Ana SayfaManşetAteşle oynamak

Ateşle oynamak

Mecburiyetten alelusul cümlelerle saldırıyı kınayıp ardından okkalı cümlelerle kurbanı mahkûm etmek, ateşle oynamaktır. Saldırganlarla zihniyet müşterekliğini yansıtan bu söylem, Türkiye için ciddi bir tehlike taşıyor.

HDP İzmir İl Başkanlığına silahlı bir saldırı yapıldı ve partide çalışan 20 yaşındaki Deniz Poyraz katledildi. Hayatının baharında masum bir genç kızın katli, iktidar ve muhalefet temsilcileri tarafından “provokasyon” olarak nitelendirildi ve kınandı. Failin gerek profili ve gerek yakalandıktan sonra verdiği ifadesi -binadaki herkesi öldürme kastıyla hareket ettiğini söylemesi- eylemin farklı kesimleri karşılıklı olarak birbirine karşı kışkırtma ve bir kaos ortamı yaratma gayesiyle yapıldığı yönündeki ihtimali güçlendirdi.

İktidar ve muhalefetin, genel olarak, eylemin provokatif niteliği üzerinde mutabık kalmaları,  eylemin boşa çıkarılması bağlamında önemli. Fakat provokasyon teşhisi, eylemin halının altına sürülmesine veya failin bütün bağlantılarının açığa çıkarılmasının engellenmesine hizmet etmemeli. Eğer provokasyon denilip bu meşum eylemin önü-arkası incelenmez ve ayrıntılarının açıklıkla soruşturulmasının önüne bariyer konulursa, maalesef, provokasyonların ardı kesilmez.

Keza provokasyon tespiti, sorumlulukları konuşmamızı engelleyen bir işlev de görmemeli. İki türlü sorumluluktan söz edilebilir: Hukuki sorumluluk ve siyasi sorumluluk. Hukuki sorumluluk, bu eylemi planlayanlar, gerçekleştirenler ve onlara yardım edenlerle ilgilidir. Titiz bir tahkikat yürütülerek bu kişiler tespit edilmeli ve eylemde üstlendikleri rollere göre, hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır.

Fırat kenarında kaybolan kuzu

Siyasi sorumluluk ise iktidarı işaret eder. Burada iki noktanın altı çizilebilir: Birincisi, iktidar olmak, genel bir siyasi yükümlülüğün altına girmektir. Bir ülkede meydana gelen bütün hadiseler iktidarla alakalıdır; nasıl ki müspet olanlar iktidarın hanesine artı puan olarak yazılırsa, menfi olanlar da iktidarın hanesine eksi olarak kaydedilir. Türkiye siyasetinde sıkılıkla kullanılan “Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan da iktidar sorumludur” sözü, bu genel yükümlülüğü anlatır.

Dolayısıyla ülkenin üçüncü büyük kentinde, ülkenin üçüncü büyük partisinin il başkanlığına silahlı bir saldırı yapılıyorsa burada siyaseten sorumlu tutulacak olan elbette iktidardır. HDP’nin bütün il teşkilatları nerdeyse yirmi dört saat polis gözetimi altındayken böylesine hunhar bir saldırı böylesine kolayca gerçekleştiriliyorsa, bunun hesabının hem yerel hem de merkezi düzeydeki yetkililerce verilmesi gerekir. Başka türlüsü düşünülemez.

Muhalefeti düşmanlaştırmak

İkincisi, iktidarın kullandığı dilin bu tür saldırılara uygun bir iklim hazırlamasıdır. Gerek resmi gerek gayri-resmi iktidar temsilcileri hemen her ortamda HDP’yi hukuk dışı bir özne olarak damgalayıp şeytanlaştırıyorlar. Kendileri kadar meşruiyete sahip olan HDP’ye karşı başvurulan bu yoğun düşmanlaştırıcı dil, bir taraftan HDP’yi saldırılara açık hale getirilirken diğer taraftan da HDP’ye yönelik bütün gayri hukuki taarruzların hoş görülebileceğine ve hatta kabul edilebileceğine dair bir atmosfer yaratıyor.

Aslında son birkaç yıldır iktidar çevrelerinde topyekûn muhalefeti gayri-meşru ilan eden bir eğilim var. İktidara karşı olmak, onun belli alanlardaki tercihlerini eleştirmek ve alternatif öneriler getirmek başlı başına bir suç olarak sunuluyor. Milliliği ve yerliliği temsil eden iktidar ile ters düşmek, gayri-milli olmanın ve hatta ihanetin bir nişanesi sayılıyor.

Bütün muhalefet partileri bu propagandadan payını alsa da HDP için müracaat edilen doz çok daha fazla. İktidar, HDP’yi her türlü kötü muameleyi hak eden bir yapı olarak sunuyor. Bunun, ister spontane ister karanlık odaklarla işbirliği halinde gerçekleştirilsin bu çeşit saldırılara ortam hazırlayan ve saldırganlara cesaret veren en önemli faktör olduğu açık.

Zihni müştereklik

İktidar ortağı Bahçeli’nin, İzmir saldırısı hakkında sarf ettiği cümleler de bunu teyit ediyor. Bahçeli, katledilen Deniz Poyraz için “PKK’nın kırsal katılım sorumlusu, halkanın içinde yer alan milis işbirlikçidir. Milis işbirlikçi, örgütün hain emellerine yardım ve yataklık eden terörist demektir” ifadelerini kullandı.

Üç açıdan vahim bir dil bu: Bir, alçakça katledilen genç bir kadına yönelik iftiralar içeriyor. İki, kurbanın hem ailesini hem de mensubu olduğu partiyi hedef haline getiriyor. Ve üç, katle bir meşruiyet zemini sağlıyor. 

Mecburiyetten alelusul cümlelerle saldırıyı kınayıp ardından okkalı cümlelerle kurbanı mahkûm etmek, ateşle oynamaktır. Saldırganlarla zihniyet müşterekliğini yansıtan bu söylem, Türkiye için ciddi bir tehlike taşıyor.

Kürdistan 24, 23.06.2021

- Advertisment -