat düşünemez. Zaten hastaları, yaşlıları, engellileri bir şekilde eleyen düzene karşı durmak, aşık olmak ve sevmek bunu gerektirmektedir. Fakat sürekli acıyor ! diye inleyen karısının acılarına ve karşılıklı itibarsızlaşmaya son vermek için onu yastıkla boğarak öldürür. Bir de apartmanın avlusundan uçup pencereden içeri giren güvercin var ki ilkinde dışarı uçurulur. İkincisinde battaniyeyle yakalanması, neyi temsil ettiğinin, sonunda kuşa ne olduğunun bilinememesi de Haneke’nin üzerine birçok fikir yürütülebilecek muammalarından biri. Film ötenaziyi, ölümü, aşkı, hayatı sorguluyor tartışmaya açıyor. Böyle bir eşiğe gelindiğinde ailece seferber olma, tevekkülle sonucu Allah’a bırakma halini kendi kültürümüzde hala yaşatıyoruz ama ne kadar sürecek. Gelecek günler aşkı, ölümü, yalnızlığı nasıl evirip çevirecek.