2016-17 eğitim öğretim yılı başladı; bugün (19 Eylül) pek çok okulda ilk gün heyecanı yaşanıyor. Sabah trafik kalabalıklaştı, caddelerde okul çocukları neşeli, telaşlı halleriyle tekrar görünür old;u ancak bu manzaranın bir de görünmeyen tarafı var. 28 Şubat sürecinde göstermelik soruşturmalarla memuriyetten men edilen binlerce başörtülü öğretmenin çok iyi hatırlayacağı gibi, 15 Temmuz sonrasında da görevlerinden uzaklaştırılan binlerce öğretmen olgusuyla karşı karşıyayız. Bazı sendikalar mimlenmiş durumda. Bu sendikalar 15 Temmuz öncesinde yasal kurumlar iken, şu anda bunlara üye olanlar, başka herhangi bir suç unsuru bulunup bulunmadığına bakılmaksızın terör örgütü üyeliği ya da terör örgütüne destek vermek gibi suçlardan zanlı konumuna düşüyorlar ve üç satırlık bir telefon mesajıyla işlerinden olduklarını öğreniyorlar. Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına?
Madem bu sendikalar suç örgütleriyle bağlantılıydı, niye bunca zaman sendika olarak faaliyet göstermesine izin verdiniz? Neden sendikaların yöneticileri ya da suç teşkil eden icraatları hakkında davalar açmadınız? Sizin MİT başta olmak üzere her tür istihbarat kaynağı elinizdeyken teşhis edemediğiniz bir durumu, vatandaş nasıl teşhis etsin de bu sendikalardan uzak dursun? Devlet ve hükümet olarak üzerinize düşen görevi yapamadınız ise bunun faturası neden üyelere kesiliyor? Adalet bunun neresinde, hukuk neresinde?
Tunceli’de açığa alınan 419 öğretmen ve kamu görevlisinin görevlerine iade edilmesi iyi bir haber olsa da, dışardan bakıldığında bir skandal değil mi? 1 kişi değil, 3 kişi değil, 419 kişiden bahsediyoruz. Hangi şüphelerle açığa aldınız, hangi delillerle vaz geçtiniz, tekrar görevlerine iade edilmiş olmaları mağdur edilmedikleri anlamına mı geliyor? Bu sorulara cevap verecek bir merci var mı acaba?
Bizler, vakti zamanında “damdan düşen”ler olarak, bu süreçleri ve bunların nelere mal olduğunu çok iyi biliyoruz maalesef. 28 Şubat döneminde süreç şöyle işledi: Önce başörtülü memurlar başlarını açmaları için uyarıldı ve haklarında soruşturmalar açıldı. Bu süreçte başlarını açanlar işlerine devam ettiler, bazıları da kavgaya girmekten çekindiler ve istifa ettiler. Başlarını açmayanlar, bulundukları illerde ya Alevi ya da seküler vatandaşların yoğun olarak yaşadığı mahallelere sürgün edildi. Başka şehirlere sürgün edilenler de oldu. Bu bir yıldırma politikasıydı; ancak Alevi mahallelerinde bu politika işlemedi, onlardan başörtülü öğretmenlere yönelik bir taşkınlık ve saldırıyı hiç duymadık. Fakat kentlerin seçkin mahallelerine sürülen arkadaşlar, buralarda hem okul idarelerinden, hem meslekdaşlarından, hem de velilerden çok çektiler gerçekten.
Başlarını açmayan kamu görevlileri hakkında soruşturmalar devam etti ve yaklaşık bir yıl içinde, kılık kıyafet yönetmeliğini ihlâlden değil, kurumun huzur ve sükûnunu bozma suçlamasıyla memuriyetten men cezası aldılar. Sonraki süreçte TBMM ve ilgili bakanlıklara verdiğimiz onca dilekçeye rağmen kaç başörtülü kamu görevlisinin mesleklerinden men edildiğine dair bir türlü cevap alamamış olsak da, MEB’den bir yetkilinin gayri resmi olarak verdiği bilgiye göre o dönemde 5000 öğretmen görevden atılmıştı. O günlerde Ankara’da Başkent Kadın Platformu Derneği bir danışma ve dertleşme merkezi haline dönüştü. Pek çok arkadaşın hikâyesine gözyaşları içinde tanık olduk. Mesleğinden çıkarılan öğretmenlerin, bırakın başkalarını, evde kendi çocuklarının gözünde bile itibar kaybettiklerini büyük bir şaşkınlık ve acı içinde gözlemledik. Birçok öğretmen arkadaşımız evinde sarma, börek yapıp, onları evden satarak para kazanmaya çalıştı. Üzüntüden hastalananlar, sağlığını kaybedenler oldu. Ve işin kötüsü, bu travmalarla AK Partiyi iktidara getiren kadınlar, ancak Üçüncü İktidar Döneminde haklarının bir kısmını yeniden kazanabildiler. Ama aradan geçen 15 yılda maaş, sağlık ve itibar olarak kaybettiklerini henüz kimse kendilerine geri ödemedi.
İşte bütün bu acıların şahidi olarak, şimdi görevlerinden atılan memurlarla ilgili okuduğum her haberde içim cızz ediyor. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız ve kıl payı kurtulduğumuz darbe girişiminde kim, ne kadar suçlu sorusunun karşılığı, hukukun devreden çıkarıldığı bir KHK sistemiyle bulunamaz!
Cumhurbaşkanı bile durumdan memnun değil; at izinin it izine karıştığını söylüyor. Evet, karışıyor; çünkü yönetici konumunda olanlar, bir şekilde hakkında şüphe bulunan bir memuru alıkoyarak kendi imajlarını şaibeli haline getirmektense, görevden uzaklaştırmayı tercih ediyorlar. “Ben uğraşacağıma o uğraşsın, ben yanacağıma o yansın!” diyorlar kısacası. O zaman adalet de, işte böyle tecelli edememiş oluyor ve vebali Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin hesabına yazılıyor.