Batı’yla ilişkimizde, “hayranlık-aşk/yetersizlik-nefret” karmaşası içinde yoğrulan zihinsel dünyamızın toplumsal-kültürel maliyetleri üzerine çok tartışılmıştır.
Batılılaşma hareketini sürükleyen değişimci damar, milli mücadeleden sonra ideolojik hegemonyasını kurmuş; Batı ulaşılması gereken “muasır medeniyet” olarak tanımlanmıştır.
Mustafa Kemal’in “fikir babam” dediği Gökalp’tan tanıdığımız hars-medeniyet sentezi kuramının, kurucu siyasetin meşrulaştırılmasında verimli bulunması şaşırtıcı değildir. Ziya Gökalp’in düşüncesinde, Batıcılığın modern ulus inşasında ihtiyaç duyduğu iki unsur birbirini güçlendirecek şekilde tanımlanıyordu:(1) Türk kimliğinin kültürel olarak yüceltilmesi (2)Gelişmeye engel sayılan geleneğin aşılması ve Batı uygarlığının benimsenmesi.
Hayat, Gökalp’in tanımladığı yönde düz, temiz, istikrarlı bir evrim yaratmadı. Kültür ve medeniyeti buluşturacağını iddia edensiyasetler, sentez yerine gerilim; uyumdan çok çatışma üretti.
Burada “siyasetler” sözüne vurgu yapmamın bir nedeni var. Öteden beri Türkiye’de; bizi var eden tarihsel-kültürel kimliğin Batı uygarlığının değerleriyle buluşma yolculuğunu “öz” e ihanet sayanlarla; bu sentez arayışının bir fikir olarak geçersiz ve kötü olmadığını, fakat dışlayıcı–baskıcı-elitist siyasetlerin hasarlarını tedavi etmek gerektiğini düşünenler arasında ciddi bir farklılaşma söz konusu.