Savcı Kiraz’ın bir terör eylemi sonucunda öldürülmesi ‘yeni Türkiye’ dizisine ara vermeyi gerektiriyor. En azından hâlâ eski Türkiye’de kalmak isteyenlerin varlığını gösterdiği ve ‘yeni’ olana ulaşmanın ne kadar güç olabileceğini hatırlattığı için. Meselenin iki boyutu var. Birincisi hâlâ siyaset uğruna adam öldürmeyi mubah sayan bir anlayışın varlığını sürdürmesi. İkincisi ise, söz konusu anlayışı meşrulaştırmaya çalışan, kendisini ‘aydınlanmış’ ve ‘medeni’ zanneden ama aslında kendi dar imtiyazlı alanını koruma uğruna insanlığı unutan hastalıklı bir laik kimliğin öne çıkması.
Son eylemin muhalefeti nasıl paralize ettiğini açık bir şekilde gördük. Basit bir insani tavrı bile sergilemekte zorlandılar. Kiraz’ın cenazesine gelemediler, utanç verici demeçler verdiler… Bugüne dek siyaseten yenilgi yaşamaktaydılar. Bu olayla birlikte insan olmanın gereğinin de altında kaldılar. Barış aradığını söyleyen bir partinin temsilcileri ise cinayete sahip çıkmaktan kaçınmadı, bu tutumu yadırgamadı… Bu tablo, hangi konuda nasıl bir tutuma ve olgunluk düzeyine sahip olursa olsun, on yıllar boyunca eline silah almamış olan Milli Görüş ve sonrasında AKP çizgisine tam bir tezat teşkil ediyor. Bu ülkenin en geniş topluluğu olmasına rağmen kamusal alanın dışında tutulmuş olan İslami kesimin barışçıl yapısı karşısında, azınlık olmasına karşın ülkeyi yönetme ve belirleme hakkının kendisinde olduğunu düşünen ideolojik ‘beyaz’ marjinalizmin giderek müptezelleşmesine tanık oluyoruz. Hayata ve kendisine mesafe alamayan, öteki ile birlikte yaşamaya rıza göstermekte zorlanan bir kimliksel şımarıklığın debelenme hali ile karşı karşıyayız.
Şimdi bütün bunların AKP’ye yaradığına dair bir iç tartışma yaşanıyor. Katilliği kabullenen ve içselleştiren iki kişi bir masum insanı öldürmüş, bunun önemi yok sanki… Katillerin de operasyon sonucu ölmesi onların masumla aynı seviyede ele alınmasına neden olabiliyor. Böyle bir tutumun AKP’ye yaramaması mümkün mü? Masumu yücelten bir bakışla cinayeti normalleştiren yaklaşımın kamu vicdanında ‘eşit’ olması mümkün mü? Belki böyle hayal etmemişlerdi ama Türkiye halkının ruh sağlığı ve sağduyusu bazılarının sandığından çok daha sağlam. AKP’nin oyunu artıran cinayet değil, sonrasında AKP’nin tutumu. Muhalefetin oylarını düşüren de aynı şekilde cinayet değil, sonrasında sergiledikleri yaklaşım. Provokasyonlar hiçbir zaman kendi başlarına toplumsal siyasi algıyı değiştirecek güce sahip değildir. Asıl etken siyasetin verdiği tepkidir. Eğer bu olayda muhalefet doğru tepki verebilseydi, bu ‘olay’ AKP’nin lehine işlev görmezdi. Ama muhalefet bu kadarını bile beceremedi… Dolayısıyla bu durumu akılla veya zekâyla açıklamaya çalışmak abes olur. Böylesine apaçık bir insanlık durumu karşısında bile dili insanileşemeyen bir siyaset tayfasının belki de siyasi genetiğine bakmak ve hastalanmanın nedenlerini orada aramak lazım.
Kiraz’ın rehin alınıp öldürülme eylemi birtakım ek eylemlerle de ‘süslenmiş’, belli ki bir ‘paket ‘ olarak tasarlanmıştı. Muhtemelen bir kaosun yaratılabileceği, Gezi benzeri olayların tetiklenebileceği hesaplanmıştı. Eylemlerin sokağa yansıdığı noktada polisin kontrollü davranışını yitireceği, silah kullanma zorunda kalacağı, belki de birkaç kişinin polis kurşunuyla öleceği öngörülmüştü. Böyle bir olay olduğu takdirde Kiraz cinayeti arka planda kalacak, Batı dünyasındaki propagandayla birlikte AKP’nin gayrimeşru bir iktidar olduğu söylemi öne çıkacak ve tam da seçimler öncesinde hükümet kontrolü elinden kaçıracaktı. Ne var ki Türkiye bu bayat projenin çok ilerisinde. Halkın bir bölümü kendilerini AKP’nin bazı politikalarına veya bazı yöneticilerinin söylemine yakın hissetmiyor olabilirler. Ama çoğunluk, barışçı ve demokratik bir yolda ilerleme arzusu taşıyan bir siyasi çizgiyle her ne pahasına olursa olsun iktidarı kendisine devşirmek uğruna insan öldürmeyi meşrulaştıran bir siyaset arasındaki farkı görüyor.
Bütün çabalara karşın halkın çoğunluğu yeniden hastalanmayı kabul etmiyor. Nitekim eski Türkiye’den yenisine geçiş aslında söz konusu hastalanmayı karantinaya almayı ifade edecek. Bu insanları toplumun dışına atacak halimiz yok. Onlara kendileri ve geçmişleri üzerine düşünecek bir zaman tanımak lazım. Aralarında muhtemelen yeni bir idrakle kendisine, çevresine ve geleceğe bakabilenler çıkacaktır. Muhtemelen insan olmanın basit zeminini hatırlama ve bunu açık yüreklilikle paylaşma cesaretini gösterenler olacaktır. Geriye her zaman bir posa kalır… Tarihsel dönüşümler her zaman kendi cüruflarını ibret olsun diye arkada bırakırlar. Bu sefer de öyle olacak.