Ana SayfaYazarlarBerlin ile konuşmalar (2) Yumurtalar, omlet ve ölüm (*)

Berlin ile konuşmalar (2) Yumurtalar, omlet ve ölüm (*)

Isaiah Berlin, “bütün zamanların en kanlı dönemlerinden biri” olarak tanımladığı 20. yüzyılda yaşar. “Mutlak doğru” iddiasındaki siyasi yönetimlerin nasıl bir cehenneme yol açtığını görür. “Mutlaklık” karşıtı bir siyaset felsefesinin en parlak savunucularından biri olmasında, bu tecrübenin önemli bir yeri olsa gerektir.

 

Berlin’in siyaset felsefesinin temelinde, insanların birçok amaçlarının bulunduğu, bu amaçlarının çatışabileceği ve insanların bu amaçlar arasında tercih yapma hakkına sahip olduğu düşüncesi yatar (s.13).  Ona göre, tek ve biricik bir doğru cevap yoktur. Toplum daimi bir değişim içindedir. İnsanlar kendilerini sürekli olarak yeniden inşa ederler. Bir başka ifadeyle, insanda ve toplumda sürekli bir hareket ve kendini gerçekleştirme hali vardır. Siyasi bir hareket, bir amaç ya da bilimsel bir doğru adına insanı/toplumu durdurmak, onu öldürmek anlamına gelir.

 

Tarihte en iyi hayatın ne olduğunu ve herkes için doğru olanı bildiğini iddia eden insanlar olabilir. Berlin, kendisinin böyle bir imtiyaza sahip olmadığını belirtir. “Belki de hakiki bir düşünürün sihirli gözünün idrak edeceği bir ezeli doğrular, değerler dünyası vardır; muhakkak ki bu sadece, maalesef, asla mensubu kabul edilmeyeceğim bir elite aittir.” (s. 48)

 

Ebedi, değişmez, mutlak, her yerde ve herkes için doğru olan değerlerin varolduğuna inanmaz. Tanrının bahşettiği doğal hukuk gibi değerleri de, bilimsel ve siyasal değerler temelinde bir ütopya kurulmasını da kabul etmez. Tarih, mutlak doğrular ve değerlere yaslanarak tek bir hat üzerinde ilerlemez; kesinlikler tarihe işlemez. Kişisel özelliklerle, tesadüflerle, kırılmalarla, gel-gitlerle şekillenir tarih. Dolayısıyla, tarihi “ciddi sapmaların olamayacağı bir otoban olarak görmek için hiçbir neden” görmediğini söyler (s. 49).  

 

Ona göre, toplumların akıl yoluyla tek bir doğruya yönlendirilmesi ya da mecbur edilmesi, facialara davetiye çıkarmak anlamına gelir. Her toplum, kendi tecrübesinden süzülen farklı değerler ve normlar geliştirebilir. Değerler ve normların çelişmesi, normal olduğu kadar yararlıdır da.

 

“Düzgün, düzgündür”

 

Peki, insan hakları bu bağlamda nerede yer alır? Zira insan hakları, evrensel bir inanç üzerine bina edilir. Berlin, evrensel değerlerin olduğunu ve insan haklarının da evrensellik inancına dayandığını kabul eder. “Evrensel değerler vardır. Bu insanoğluna dair ampirik bir olgudur. Birçok yerde ve durumda, neredeyse her dönemde, insanların çok büyük çoğunluğunun, gerek bilinçli ve açıktan olsun, gerek davranışlarında, tavırlarında ve eylemlerinde ortaya konulmuş olsun, bilfiil ortak olduğu değerler vardır” (s. 52).      

 

Berlin insan haklarına inanır; ancak bunun değiştirilemez bir listesinin ya da çerçevesinin olamayacağını belirtir. Çünkü ortak değerler olduğu kadar “diğer taraftan büyük farklılıklar da vardır.” İnsan haklarına inancının temelinde, insanların birbiriyle yaşayabilmesinin “uygun”, hattâ katlanılabilir tek yolunun bu olduğu düşüncesi yatar.

