Son genel seçim iktidar partisine bir muhasebe ve öğrenme fırsatı veriyor. Gözlemcilerin ortak tespitlerinden biri başkanlık tartışmasının AKP oyunun düşmesinde etkili olduğu… Bunun Kürt oylarının kaçışı üzerinde etkili olduğu söylenemez. Ama MHP’ye giden küçük bir kesim tarafından önemsendiği ve de bazı AKP seçmeninin sandığa gitmemesindeki unsurlardan biri olduğu söylenebilir. Yine de seçim sonrası saha çalışmaları başkanlık sisteminin tek başına bir olumsuzluk olarak ele alındığını göstermiyor. Muhtemelen bu tartışmanın içeriğinden ziyade ele alınış biçimi etkili oldu ve seçmenler başkanlığı Cumhurbaşkanı’nın özel bir meselesi olarak algıladığı ölçüde de bu öneriye mesafeli davrandı.
Sonuçta başkanlık önerisi ile ilgili gönül rahatlığı ile söyleyebileceğimiz şey şu: Bu tartışma AKP’ye hiç oy getirmediği gibi, kendi seçmeninin tam onayını da alamadı ve giderek olumsuz bir algının parçası haline geldi. Bu noktada AKP’nin yanlış yaptığını, ya da Erdoğan’ın seçmen psikolojisini önemsemeyip şartları fazla zorladığını söyleyip geçebiliriz. Ancak ortada garip bir durum var: Her şeyden önce başkanlık sistemi bir anayasa değişikliği gerektiriyor ve yeni bir anayasa da şu anki dibacenin değiştirilmesiyle mümkün. Oysa elimizdeki anayasa 12 Eylül generallerine ait olsa da, dibace doksan yıllık Kemalist otokratik rejimin ideolojik temelini ifade ediyor. Diğer bir deyişle yeni bir dibace başlı başına devrimsel bir olgu olacak ve herhalde yeni bir metinde anlaşma sağlanması kısa bir sürede gerçekleştirilemeyecek. Nitekim Erdoğan da bir sohbette başkanlığa geçmenin dört yıl alabileceğini ve ilk başkanın kendisi dışında biri olabileceğini söylemişti.
Kısacası AKP 367 milletvekili alsaydı bile kısa zamanda bir sistem değişikliği söz konusu olmayacaktı. AKP’nin bir hızlandırma taktiği uygulaması da uygun bulunmayacaktı… Çünkü kalıcı ve işlevsel olabilmesi, yönetme imkanı verebilmesi için yeni anayasanın meşruiyet zaafı içermemesi, yani bunun bir “AKP anayasası” olmaması gerekiyor.
Durumu garip hale getiren bir olgu daha var. Seçim sürecinde Erdoğan başkanlık sisteminin içeriği ve mantığı hakkında birkaç cümle söylemekle yetindi. Söylemini sadece yeni bir siyasi sistemin Türkiye için gerekli olduğu tezi üzerine kurdu. Ancak aynı dönemde AKP içinde yetkin hukukçulardan oluşan bir komite başkanlık ve parlamenter sistem üzerinde çalışmaktaydılar ve son derece demokratik, sağlam denetleme mekanizmalarına sahip alternatifler ürettiler. Yani AKP’nin başkanlık motifini de içeren seçim kampanyası yürürken, partinin elinde gerçekçi bir başkanlık sistemi modeli bulunmaktaydı.
Yeniden soralım: Uzun zaman alacağını bildiği ve elinde ciddi bir başkanlık modeli önermesi olduğu halde acaba Erdoğan niçin başkanlığı içi boş bir retorik halinde sundu? Belki de aslında gözünü başka yere dikmişti… Erdoğan için başkanlık sistemi muhtemelen sadece bir araçtı ve ilkesel kabul görmesi yeterliydi. Böylece seçilmiş siyasetçiler lehine yeni bir zemin yaratılabilecek ve Erdoğan bu meşruiyet sayesinde bürokratik direnç odaklarının üzerine gidebilecekti. Dolayısıyla başkanlık sistemine gerçekçi bir biçimde yaklaşmayı tercih etmedi. Bunu bir genel onay mekanizması olarak kullanmak istedi.
Ama AKP seçmeninin belki yarısı artık daha ‘normal’ bir döneme doğru gidilmesini arzuluyordu. İnsanlar ‘başkanlık’ sözcüğünü yeni bir kavga dönemi olarak algıladılar ve mesafe hissettiler… Yoksa Türkiye henüz gerçek anlamda bu konuyu tartışmaya başlamadı bile.