Meşhur Çinli filozof Zhuangzi’nin “Kelebeğin rüyası” olarak bilinen ikilemi meşhurdur: “Rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm yoksa rüyasında insan olduğunu gören bir kelebek miyim artık bilmiyorum.”
Peki ya bugün milyonlarca insana kabus gibi gelen Türkiye’deki hayatımız başka bir neslin rüyasıysa?
İslamcı Dergiler Platformu adlı çok kıymetli bir arşiv çalışması var.
40’lı yıllardan itibaren Türkiye’de yayınlanmış İslamcı dergiler toplanmış. Bu dergilere bugünkü anlamıyla İslamcı demek o kadar kolay değil. Sağcılık, milliyetçilik, devletçilik, Batı karşıtlığı, kozmopolit düşmanlığı anlamında bugünkü milliyetçi, ulusalcı hissiyatları da karşılayan dergiler bunlar.
O dergilerin özellikle 70’li, 80’l, 90’lı yıllara ait koleksiyonlarını arada karıştırmak bugünleri anlamak için çok öğretici olabiliyor.
Çünkü şu anda bizi o koleksiyondaki dergileri okumuş, hatta oralarda yazmış, o dergilerle heyecanlanmış bir nesil yönetiyor.
O dergilerin kapaklarındaki en büyük dertlerin çoğu bugün artık dert değil.
O dergilerdeki en hararetli sloganlar bugün bırakın iktidarı artık devletin sloganları.
Büyük bir devrim hayali olan Ayasofya artık camii.
Türkiye’yi başı secdeye değen insanlar yönetiyor.
Generaller bile beş vakit namazlı. Başörtüsü, imam hatip diye bir sorun yok. Hatta Kartal İHL neredeyse artık yeni Galatasaray, Robert Koleji, muhafazakar referans bir ayrıcalık sebebi.
Türkiye’nin başında dünyaya, Batı’ya meydan okuyan, Fransızlara Cezayir katliamını, ABD’lilere yerlilere yaptıklarını hatırlatan bir lider var.
O dergilerde hep hayali kurulan milliyetçi- İslamcı birleşmesi de Cumhur İttifakı’yla sağlanmış durumda.
Cumhurbaşkanı, faiz belasına karşı mücadele ediyor. Komünistlere, bölücülere, kozmopolitlere, dış güçlerin içimizdeki uzantılarına, beşinci kol faaliyetlerine aman vermiyor.
CHP’nin zulümleri, tek parti rejimi söylemi neredeyse resmi tarihe girmek üzere.
Türkiye, Libya’da, Suriye’de, Akdeniz’de at koşturuyor.
Dolar fırlar mı diye bakmadan her dört ayda bir faizci diye Merkez Bankası başkanı değiştiriliyor.
Ne derler diye korkmadan aile için İstanbul Sözleşmesi yırtıp atılıyor, kadını ancak milli değerlerimizle koruruz diye meydan okunuluyor.
Devlet artık bizim devlet.
Ordusu, MİT’i, valisi, tankı, tüfeği, polisleri, cezaevleri, copları, kelepçeleri hepsi “bizim.”
Hayırlı cumalar mesajı atmayan vali, kandil kutlamayan emniyet müdürü, oruç tutmayan üst düzey general kalmadı.
Devletimiz kendi silahlarını yapıyor, her şey yerli ve milli oluyor.
Yeniden Osmanlı’nın kurulup, nizam-ı alemin sağlanmasını, Türk milletinin kılıcıyla dünyaya adalet dağıtmasını, halifeliğin geri gelmesini saymazsak neredeyse o dergilerde anlatılan ideal Türkiye’de yaşıyoruz.
Ne ilginçtir ki bu Türkiye, aynı zamanda bazı İslami motifleri, başörtülüleri çıkarırsak 70’li yıllarda tam bağımsız bir Türkiye isteyen bazı solcuların, güçlü bir devletle, devlet düşmanlarına nefes aldırmamayı hayal eden ülkücülerin, 90’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırıp, içe kapatmak isteyen ulusalcı generallerin de hayallerindeki Türkiye’ye de çok yakın.
Bu eski nesillerin yıllardır hayallerini kurduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz.
O yüzden haksızlıklar onlara yeterince haksızlık gibi gelmiyor. Ülkedeki ekonomik sorunlar bu hayali bozmaya yetmiyor. Hep büyük resme baktıkları için gündelik yalpamalara, çelişkilere takılmıyorlar.
