Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBedenini barışa yatırdı

Bedenini barışa yatırdı

2023 sonunda tesadüfen fark ettiği pankreas kanserinin ağır tedavisinin ardından dinlenmesi, kendine ve vücuduna dönmesi gerekirken tam tersine, barış sürecinin ağır yükünü yüklendi. Göz göre göre “bedenini barışa yatırdı” Sırrı. Asaf Halet Çelebi’nin İbrahim şiirini okumaya sürem yetmeyince şöyle tamamlamıştı başkanlık kürsüsünden şiiri… “Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım/ güzeller bende kaldı/ İbrahim/ gönlümü put sanıp kıranlar kim” ve eklemişti “dalları yeşermeyenlere gelsin”. Şimdi, onun eksik kalan son şiirini tamamlama, yarım kalan barış çabasını yeşertme borcumuzu ödeme zamanı.

Sadece yaşamıyla değil, ölümüyle de büyük izler bırakan nadir kişilerden oldu Sırrı. Sırrı Ağabey, Sırrı Başkan, Sırrı Bey, Sırrı arkadaş, heval Sırrı, barışın Sırrı. 

Hangi sıfatına baksan hayatın bir veçhesini anlatan Sırrı. Sanatçı Sırrı, baba Sırrı, siyasetçi Sırrı, insan Sırrı, barışın Sırrı. 

Bir ortamdaki varlığı sıcaklığın, iletişimin, neşenin, zekânın ve cesaretin mücessem hali olurdu. 

En zor zamanlarda dahi sadece gülümsemesiyle bir şeyleri değiştirebilen nadir insanlardandı.

Sırrı Süreyya Önder’in vefatı bugün değil de 20 yıl sonra olsa aynı derinlikte bir acı ve hüzün yaratırdı. 

Ancak şimdi, yarım bıraktığı işten olsa gerek acımız bambaşka. Bıraktığı işin belki de büsbütün yarım kalacağı korkusu, belki de bir fırsatın onunla birlikte yitip gideceği endişesi acımızı katlıyor. Kendimize bile söylemeye utanıyoruz ama belki gidişinden çok, işinin yarım kalma ihtimaline üzülüyoruz. Bencilce bir hal mi bilemedim ama sonuçta kaygımızın kaynağı onun da ömrünü adadığı bir iş. 

Adıyamanlı Türkmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Daha çocukken babasını kaybetti. Hayat ona hiç müşfik davranmadı. Erken yaşta çalışmak zorunda kaldı; cezaevine ilk kez girdiğinde 16 yaşındaydı. Sonra da hep bu ülkenin karanlık tarafıyla tanıştı; içeride yattı, dışarıda dayak yedi. Gariptir, çektiği tüm acılar, biriktirdiği tüm hikayeler onu daha bir güçle bağladı yaşadığı ülkenin toprağına ve insanına. Devletten çekti ömrü boyunca ama ömrünün son demlerini de bir başka “Devlet” ile “Yeni bir devlet” hülyasıyla tamamladı. 

Her hali doğaldı. Su gibi yumuşacık akar ve içeri gireceği bir çatlak bulurdu kalbinizde. Anadolu insanının “şeytan tüyü var” dediği cinsten bir iletişim dehasıydı. Marifeti kadar hikmeti de derindi. Memleketin her mahallesi ile öyle doğal, öyle içten, öyle birikimli tanışıklığı vardı ki onu tarif etmek için “Yaşayan kültür hazinesi” tanımı da yakışırdı, “Somut olmayan kültür mirası” tanımı da. Doğaçlama akan sohbetin bir yerinde bir Alevi’yi buyruk veya deyişlerle, bir Sünni’yi ayet veya hadislerle, bir inançsızı felsefi sözlerle çarpabilirdi. Evet çarpardı çünkü öyle bir yerden çıkardı ki o sözler hem kalbinizi hem aklınızı kilitler, lâl ederdi sizi. Nutkunuz tutulur, onun hakikatine esir düşerdiniz. Bu nedenle onunla tartışmalarınız uzun sürmezdi daha doğrusu tartışamazdınız bile. Hem irfanı hem ilmiyle incitmeden yere seriverirdi sizi. Bunu o kadar doğal o kadar fıtri o kadar kendiliğinden ve o kadar mütebessim bir çehre ile yapardı ki yenilmenin zevkini tattırırdı adeta. 