 

“Eğer bana uygun nedir diye sorarsanız, şunu söyleyebilirim: Şayet insanlar birbirlerini yok etmek istemiyorlarsa, demokrasi, onların benimsemeleri gerektiğini düşündüğümüz tek hayat biçimidir. Bunlar genel doğrulardır, fakat ‘bazı değiştirilemez şeyler var’ demek değildir. Değişime karşı hiçbir garanti veremem.” (s. 121)

 

Daha açık belirtmek gerekirse, Berlin, insan haklarına itiraz etmez; onun itiraz ettiği, a priori doğal haklara dayanan bir insan hakları anlayışıdır.

 

A priori doğal haklar listesini reddediyorum. İnsan haklarına hararetle inanıyorum; bu, bizim hepimizin kabul ettiği daha başka birçok şeyin sonucudur, fakat a priori ispat edilebilir değildir. Elbette, davranış ve insan faaliyetinin genel ilkelerinin var olduğunu, onlar olmaksızın asgari düzeyde düzgün bir toplumun olamayacağını inkâr etmiyorum. Bana düzgünden neyi kast ettiğimi sorma. Düzgünden, düzgünü kastediyorum. Hepimiz bunun ne olduğunu biliyoruz. Fakat eğer bana bir gün farklı bir kültüre sahip olacağımızı söylerseniz, aksini ispatlayamam.” (s. 121)  

 

“Her düşünce sınanmalıdır”

 

Bir söyleşisinde Berlin, her düşüncenin mutlak sınanması gerektiğinin altını çizer. Zira düşüncelerin testten geçmediği toplumların giderek katılaşacağını ve inançların dogmaya dönüşeceğini söyler. Böyle toplumlarda “hayal gücü yoldan sapar, zekâ kısırlaşır ve bunun sonucunda toplumlar çürür.”

 

Berlin’i değerli kılan en önemli özelliği, zannımca, hakikatin anahtarını elinde tuttuğunu düşünen, herkes için en iyinin bilgisinin kendinde olduğuna inanan birilerinin, içinde yaşadığı topluma ve tüm insanlığa ne kadar büyük bir zarar vereceğini çok güzel resmetmesidir. Özetle şunu der Berlin:

 

Eğer bir kişi, parti ya da hareket, tek doğru yolun, tek doğru siyasetin ve tek doğru çözümün kendi yolu, kendi siyaseti ve kendi çözümü olduğuna eminse, o zaman bunu gerçekleştirmek için ödenecek hiçbir bedel ona yüksek gelmez. Nihai çözümü bildiğinden zerre kadar şüphesi yoksa, her şeyi yapma hakkını kendinde bulur.

 

Nihai çözüm: Saçma ve uygulanamaz bir fikir

 

Berlin’e göre nihai çözüm fikri, hem tatbik edilebilme kabiliyetinden yoksundur, hem de — dahası — saçmadır.

 

“Nihai bir çözüm fikrinin bizzat kendisi, sadece uygulanamaz değil, aynı zamanda, şayet benim bazı değerlerin kaçınılmaz olarak çatıştığı şeklindeki fikrim doğruysa, saçmadır da. Nihai çözüm ihtimalinin — bu kelimenin Hitler döneminde kazandığı ürkütücü anlamı unutsak bilen — bir yanılsama, hem de çok tehlikeli bir yanılsama olduğu ortaya çıkar. Zira böyle bir çözümün gerçekten mümkün olduğuna inanılırsa, o zaman elbette onu gerçekleştirmek için hiçbir maliyetin çok yüksek olamayacağına da inanılacaktır. İnsanlığı sonsuza dek âdil, mutlu ve yaratıcı ve ahenkli kılmak; bunun için ödenecek hangi bedel çok yüksek olabilir ki? Böyle bir omlet yapmak için, şüphesiz ki kırılması gereken yumurtaların sayısının sınırı yoktur. Lenin’in, Troçki’nin, Mao’nun, bildiğim kadarıyla Pol Pot’un inancı buydu.” (s. 17- 18)

