Kitleler halinde bir ölüm yolculuğuna çıkarılmaları Ermenilerin 1915 yılını bir tarihsel felaket noktası olarak zihinlerine ve yüreklerine kazımalarına neden oldu. Binlerce yıl aynı toprakta yaşadıktan sonra yabancı diyarlara savrulmanın getirdiği ezikliği, geride bıraktıkları ve belki de ebediyen kaybettikleri hayatı iç dünyalarında dondurarak çözdüler. Bu savrulma kadim bir zihniyet alışkanlığının kırılmasını, modernliğin kucağında tutunma zorunluluğunu, kaçınılmaz ve sancılı bir bireyselleşmeyi, hepsinin ötesinde bir tür kendine yabancılaşmayı ima ediyordu. Böylece Ermeniler kendi kimlik ve kültürlerini ayakta tutma ihtiyacı ve gayreti içinde, o ilk savrulma anının canlı tutulmasının birlikteliğin temeli olabileceğini keşfettiler. Sonraları ortaya atılan soykırım terimi bu ‘canlı tutma’ işlevini ideolojik temele oturttu. ‘Ermeni soykırımı’ tabiri yaşanmış ve kaybedilmiş olan her şeyi özetliyor, fazlasını söyleme ihtiyacını ortadan kaldırıyordu. Bu anlamda ‘soykırım’ söylemi Ermeniler için hem sağaltıcı hem hastalandırıcı etkiler üretti. Sağaltıcıydı çünkü her ailenin somut olarak yaşamış olduğu, hatırlanması dayanılmaz acılar veren bir geçmişin üzerini ortak bir örtü ile kaplıyor, herkesi ortak acının parçası yapıyordu. Aynı zamanda hastalandırıcıydı, çünkü yaşanmış olanı ideolojikleştiriyor, siyasileştiriyor ve giderek insani duyarlılığın ötesinde bir misyon olarak tanımlıyordu.
Diğer taraftan Türkiye’nin Ermeni olmayan insanları bu yaşanmışlığı kendilerine anlatılmış olan bir sahte tarihin içinden okuyorlardı. Faille mağdurun yer değiştirdiği bu devlet propagandası ve aldatması ‘Türkleri’ de sağaltıcı ve hastalandırıcı etkiler üretti. Bir yandan imparatorluğun dağılma sancılarını ve göçlerle taşınan acıları unutup kendilerini yeniden kimlikleştirme imkânı verdi. Öte yandan da büyük ölçüde cahil bırakılmış bu geniş kitleyi tarihe ve kültürüne yabancılaşmak, yüzeysel ve sığ bir kimlikleşmeye sarılmak zorunda bıraktı.
Bugün herkes hem kendisiyle hem de ötekiyle karşı karşıya ve istese de istemese de bir yüzleşme yaşanıyor. ‘Türklerin’ görmesi gereken basit bir gerçek var: Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımına göre 1915 tehcirinin ‘soykırım’ sayılmamasına ihtimal kalmıyor. Epeyce geniş tutulmuş olan bu tanım, belirli bir kimlik grubunun sadece bir kısmına bile, sırf o kimliğe sahip oldukları için ve grup halinde sistematik imha, zarar veya kültürsüzleştirme çabası içine girilmesine ‘soykırım’ diyor. Hatta hiç kimse ölmese bile, çocukların annelerinden koparılması da aynı adla karşılanıyor. Bu eylem çerçevesinde ‘niyet’ tartışmasının önemli bir yeri var. Soru İttihatçı hükümetin yapılanları ‘bilerek’ yapıp yapmadığı. Ne var ki Ermeni tehciri art arda birçok kafilenin ölüme gitmesini ifade ediyor. İlk kafile için ‘iyi’ niyet iddiası öne sürülebilse bile, herhalde sonrakilerin ‘iyi’ niyetle yapıldığını söylemek zor. Bu tabloya tehcirin tüm Anadolu’yu kapsadığını, Ermeni erkeklerin önceden askere alınarak amele taburlarında silahsızlandırıldığını, İttihatçı merkezin, Teşkilatı Mahsusa’nın ve dönemin İçişleri Bakanlığı’nın tehcirle sorumlu ilgili dairesinin arşivlerinin tümüyle yakılmış olduğunu ekleyelim. O dönemde yaklaşık 2500 kilise ve 2000’e yakın okula ve olası tüm kişisel servetlere el konması, bu siyasetin Cumhuriyet döneminde de açıkça sürdürülmesi ise olayın tamamlayıcı bir unsuru.
Kısacası önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması pek gerçekçi bir beklenti değil. Buna karşılık Ermenilerin de görmesi gereken basit bir gerçek var: Soykırım terimi aynen ‘devrim’ gibi, yaşanırken gözlemlenen değil ancak sonradan tarihçinin koyduğu bir ad. Diğer bir deyişle yaşanan birçok şeyin toplu olarak adlandırılmasını ifade eden bir tanımlama. Soykırım bunun da ötesinde hukuk alanında üretilmiş olan bir kavram. Diğer bir deyişle 1915’in soykırım olup olmaması da söz konusu tanımın niteliği ve içeriği ile doğrudan bağlantılı. Eğer tanım değişirse bugün soykırım olan yarın olmaktan çıkabilir… Önemli olan yaşanmış olanın görülmesi, hissedilmesi, dokunulması, paylaşılması ve yüzleşilmesidir, ona hangi adın verileceği değil. İsteyen istediği adı verebilir. Yeter ki yaşanmışlığı gerçek haliyle ve bütün karmaşıklığıyla karşımıza koyabilelim ve ona adil bir biçimde birlikte bakabilelim.
Bu toprakların çocuklarının artık kendilerini hasta bırakan ideolojik ve psikolojik kıskacı kırmaları gerekiyor. Bu tür geçişler birlikte yapıldığı zaman çok daha kolaydır… Zaman bunun zamanı.