24 Ocak 2019] Bırakalım 2500 TL’lik yeni basımını; önce orijinali ve içeriğini konuşalım. Tek kelimeyle, bomboş. “On yıl üzerinde çalıştım, bütün kariyerimi koydum” dediğini öğreniyorum. Bırakın on yılı; on haftalık emek yok bu kitapta. Şu bir gerçek: son on yılda Atatürk efsanesi çok sarsıldı ve eleştirilmeye başladı. Yılmaz Özdil bundan rahatsız olmuş anlaşılan. Bunu “gençlerin zehirlenmesi” olarak görmüş ve tabuları koruma, kutsallıkları pekiştirme ihtiyacını duymuş. Güya araştırma yapmış ama tek bir dipnot veya başka tür referans mevcut değil. Bilgi, olduğu kadarıyla, hemen tamamen intihal (örneğin Vasilis Dimitriadis’in Mustafa Kemal’in Selanik’teki evine ilişkin monografisinden – Özdil üniversitede olsa, sırf bu yüzden hem çakar hem disipline verilir). Gerisi, olumluluk olarak gördüğü herşeyin abartılması, olumsuz olabileceğini düşündüğü herşeyin ise itinayla temizlenmesi. Gerçekler yok, efsaneler var. Özetle, bir tür iman tekrarından ibaret.
Şimdi bu içeriksizlik, bir de 2500 liralık bir süper-lüks basımla çıkıyor karşımıza. Çöpün üzerine esans püskürtmekle aynı mantık. Post-post-Atatürkçülük; yeni bir tür “hâtıra eşya” icadı. En zengin ve en hakiki müminler alıp oturma odalarının en mutena yerine koysun; böylece, faraza Ortodoks Hıristiyan evlerinin İsa ve Meryem ikonalarıyla süslü ibadet köşesine benzer bir mekân oluşsun. Herkes de görsün, gelip giden. “Bak ben ne kadar öz hakiki Atatürkçüyüm.” Tümüyle şekilci bir gösterişçilik. Zaten bir de kabalistik sembolizm arayışları eşliğinde çıkageliyor. Böyle sathî yakıştırmalara her yerde şaşıyor ve kızıyorum. Efendim, Çamlıca Camiinin dört büyük minaresi (1071 Malazgirt’ten mülhem) 107.1 metre, kubbe açıklığı (İstanbul’un plaka numarasından mülhem) 34 metre, kubbe yüksekliği (popüler 72 millet deyiminden mülhem) 72 metreymiş. Müteahhit firma sadece uyumlu ve estetik açıdan doyurucu bir cami inşa edeceğine, tutmuş bunlarla övünüyor.
Onun gibi, Yılmaz Özdil’in kitabı da 1881 adet basılmış; 23 Ocak’ta (yani dün) saat tam 9:05’te satışa çıkarılmış. Muhtevanın kötülüğünü bu tür ambalaj trükleriyle kapatmak istiyorlar. Vay. Huşû içinde kaldım, gönlüme ışıklar doldu… deyip koşarak bir tane almamız mı bekleniyor? Fakat korkarım ki tam da öyle. Bu noktada, totemistik çağlardan kaldığı izlenimini veren Atatürk fetişizmi, yüzde yüz Atatürk ticaretine dönüşüyor.