Ana SayfaYazarlarBarışı hep akılda tutmak

Barışı hep akılda tutmak

 

Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI), Norveç’in başkenti Oslo’da ana başlığı Zor Zamanlarda Türkiye’de Kapsayıcı Bir Diyalogu Güçlendirmek olan bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi. İki gün süren toplantı Çatışma Çözümünde Medyanın Rolü konusuna odaklandı. Bu çerçevede dünya örnekleri ele alındı, üzerlerine tartışmalar yapıldı.

 

Norveç çatışmaları sonlandırmayı amaçlayan birçok sürecin içinde yer alan bir ülke; bu nedenle Oslo da çatışma çözümü alanının en önemli merkezlerinden biri. Başta Filistin olmak üzere Guatemala, Sri Lanka, Filipinler ve Kolombiya’da silahların susması için yapılan görüşmelerin adresi hep Oslo oldu.

 

Oslo bize de yabancı değil. 2011’in Haziran ayındaki çatışmalı döneme girmeden önce, devlet ve PKK temsilcileri Kuzey Avrupa’nın bu güzel kentinde birçok kez bir araya gelmişlerdi. Daha sonra medyaya sızdırılan ve “Oslo Görüşmeleri” adıyla tarihteki yerini alan bu görüşmelerde, tarafların birçok konuyu ayrıntılı bir şekilde müzakere ettikleri görülmüştü. 

 

Barışa arabulucu olmak ve Oslo’yu görüşmelerin mekânı yapmak, Norveç’te devletin temel politikası. Hükümetler değişse de bu politika değişmiyor. Siyasi arenadaki tüm partiler Norveç’in üstlendiği bu rol hakkında hemfikir. Bundan ötürü, ister sağ ister sol bir parti iktidara gelsin, devletin bu politikasından vazgeçilmiyor. Her yeni gelen hükümet, bir önceki hükümetin başlattığı müzakereleri sürdürüyor.

 

Norveç’in süreçlere katılımı iki şekilde oluyor: İlki, hükümetin bürokratlarının doğrudan süreçlerin içinde yer almaları. Dışişleri Bakanlığı’nda bunun için kurulmuş, hatırı sayılır elemana ve bütçeye sahip olan bir birim var. İkincisi, hükümetin barışı inşa alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarına destek vermesi ve onlar üzerinden süreçlere dâhil olması. Dolayısıyla hükümet ile sivil toplum kuruluşları arasında sıkı bir işbirliği bulunuyor.

 

Kan ve gözyaşı ile geçen yarım yüzyıl

 

Toplantıda üç sunum yapıldı. BM Kalkınma Programı’ndan Sarah Lister, dünyanın çeşitli ülkelerinden örneklerle, çatışmalarının etkilerinin azaltılması ve diyalog ile uzlaşı kanallarının açılması noktasında medyanın üstlenebileceği rollere dair bir sunum yaptı. The Guardian’dan Owen Bowcott, tanığı olduğu Kuzey İrlanda’daki çatışma döneminde gazetecilerin karşılaştığı güçlüklere ve ahlaki gerilimlere değindi.  

 

Ben bu yazıda Kolombiyalı gazeteci John Jairo Ocampo Nino’nun anlattıkları üzerinde durmak istiyorum. İki dönem Cumhurbaşkanı Santos’un basın sözcüsü olarak görev yapan Ocampo, kendi ülkesinin tecrübesini bizlere detaylı olarak aktardı. Hem çatışma ve müzakere dönemlerinde Kolombiya’da medyanın nasıl bir işlev gördüğünü anlattı, hem de kan ve gözyaşı ile geçen yarım yüzyılın arka planı hakkında bilgi verdi.

 

1899’da bağımsızlığını kazanan Kolombiya’da iç çatışma ve karışıklıklar hiçbir zaman eksik olmadı. 1946’dan sonra ise çatışmalar büyüdü. Ülkede iki büyük siyasi hareket vardı. Bir tarafta büyük toprak sahiplerinin desteklediği Muhafazakâr Parti, diğer tarafta ise köylülerin desteğini arkasına alan Liberal Parti bulunuyordu. Liberal Parti’nin lideri Gaitan’ın 1948’de öldürülmesiyle birlikte çatışmalar büyük ölçekli bir iç savaşa dönüştü.

