“Bayram” dendiğinde benim aklıma ilk önce arife günleri gelir. Çocukluğumun arife günleri telâşlı, neşeli ve uzundu. 11 ayın sultanı yavaştan tasını tarağını toplamaya başladığında bayram hazırlıklarına yönelik trafik hızlanırdı. Çarşı-pazarda yapılması gerekenler yapılır, edilmesi gereken alışverişler edilir ve arife gününde iş, içerinin düzenlenmesine kalırdı.
“İçeri” derken yalnızca evi anlamayın; sokak da içeri sayılır, hazırlıklardan o da nasibini alırdı. Son iftar açıldıktan sonra ahaliyi bir heyecan basardı. Kollar sıvanır, herkes üzerine düşeni yapmak için sokağa dökülürdü. Çocuklar su taşır, ablalar-teyzeler evlerin önünü süpürüp yıkar, abiler-amcalar ise hem onlara yardımda bulunur hem de asayişi temin için etrafı kolaçan ederdi.
Sokağı temizlemek, bayramın olmazsa olmaz bir ritüeliydi. Sanki misafirlerimiz sadece bize, evimize değil, sokağımıza ve mahallemize de gelirdi. Dolayısıyla evimiz kadar sokağımız da temiz olmalı ve güzel kokmalıydı. Az buz bir olay değildi bu; herkesin bir ucundan tutması lâzımdı. Ayrıca eğlenceliydi de. Sokağın veletleri sağa-sola koşturarak mevzuyu hemen oyuna çevirirdi. Delikanlılar ve genç kızlar bakışır, iş görmek bahanesiyle birbirlerine yakınlaşırdı. Yaşlılar ise bazen gençleri azarlar, çoğunlukla da kendi aralarında dedikodu ederdi. Ama nihayetinde elbirliğiyle her yer çiçek gibi olurdu.
Uzun arife geceleri
Uzundu arife geceleri. Çörekler fırına yollanır, tepsilerden başı dönmüş fırıncı size tahmini bir saat verir, o saatte gelip almanızı isterdi. Vaktinde fırında olmak icap ederdi. Böylece hem tepsinizi göz ucuyla izler, hem sizin gibi sıra bekleyenlerle laklak yapar, hem de çıkan çöreklere dadanırdınız. Fırından yeni çıkmış, ateşi üstünde, dumanı tüten ve mis gibi kokan o güzelim Diyarbekir çöreklerinin kenarından köşesinden bir parça kopartıp tadına bakmanın keyfi bir başka olurdu. Lâkin geciktiğinizde, o kalabalıkta tepsiler karışabilirdi. Eve yanlış çörek götürdüyseniz vay halinize! Anneniz sizi bir güzel kalaylar ve gün yüzü görmemiş beddualar yağmur gibi üzerinize yağardı.
Bayram sabahları kahvaltı edilmezdi bizde. Bayram sabahı, bayram yemeği yenir, başka türlüsü de akla gelmezdi zaten. Yemek hazırlıkları akşamdan başlardı. Evde bir eksik olurdu muhakkak. Çocuklar ihtiyaç duyulan bir malzemeyi komşudan almak için evler arasında mekik dokurlardı. “Deste vi bi ekl e” denilen mutfak işlerinde mahir kadınlar vardı. Ellerinden lezzet akardı. Öyle tarif-marif, ölçek-mölçek takmazlardı. Bütün malzemeleri göz kararı ile katarlardı yemeklere ve her ne hikmetse daima kıvamı tuttururlardı. Yeni evlileri, gelinlik kızları bir nevi meslek içi eğitime tabi tutar, tecrübelerini hafif çalım satarak ve biraz da keyfini çıkararak onlara aktarırlardı.
Bayramlık
Gecenin ağırlığı çöktüğünde dolmaların, kaburgaların, meftunelerin kokuları da sinmeye başlardı sokağın üzerine. Damak çatlatan lezzet karşısında sabredemeyip tencere üzerinde dilimi yakmışlığım çoktur. O günlerden kalma bir alışkanlık olsa gerek, yediğim bütün fırçalara rağmen, halen yemek daha ateş üstündeyken gidip bir kalite kontrolü yapmayı çok severim.
