Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında ve erkek kimliğinin anlaşılmasında, askerliği, hem açığa çıkartıcı hem de onaylayıcı/pekiştirici bir ideolojik-kurumsal yapı olarak hak ettiği yere oturtmak gerekir. Askerlik, geçerli ataerkil erkek kültürünün yeniden üretilip pekiştirildiği bir tecrübe olmanın yanısıra, yüceltilip kutsanan bir işlev olarak bütün toplumun kendini borçlu görmesinin beklendiği üstün bir kimliği de temsil iddiasındadır. Daha sadeleştirirsek; askerlik, hem erkekliğin sınanıp kurulduğu hem de toplumun bu erkekliğe muhtaç olduğunun teyit ve ilan edildiği katıksız bir ataerkillik müessesidir.
Askerliği, erkeklerin anılarından öğrenemezsiniz, hayır… Bütün zorlanmalar, travmalar gibi askerlik de, ancak tedavi edici süzgeçlerden geçen hafızayla aşılabilir. Onun için askerlik anıları hep komiktir. Oysa askerlik gerçekten acıklıdır.
Bir de benden dinleyin…
Kütahya’da Hava Er Eğitim Tugayı’nda kısa dönem (8 ay) “er” olarak yaptım askerliğimi. Tugayın 7-8 bin kişiden oluştuğu söyleniyordu. Bizim bölük ise tamamı üniversite mezunu kısa dönem erlerden oluşan 250 kişi kadardı. ABD’de çalıştığı finans şirketinden izin alıp geleninden, banka hukuk müşavirine; KOBİ işletmecisinden, sanat yönetmenine, oldukça “zengin bir çeşitlilik” gösteriyorduk. Başımıza iyi eğitimli olduğu anlaşılan bir binbaşı verilmişti- ki bu bir bölük için “ayrıcalıktı”. “Havacı er” orduda ne işe yarar; bunu merak ediyorduk kuşkusuz. Binbaşı’nın verdiği cevap hoştur ve durumu doğru anlatır: “Siz kadınlar ve çocuklardan önce savaşa katılırsınız endişelenmeyin” …
Gerçekten benim de, acemilik bitip aynı tugayda 18 aylık erlerin acemilik eğitimlerinde onbaşılık görevi aldıktan sonraki gözlemlerim bu cevabı doğrular niteliktedir. Havacı erlerin savaşçı bir sınıf olmadığı bütün eğitimlerinden anlaşılıyordu. Sağa dön sola dön; yat kalk’la geçen aylardan ibaret bir askerlik söz konusuydu. Yine gözlemlerime göre erlerin çok ağırlıklı bölümü Kürt şehirlerinden gelen gençlerden oluşuyordu. Savaşmayı değil ama Türkiye Cumhuriyeti’nin ezici gücünü öğrenmeleri istenmiş gibiydi. Acemilik dönemlerinde eğitimciliklerini üstlenenlerden birisi olarak ilginç bir tecrübeden geçtiğimi söylemeliyim. Belki başka yazının konusu olur bu…
Bizim bölüğe gelelim…
Yanılmıyorsam bir ay kadar süren bir acemi eğitiminden geçtik. Askerliğin en cefalı dönemidir bu. Deyim yerindeyse hizaya sokulduğunuz; sivillikten “arındırıldığınız”; erkeklik kalıbına döküldüğünüz zaman bu zamandır askerlik terminolojisinde.
Başımızda kendi aralarında da hiyerarşi olan iki-üç astsubay ve bizden bir önceki dönem gelip acemi eğitiminden geçtikten sonra bizim eğitimimizde görevlendirilmiş üniversiteli 8 aylıklar vardı.
Astsubayları hızlı geçeceğim; taşra çaresizliğinden devlete tutunmaya gönderilmiş, muhtemelen evde babasının her türlü “eğitici şiddetine” maruz kalmış; hayatını hiç yabancısı olmadığı bir erkek şiddeti ortamında kazanmaya; devletin güvenilir otoritesini hakkıyla temsil etmeye hevesli genç çocuklardı bunlar. Çok kaba, çok acımasız ve çok cahillerdi. Nerdeyse hepimizden daha küçüktü yaşları. Meslek eğitiminden geçerken ne şiddet ve aşağılama gördülerse hepsini üzerimizde denediler.