 

FARC bu kaotik ortamda doğdu. İddiası, büyük toprak sahiplerine karşı köylüleri savunmak, feodaliteyi bitirmek ve ülkede sosyalist bir düzen kurmaktı. FARC’ın 1964’te sahne almasıyla beraber Kolombiya’da 52 yıl sürecek olan çatışmanın fitili ateşlendi. Çatışmalarda 300 binden fazla insan hayatını kaybetti; 8 milyondan fazla insan bu çatışmalardan mağdur oldu.

 

Ocampo, çatışmaların bu kadar uzun sürmesini ve derin yaralar açmasını altı nedene bağladı:

 

  • Çift taraflı şiddet;
  • Sosyal eşitsizlik;
  • Siyasi dışlama;
  • Toprak adaletsizliği;
  • Uyuşturucu trafiği;
  • Paramiliter grupların şiddeti.

 

“Kolombiya’da barışı arayacağız”

 

Ortaya çıkan korkunç tablo barış arayışını mutlak bir gereklilik haline getirdi. Bilhassa 1990’lı yıllardan sonra bu arayışlar yoğunlaştı. Kolombiya’da sadece FARC’ın elinde silah yoktu; silah kullanan irili ufaklı birçok örgüt vardı. Hükümet bu örgütlerle görüşüp bazıları ile anlaşmaya vardı. Mesela M-19 bunlardan biriydi. Silahı bırakan örgütün liderlerinden biri, bu yıl yapılacak seçimlerde başkanlığa aday ve anketlerde de ikinci sırada görünüyor.

 

1998’de muhafazakâr bir siyasetçi olan Andrês Pastrana “Kolombiya’da Barışı Arayacağız” sloganı ile iş başına geldi. FARC ile görüşmeye başladı. Medya, başkanın barış siyasetinin yanında durdu.  Ancak görüşmelerin yürütüldüğü bir dönemde FARC, içinde parlamenterlerin bulunduğu bir uçağı kaçırdı ve uçağı denetim altında tutukları bölgedeki bir otoyola indirdi. FARC’ın bu hareketi hem süreci torpilledi hem de kendi imajına zarar verdi. Halktan sürece dönük itirazlar yükseldi. Medyada ise FARC için artık “terörist” sıfatı kullanılmaya başladı.

 

2002’de başkanlık koltuğuna Alvaro Uribe oturdu. Onun sloganı Pastrana’dan farklıydı; “FARC’ı bitireceğiz” diyordu. ABD’nin yakın desteğine sahip olan Uribe, bir yandan askeri operasyonlara hız verirken bir yandan da sosyal politikalar izledi. Paramiliter gruplarla anlaşma imzaladı, askeri kuvvetleri güçlendirdi. En önemli başarısı, yollarda güvenliği sağlamasıydı.

 

Uribe’nin bu politikası sonuç verdi ve 2006’da seçimlerinden de zaferle çıktı. Santos, bu dönemde Uribe’nin Savunma Bakanı idi. FARC’a karşı sert bir politika izlenmesinden yanaydı. Ona göre, FARC ile etkin bir şekilde mücadele etmenin yolu FARC’ın yönetim kadrosunu ortadan kaldırmaktan geçiyordu. Nitekim örgütün iki numaralı ismi bir bombardımanda öldürülmüştü.

 

Ya akıl, ya da güç

 

Santos, 2010’da başkanlık makamına çıkınca iki yönlü bir politika yürüttü. Seçimlerin ardından yaptığı ilk başkanlık konuşmasında “Gerillaların olmadığı, barış içinde bir Kolombiya mümkünüdür. Bunu ya akılla ya da güçle yapacağız” diyordu. ABD’nin tam desteğini alan Santos, FARC liderlerine yönelik operasyonlara devam etti. Ama bir taraftan da FARC ile gizli müzakerelere başladı.