Rahmetli babamın bayram mesaisi hep aynıydı: Sabah kalkar, abimlerle birlikte Lalebey Camiine bayram namazına giderdi. Namazdan sonra herkesle tek tek bayramlaşır ve başta caminin hocası olmak üzere cami cemaatinin bir kısmını alır eve gelirdi. Evler küçük, gönüller genişti. Babam ve misafirleri geldiğinde sofra kurulmuş olurdu. Önce misafirlere hizmet edilir, onlar kalktıktan sonra bu kez ailecek bayram yemeğine oturulurdu.
Çocuklara yeni elbiseler okullar açıldığında ve bayramlarda alınırdı. Dolayısıyla “bayramlık,” yani bayram günü giyeceğimiz elbiselerimiz çok değerliydi. Kendi adıma şanslı bir çocuk olduğumu söyleyebilirim, çünkü üç abim ve bir ablam vardı ve onlar da her bayram beni ve küçük kardeşimi mutlu edecek bir şeyler alırdı. Üstüne titrerdik elbiselerimizin. İçimiz gitse de bayramdan önce asla giymezdik. Racona tersti bu; bayramlık dediğin bayram sabahı ambalajından çıkarılır, üste çekilir ve sokağa öyle çıkılırdı. Herkes bayramlığını birbirine gösterir, önce kiminki daha güzel, kiminki daha pahalı üzerine tartışılır, karşılıklı l3aflar sokuşturulur, havalar atılırdı. Sonra her beraber oyuna dalınırdı.
Sigara yasağının kalktığı günler
Harçlık, her zaman olduğu gibi, mühim bir mevzuydu. Çünkü mevsimine göre dondurma, eskimo veya çikolata alınacak, lunaparka gidilecek ya da mahalleye gelen dönme dolaba binilecek, gazoz içilecek, vs… Dünya kadar masraf anlayacağınız! Hepimizin babasının huyu birbirine benzerdi, çok içli dışlı olmazdık onlarla. Tahsilâtı genellikle anneler aracılığıyla yapardık. Anneler cebimize parayı sıkıştırır, “bak, baban verdi, sakın paranı kaybetme” diye de sıkı sıkı tembih ederdi. Elbet misafirlerden, elini öptüğümüz büyüklerimizden de beklentimiz vardı. Çocuklara has bir yetenek herhalde, kimin ne kadar vereceğini sezer ve muameleyi de ona göre yapardık.
Başka yerlerde de öyle miydi bilmiyorum ama bizim Diyarbekir’de bayramlarda gelen misafirlere şeker ve tatlının yanında sigara da ikram edilirdi. Evlere bayram şekeri gibi bayram sigarası da alınırdı. Hattâ ev sahibi ucuz sigara içse bile misafirlerine ayıp olmasın diye en pahalı sigaralardan alır, kendileri içmese/içemese de misafirlerine bu sigaraları sunardı. Sigara, bu şekilde şekerle eş düzeye getirildiğinden bayramlara sigara yasağının kalktığı veya en azından gevşediği günler olarak bakardık. Çocuk aklımızla “madem şeker yiyebiliyoruz o halde sigara da içebiliriz” diye düşünürdük.
Geçmişe özlem
Başka zaman sigara içtiğimizde bizi fena haşlayan büyüklerimiz de bayramlarda bize ya göz yumar ya da daha az kızardı. Gösterilen müsamaha sigara ile aramızdaki mesafeyi kısaltırdı. Ne yazık ki bu yanlış ikram nedeniyle birçok arkadaşımın sigaraya başladığına tanık oldum. Bayramlık eğlence diye tüttürdükleri sigaralar, onları keskin bir tiryakiye dönüştürdü.
Ben ise şanslıydım galiba: Yine bir bayram günü arkadaşların birbirine gaz vermesiyle sigaradan bir nefes çektim. Acemilik de var tabii, derin bir nefes olmalı, feci öksürük tuttu. Sigaradan da tadından da kokusundan da nefret ettim. Bu benim için ilk ve son sigara deneyimi oldu; çok şükür bir daha sigaraya bulaşmadım.
Velhasıl benim çocukluğumda bayramlar çok güzeldi. Ama bu, şimdiki bayramların güzel olmadığı anlamına gelmez. Muhtemelen bugünün çocukları için de bayramlar çok hoş ve özeldir. “Bayramların eski tadı yok” diyenlerin üzerine gitmeyin, onları üzmeyin ama bu lâfa çok fazla da kıymet biçmeyin.
Çünkü onlar da biz de iyi biliriz ki, aslında bayramlar aynı, tadı kaçan bizleriz!
(*) Kürdistan 24, 05.06.2019
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/eb08e99e-5ad0-47f1-8bd2-a370d9559b03