Asıl öğretici tecrübe, bizi eğitmekle, bütün günümüze nezaret etmekle görevlendirilmiş bizden bir önceki 8 aylıkların gösterdiği davranışlardı. Bunlar acemilikleri bitince çavuş rütbesi almış ve kendilerinden sonra gelen üniversiteli devreyi eğitmekle görevlendirilmişlerdi. Yani, bu adamların bizden bütün farkı tamamen rastlantısal olarak bu kuruma birkaç ay önce gelmiş ve acemiliklerini bizden önce tamamlamış olmalarıydı. Birkaç ay sonra tezkerelerini alıp dışarıdaki hayatlarına döneceklerdi onlar da bizim gibi. Bir tek cümle söyleyeyim: Bazıları astsubaylardan daha çok sevmişti askerliğin onlara verdiği hükmetme gücünü. Kendi acemi bölüğümüzde, bu tanıklığımızı aramızda çokça konuştuğumuzu hatırlıyorum. Gerçekten diş biliyorduk bu sonradan olma “askerlere”.
Herneyse… Bizim de acemiliklerimiz bitti; yemin ettik ve onbaşı/çavuş rütbeleri aldık. Bir kısmımız benim gibi, 18 aylık uzun dönem askerlik yapan erlerin eğitimine gönderildi. Sanıyorum daha torpilli olanlar ise bizim başladığımız 8 aylıkların bölüğünde kaldı ve yeni gelecek üniversitelilerin eğitiminde görevlendirildi.
Aynı bölüklerde değildik artık bunlarla, ama aynı tugaydaydık ve askerliğin en şaşırtıcı işleyen mekanizmalarından birisi de “enformel iletişim” dir.
Ben, bizden önceki 8 aylıkların bizi ezmeye çalışırlarken derin bir öfkeyi paylaştığımız acemilik arkadaşlarımın, çavuş olduktan sonra yeni gelenlere yaptıkları zulmü dinlerken insan denilen malzemeyi anlamaya ne kadar uzak olduğumu düşündüğümü hatırlıyorum.
Bu sıradan bir tecrübe değildir. Bir erkek kimliğinin hangi kodlar içinde inşa edildiğini görünür kılan ve aynı zamanda onu onaylayan, pekiştiren bir sosyalleşme pratiğidir.
Askerlik; erkeğin, iktidar denilen acıtıcı gerçekle aile içi hiyerarşiden sonra daha geniş ölçekte yeniden tanışması ve bu iktidarın cazibesini iliğinde hissetmesi; iktidarın da merkezinde şiddet kullanabilme kudretinin bulunduğunu elle tutulabilir biçimde tecrübe etmesidir. Belki hayatının geri kalan döneminde, erkeklik/iktidar/şiddet iç içeliğini bu kadar çıplak hissedip yaşamayacaktır, fakat bu deneyim onun hafıza kodlarına silinmez biçimde yazılmıştır artık.
İçine doğduğumuz kültür tarafından yoğrulurken, şansınız yaver gidip de sorgulayıcı, eleştirici, yoldan çıkartıcı birtakım uyaranlarla karşılaşmamışsanız yürüyüp gideceğiniz yön bellidir. Güç karşısında çaresizlik/ ona eklenme, yaranma stratejileri/ gücü ele geçirdiği oranda alttakini ezme, teslim alma… Hâkim kültürde erkeğin hayat oyununu okuma gözü budur.
Böyle temaları tartışırken kısa devre güncel politika alanına girmeyi gerçekten sevmiyorum artık. Ama şeytan diye bir şey galiba var ve dürtüyor. Bir basın açıklaması nedeniyle gözaltına alınırken polis tarafından taciz edilen kadın, tartışma yarattı biliyorsunuz. Bunu kınayan, üstüne giden, sesini yükselten vicdanlı insanlar oldu. İç İşleri Bakanlığı koltuğunda oturan bir adam var. O adam dedi ki,” Evladımıza 'tacizci' diyen alçaklar gereğini görecek"…
İşte bu cümleyi söyleten; bu cümleyi söyleyen adamı bakanlık koltuğuna oturtan; o tacizi gözünü kırpmadan yapabilen polise güven veren kültür bu kültürdür…
Şiddet hep el altında tutulur.
İktidar için akan sular durur…