 

İlk etapta görüşmelerden kamuoyu haberdar değildi. İlginç olan bir husus, görüşmeler yapılırken de Santos’un askeri operasyonları sürdürmesiydi. Santos “Savaşı bırakmadan görüşmeye, görüşmeyi bırakmadan savaşa devam edeceğiz” diyordu. Operasyonların birinde FARC’ın lideri de öldürülmüştü. Müzakerelerin artık tamamen rafa kaldırılacağı düşünüldü ama FARC masadan kalkmadı.

 

Belirli bir mesafe katedildikten sonra açık müzakerelere geçildi. Halk süreç hakkında bilgilendirildi ve müzakere edilecek beş başlık belirlendi:

 

  • Kırsal kalkınma;
  • Siyasi katılım;
  • Uyuşturucuyla mücadele;
  • Mağdurların durumu/mağdurlara adalet;
  • Silahların bırakılması.

 

Şiddeti televizyondan görenlerin “Hayır”ı

 

Açık müzakerelerin yapıldığı sırada, sürece muhalif olanlar süreci baltalamak için birçok gerçek dışı beyana başvurdu. Mesela FARC liderinin Kolombiya başkanı olacağını,  Kolombiya’nın bir kısmının FARC’a bırakılacağını, sosyal yardımların kesileceğini, vergilerin artırılacağını söylediler.

 

Müzakereler bittiğinde tarafların vardığı anlaşma halkoyuna sunuldu. Katılım düşük oldu ve 50 bin gibi küçük bir oy farkıyla sandıktan “Hayır” çıktı. Oy dağılımının dikkat çekici bir özelliği vardı: Şiddeti televizyonda gören kentsel bölgelerde “Hayır”, şiddete doğrudan muhatap olan kırsal bölgelerde ise “Evet” oyları ağır basmıştı.

 

Ocampo’ya göre barış anlaşmasının halktan onay almamasında iktidarın eksikliklerinin mühim bir payı vardı. Örneğin, toprak reformunu halka gereği gibi anlatamamıştı. Barışın herkesin hayatında doğuracağı müspet neticeleri halka gösterememişti. Barış aleyhtarlarının süreci zehirleyen yalanlarının ipliğini pazara çıkarmamıştı.

 

Yine de barış anlaşmasının taraflarına güç kazandıran bir nokta söz konusuydu. 52 yıldır süren savaş o kadar büyük acılara sebep olmuştu ki kimse doğrudan “Barışa karşıyız” diyemiyordu; sadece “Anlaşmanın hükümlerini doğru bulmuyoruz, onlara karşıyız” diyebiliyorlardı. O halde tartışmaya sebep olan maddeleri gözden geçirip barış doğrultusunda ilerlemeye devam edilebilirdi.

 

Barış güzergâhından dönmemek

 

Öyle de oldu. Santos da FARC da girdikleri güzergâhtan geri dönmediler. Sabote edici birçok faktöre rağmen barış iradesini korudular. Nihayetinde FARC silahları bıraktı, bir siyasi parti kurdu ve seçimlere katıldı.

 

Şüphesiz bütün sorunlar bitmiş değil ve gidilmesi gereken daha çok yol var. Ama ileriye daha umutla bakmayı mümkün kılan bir durağa varıldığı da ortada. Ocampo’nun sözleri de bunun kanıtı: “Her geçen gün çatışmalar, ölüm haberleri azalıyor. 49 yaşındayım. Hiç bu kadar huzurlu bir ülkede yaşamadım.”

 

Her çatışma farklı; dolayısıyla çatışmaları bitirmeyi amaçlayan her süreç de farklı. Bununla beraber başarılı süreçlerin altın kuralları aynı: Barışa giden kısa yol diye bir şey olmayacağını bileceksiniz. Uzun yolları göze alacaksınız. Esnek olacaksınız. Engelleri aşmak ve hayal kırıklıklarının üstesinden gelmek için sabır göstereceksiniz. Gerek kendinizin gerek başkalarının önceki tecrübelerinden dersler çıkaracaksınız.

 

Ve en önemlisi, barışı hep aklınızın bir köşesinde tutacaksınız. Şartlar ne olursa olsun barış fikrini ölüme terk etmeyeceksiniz. Aksi takdirde bir savaşı bitiremezsiniz.

- Advertisment -