Ana SayfaYazarlarBaşkasını tanımak, mesela Ina Praetorius’u

Başkasını tanımak, mesela Ina Praetorius’u

 

Dünyada ötekileştirme nefret ve dışlama yükseliyor. Öte yandan bunun getireceği karanlığı fark edip bütün insanlığı kuşatan yeni kurucu fikirler üzerine çalışanlar birbirlerini bulmaya, yeni bir insanlık deneyimine ulaşmaya çalışıyor.  

 

Hazar Derneği’nin Haziranda İstanbul’da düzenlediği Avrupa’da Kadın Olmak sempozyumundan söz etmiştim. Kadın cenneti sanılan bu kıtada da şiddet var. Belçika örneğindeki çalışmaya baktığımızda kadınların başlarına geleni mümkün olduğunca kimseyle paylaşmadıkları ortaya çıkıyor. Ancak uzun zaman katlandıktan sonra çözüm için gerekli mercilere başvuruyorlar.  Evi terk ettiklerinde tıpkı Türkiye’de olduğu gibi eşleri tarafından telefon ve mesajla taciz devam ediyor. Ekonomik olarak daha güçlü ve eğitim bakımından donanımlı olduklarından konukevine başvuru oranı düşük. Daha ziyade göçmen kadınların sığınağı bu evler. Belçika’da erkekler de şiddete uğruyor aile içinde. Bu yüzden kadına yönelik şiddet kavramından çok eşler arası şiddet söylemi kurumsallaşmış durumda. Bütün dünyada konukevlerinin işlevi, sorunları mahzurları ve zafiyetleri, yerine hangi sistemin ikame edilebileceği tartışılıyor.

 

Zürih’ten katılan feminist ilahiyat profesörü İna Praetorius Türkiyeli katılımcıları epeyce etkiledi. Karlruhe’de doğan, Tübingen, Zürih ve Heidelberg’de sırasıyla Alman edebiyatı, dil ve filoloji ardından da ilahiyat okuyan İna kendini serbest çalışan feminist ilahiyatçı olarak tanıttı.  

 

Üç aşamalı cv’sinde çok özel değiniler var; kanlar içinde ve çığlıklar atarak geldiği dünyada ona yaşlı insanlar bakmış yiyecek sığınak sıcaklık anlam ve sevgi vermişler, bir de kelimeler, Tanrı, sevgi ve İsa.  

 

Ondan esirgenmeyen ne varsa o da başkalarına vermeye ant içmiş. Kendisi okurken yazarken seyahat ederken insanlar için kanunları hazırlayanlara, su borularını onaranlara, yolları inşa edenlere, bitkileri yetiştirenlere, resim yapanlara, ortak mekanları temizleyenlere büyük minnet duyuyor.

 

Pederşahi Sonrası Anlamın Oluşturulma Sanatı üzerine bir konuşma yapmıştı Avrupa’da Feminizm Nereye Evriliyor oturumda. Batı eşitlikçi tek tip feminizmi savunuyor ona göre. Hem feminist hem Hristiyan olamazsın denilmiş Ina’ya. Bu yüzden sürekli kendini savunmak zorunda bırakılan Müslüman kadınları anladığını düşünüyor. Özgürlük söylemlerinin içini doldurmak için bu dünyanın ötesinde bir kritere ihtiyaç var. Tanrıya. Aşkın bir yanımız olmalı diye düşünüyor.

 

Her insan evladının bütüne karşı sorumluluğu var. 7 milyar insan için ekoloji adalet özgürlük savunusu yapmalı ama ana akım feminizmde bunu bulamamış. “İradem olmadan bana gelen bir din vardı ve ben onu anlamaya çalıştım reddetmeden önce. İçindeki inceliklere ve yorumlarken kadına yönelik ters giden fikirlere eğildim. Yeni pratikler içinde pederşahi sonrasının Hristiyan kadını olmanın keyfini sürmeye çalıştım” derken kendi yoluna işaret ediyor.  

 

Ina’ya göre Avrupa’da Müslüman kadının inancının mutluluğunu keyfini yaşamasına izin vermeyen bir feminist yapılanma var. Öyle bir kadın hareketi olmalı ki kadına neden örtünüyorsun, neden böyle düşünüyorsun diyerek sıkıntı vermemeli. İlla merak edilecekse tersine onu mutlu eden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmak, onu sevindiren güldüren şeyleri merak etmek lazım. Mesela Kongo’da yoksul ama son derece mutu Müslüman kadınlarla tanışmış ve çok etkilenmiş bu durumdan.

 

Dindar olmak Avrupa’da da tabu Ina’ya göre. Hristiyan olması aydınlanmamış olmasına delalet ediyor kimi akademi çevrelerinde. Feminizm de kendi sınırlarıyla karşılaştı. Özgürlük bir şeye bağlı olmanın zıddı olarak tanımlanamaz artık. Annemizin karnından beri nasıl suya bağımlıysak topluma da insanlara da bağımlıyız. Nasıl özgür olabilirim sorusuna iyi bir bağlılığın içinden cevaplar üretmenin zamanı geldi artık. Ben her zaman orada ve mutlak sonsuz olan Tanrıya inanıyor ve güveniyorum diye kimse özgür olmadığımı iddia edemez diyordu.  

 

Kadınlar pederşahi sonrası koşullarda da anne olayım mı, başarı şart mı, kariyerim olmalı mı sorularıyla sınırlandırıyor kendini. Oysa temel soru ben dünyayı sonsuz sevgi dolu varlığa uygun olarak nasıl değiştirebilirim sorusunun cevabında özgürlük Ina için.

 

Batıda feminizm İncil’i de içeren köklere sahip ama bu yokmuş gibi Hristiyan olmakla eleştiriliyorum, dindar olmayanlar kendi kaynaklarından uzaklaşıp unutuyorlar diyordu. Fakat öte yandan İsa’ya tanrı denmesini, onun erkek olması hasebiyle tanrının erkek olup erkeğin tanrısal oluşuna itirazları konuşamadık zaman yüzünden.

 

Aile ve çocuk karşıtlığının özgürlükle alakası olamayacağında da herkes hemfikirdi. Aile dışı düzen kadına daha büyük zorluklar ve bağımlılıklar getirebiliyordu. Kapitalist düzenin herkesi susturan tartışmaların temeline inilmesini engelleyen bütün kültürleri bir örnekleştiren gürültüsüne değinmek lazımdı asıl.  

 

Dünyadaki herkesi her canlıyı düşünen, çevreyi içine alan, koruyucu ve vazeden Tanrıdan kopmayan bir kadın hareketine ihtiyacımız olduğunu söylüyor Ina. Kulak verecek ne çok insan ve deneyim var, ne kadar zengin bir dünyadayız bu yönden. Saygı adalet ve eşitlik temelinde benzerimiz olmayanlarla kurulacak içten ilişkiler kurtaracak dünyayı.   

- Advertisment -