 

Kesin çözümün peşinde koşanların kötü niyetli ya da deli olmaları gerekmez. İnsanları bütün dertlerinden kurtarmak, sömürü ve eşitsizliği bitirmek, kardeşliği hâkim kılmak gibi halisane gayelerle yola çıkmış olabilirler. Lâkin zaten sorun da budur; yeryüzü cennetinin anahtarını cebinde taşıdıklarına duydukları sarsılmaz inançtır. Saf, temiz, pürüzsüz ve her türlü arızadan temizlenmiş doğrularının, yanlış olabileceğine ihtimal vermemeleridir. Her türlü kuşkudan azade kılınmış doğruların, “en düşünülemeyecek sonuçlara yol açabilecek” derecede korkunç yanlış inançlar ihtiva edebileceğini akla getirmemeleridir. Cehenneme giden yol, bu kesin inançlarla döşenir.

 

“Toplumun problemlerinin nihai çözümünün tek doğru yolunu bildiğim için, beşeri kervanı nereye sürmem gerektiğini de biliyorum ve siz benim bildiğim şeyi bilmediğiniz için, şayet amaç gerçekleştirilecekse, sizin en dar sınırlar içinde de seçme özgürlüğüne sahip olmanıza izin verilemez. Siz belli bir politikanın sizi daha mutlu veya özgür yapacağını veya nefes almanız için daha fazla alan sağlayacağını düşünüyor olabilirsiniz; fakat ben biliyorum ki siz yanılıyorsunuz. Ben sizin ihtiyacınız olan şeyi, tüm insanların ihtiyacı olan şeyi biliyorum ve eğer cehalet veya kötü niyetten kaynaklanan direnme varsa, o zaman bu yok edilmelidir; üstelik milyonları ebediyen mutlu kılmak için yüzbinler telef olmak zorunda kalabilir. Bilgi sahibi olan bizler, hepsini feda etmeye gönüllü olma dışında hangi tercihe sahibiz?” (s.18)

 

“Son Liberal”

 

Jahanbegloo “Son Liberal” başlıklı sunuş yazısında, Berlin’e müracaat etmenin “modern dünyada kamusal alanda siyasi karar alma kapasitemizi anlama arayışımızda, güvenilir bir rehbere sahip olmak”  manâsına geldiğini söyler. Bu güvenilir rehber, 1997’de dünyadan ayrıldı. Ancak onun kesin çözümlerden, büyük dâvâlardan ve devrim çağrılarından uzak durulması gerektiğini söyleyen sesine, bilhassa liberal değerlerin ıskartaya çıkarılmaya çalışıldığı bugünün dünyasında, çok daha fazla kulak kabartmak gerekiyor.

 

“Benim gibi, demokrasiye veya insan haklarına veya liberal devlete inanan hiç kimse, eleştiriye olan vazgeçilmez ihtiyacı inkâr edemez. Topyekûn kaos veya felaketi önlemek için fikir birliğine gerek duyulan umutsuz durumlar hariç, eleştiriyi yasaklayan veya kısıtlayan herhangi bir rejim, totalitarizme veya başka bir tür fanatizme doğru yol alıyor demektir. Bu, apaçık bir durumdur, malûmun ilâmıdır.”

 

 

Isaiah Berlin. Isaiah Berlin’le Konuşmalar. Söyleşi: Ramin Jahanbegloo. Çeviri: Zeynel Kılınç. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009; 2. baskı 2016.

 

(*) Independent Türkçe, 29.09.2019

https://www.independentturkish.com/node/75461/t%C3%BCrkiyeden-sesler/berlin-ile-konu%C5%9Fmalar-2-yumurtalar-omlet-ve-%C3%B6l%C3%BCm

 

 

 

- Advertisment -