Yıllarca başörtüsü özgürlüğü için mücadele etmiş eski bir Mazlum-der başkanının, tweet RT’lemekten milletvekilliğinin düşürülüp, Meclis’ten önce eski bir Televoleci futbolcu tarafından zorla çıkarılmaya çalışılmasını da, sabah abdestini alırken, ayakkabılarını bile girmesine izin verilmeden karga tulumba pijamalarıyla gözaltına alınmasını da tuhaf bulmuyor, tuhaf gelen kısımlara algı operasyonu deyip geçiyorlar.
Halbuki algıda seçicilikte en ileri aşamaya ulaşmış durumdalar. İslami camianın en eski vakıflarından biri tarafından kurulmuş Şehir Üniversitesi’nin üzerinden buldozerle geçilmesine yüzlerini çevirip sonra ömrünün son 10 yılını bu üniversite geçirmiş ve kanser hastasıyken okulu başını yıkılmış ve ömrünün son yıllarını bu dertle geçirmiş Mehmet Genç gibi bir alimin arkasından içinde “hikmet, marifet, alim, alem” geçen cümlelerle taziye yarışına girebiliyorlar.
Bazı hatalar ve yanlışlar olsa da nihayet hayallerinin gerçekleşmesini görmekten dolayı mutlular ve bu hayalin bitmesini asla istemiyorlar.
Ama onların bütün gençlik hayallerinin tek tek gerçeklemesi, Türkiye’yi güçlü, özgür ve zengin, bugünkü gençleri ise mutlu yapmaya yetmedi.
Karamsarlık artık elle tutulur hale geldi, mutsuzluk gözle görülüyor, sokak röportajlarındaki teyzeler bile söze “İsterse hapse atsınlar…” diyerek başlıyor, korku hissedilir düzeylerin üzerinde.
Her gün sosyal medyada pasaportunu alıp yurt dışına gidişini müjdeleyenlere gelen binlerce tebriği okuyoruz.
Bir neslin hayali çoğunluğu genç olan milyonlarca insanın kabusuna dönmüş durumda.
Belki de sorun hayallerin kendisindeydi.
Demokrasi, fikir hürriyeti, hukuk devleti o hayallerin içinde hiç bir zaman tam olarak yer bulamamıştı.
O yüzden onların hayallerinin gerçeğe dönmesi adaletsizlikleri bitirmedi, Türkiye’yi birleştirmedi, hukukun üstünlüğünü, fikir hürriyetini sağlamadı.
Kendi hayallerinin başkalarının kabusuna döndüğünün, onların hayallerinin insanları mutlu etmediğinin, bu hayaller için atılan adımların Türkiye’ye zarar verdiğinin henüz farkında değiller.
Hatta düşman belledikleri kesimlerin mutsuzluğundan dahi kendilerine mutluluk, zafer çıkarabiliyorlar.
Eski dünyanın değerleri ve anlayışlarını, gençlik heyecanlarını bugün ellerine geçirdikleri iktidarla gerçeğe dönüştürmek isterken gözleri yaşadığımız dünyanın ihtiyaçlarını, taleplerini, yeni neslin değer, anlayış ve isteklerini görmüyor.
Özgürce konuşmak, kimse karışmadan hayatını yaşamak, istediği işi yapmak, dünyayla irtibatlı olmak, gezmek, mutlu olmak isteyen bir neslin arzuları ve şikayetleri o yüzden bu nesle lüks ve şımarıkça geliyor.
Yeterince şükretmediklerini düşünüyorlar.
Hayallerinin sürmesi uğruna ekonomide, demokraside, hürriyette, hukukta her türlü kanaatkarlığa ve fedakarlığa hazırlar.
Zaten daha azına alışmış bir nesil bu.
O yüzden sık sık siyaseten aileleriyle sorunlar yaşayan, karşı karşı gelen gençlerin şikayetlerini duyuyoruz.
Bütün bir nesli mahkum etmek doğru olmasa da bir çeşit kuşak çatışması bu.
Bizim gözümüze batan çelişkilere, hatalara, haksızlıklara gözlerini kapayıp, bu tatlı rüyada uyumaya devam etmek istiyorlar.
Eğer uyanırlarsa bir ömür doğru olduğuna inandıkları, uğruna mücadele ettikleri insanların, fikirlerin, anlayışların en azından bir kısmının yanlış çıkmasından, yanılmış olmaktan korkuyorlar.
O yüzden artık onları sözle, ikna ile bu kelebek rüyasından uyandırmak mümkün değil.