2012’de dahil olduğu barış süreçleri için yaratılmıştı. Diğer insanların eğitimle edindiği iletişim, müzakere, arabuluculuk yetenekleri ona Yaradan’ın bir armağanıydı adeta. Hatta Yaradan bu yetenekleri onda resmetmiş, sanatını onda vücuda getirmişti. İnsanlar bakıp hayran kalsın diye. İletişim, müzakere, arabuluculuk, esneklik, ikna kabiliyetleri bir insanda nasıl vücut bulur diye soranlara gösterilmek üzere yaratılmıştı Sırrı. Yaratılışının sırrı da buydu belki de. 

Şimdi, gergin ortamları kim yumuşatacak? Bir espri hatta gülümsemeyle tıkanmış süreçleri kim açacak? İngiliz anahtarı gibi kimin elindeyse onun işini görecek cümleleri kim üretecek? Ya da aynı kelime veya cümleyle menfaat çatışmalarını giderecek yeni Hermes kim olacak? 

Bugün içimizde derin bir boşluk var. Elbette bütün ölümler zamansızdır ama Sırrı’nın ölümü çok zamansız oldu. Vefatı bugün değil de 20 yıl sonra olsa aynı derinlikte bir acı ve hüzün yaratırdı. Ama şimdi bir başka acı oldu. Hüznümüz Sırrı için, hüznümüz yarım kalan işi için. 

18 gün boyunca kaldığı hastane, bir modern zaman evliyasının yatırına döndü adeta. Her kesimin, herkesin akın ettiği hastanenin kafeteryası barışa hasretin dillendiği bir agora oldu. Umutlu bir bekleyişin mekanına dönen kafeterya sohbetleri bir köyün meydanı, Anadolu’da bir kıraathanenin önü, yitik bir irfanın peşinde koşanların divanı oldu adeta. Duygular ve ifadeler Sırrı için, barış için dile geldi. Barışa özlem, barışa destek, barışa hasretlik sırrı oldu söze döküldü. Sırrı barış için çabalarken barışın kendisi oldu. Barış Sırrı’da zuhur etti, Sırrı’da tecelli etti adeta. 

Bu topraklarda ölüm kutsandı hep. Yaşamı savunmak suç oldu bazen. Ölümü kutsayan afili laflardan biridir “bedenini ölüme yatırmak”. 2023 sonunda tesadüfen fark ettiği pankreas kanserinin ağır tedavisinin ardından dinlenmesi, kendine ve vücuduna dönmesi gerekirken tam tersine, barış sürecinin ağır yükünü yüklendi. Göz göre göre “bedenini barışa yatırdı” Sırrı. Yıllar önce dediği “Uğruna canımı da veririm.” sözünü tuttu. Bu bedenin bu yükü kaldıramayacağını bile bile bedenini barışa yatırdı Sırrı. Bedenini feda etti ama yanan bedeniyle barışa ruh verdi Sırrı. 

Asaf Halet Çelebi’nin İbrahim şiirini okumaya sürem yetmeyince şöyle tamamlamıştı Başkanlık Kürsüsü’nden şiiri… “Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım/ güzeller bende kaldı/ İbrahim/ gönlümü put sanıp kıranlar kim” ve eklemişti “dalları yeşermeyenlere gelsin”. 

Şimdi, onun eksik kalan son şiirini tamamlama, 

yarım kalan barış çabasını yeşertme borcumuzu ödeme zamanı.

- Advertisment -