Yapı Kredi Kültür Sanat(YKKS)’ın Galatasaray’da Teğet mimarlık ofisi projesiyle yenilenip Necmi Sönmez küratörlüğünde sergilenen koleksiyon sergileriyle birlikte açılan binaları açılışına gidememiştim… Ertesi sabah Galata’da oturup çalışan ve Beyoğlu’nda çok vakit geçiren heyecanlı arkadaşım sitemle aradı: “Neredesin? İstiklal ayağa kalktı ortada yoksun!!” Teğet’in iddialı bir iş yapmakta olduğunu bilsem de ne programın kapsamından ne de projeden haberdardım. Teğet’in kurucularının dostu, kimi çalışanının da hocası olarak proje dokümanı bulmak zor olmadı. Hatta iş edinip köşe bucak gezdirip anlattılar. İyi düşünülüp sağlam pozisyon alınmış okunaklı ve cazip bir iş olarak çabuk benimsetti kendini.
1- Sorunsal
Sorunsal [problematic] daha ziyade sorun yerine kullanılsa da aslen cevabı aranan soru demektir ki, mimarlık da dahil bütün yaratıcı kurmaca pratiklerin varış noktasını baştan belirleyip yaratıcısının da ideolojik, etik angajmanının kimyasını belirler. Tabir caizse Teğet bu koşuya iyi start alıp başlamış. Davetli yarışmayı kazanırken işi iyi bitirtecek soruları da sorup önüne koymuş.
Galatasaray kavşağının meydan olduğunun farkına bile varmaz, geçip giderdik. GS Lisesi cümle kapısı yanındaki Yapı Kredi binasının uzun kenarı İstiklal tarafıdır. O boşluğa sönük, köhne cephesi bakardı. Şimdi neredeyse Taksim’e kadar güçlü bir çağrı gibi ışıldıyor. Kof bir ışıltı, yılbaşı ya da yıldönümü süsü değil, mimarinin ışıltısı bu. Teğet mimarlık ofisinin kurucuları Mehmet Kütükçüoğlu&Ertuğ Uçar, öğrencileri kuşağıyla bir kolektif oluşturup yapmışlar projeyi. Işıldatmakla yetinmemişler, bankanın program talebiyle de örtüştürüp Beyoğlu’nun vitrini, İstiklal’in pırlantasına dönüştürmüşler. Kolay değildir o kadar çok zihinsel yatırım yapılmış binanın arasına iddialı mimari eklemek. Yapmacık ve özenti oluverir. Beceri kadar ilham verici mimari kültür birikimi de gerektirir. Farklı problemleri çözmek için alınmış kararların birbirini besleyip, doğrulayıp çoğaltması gerekir. O çarpıcı ışığıyla başlarsak, aydınlatma firmasına yaptırılan cephe aydınlatma projesiyle elde edilmiş değil; Can Çinici’nin isabetli mecazıyla araba kullanırken üç aynaya birden bakmaya benzer. O farklı görüntülerden lahzalarda çıkarılan teker teker ortak görüntüler sayesinde kaza yapmadan ilerleyip hayatta kalıyoruz.
Boğaz'da Kuleli Askeri Lisesi
Londra’nın seyir dönme dolabı, London Eye [Londra gözü]
Beyoğlu konu edlince atlanmayacak iki kaynak: B&J Freely’lerin gazete akıcılığıyla yazılmış Galata&Pera tarihi ile Nur Akın’ın Beyoğlu nostaljisinin gerçekliği kadar kofluğunu da özlemin kaynağı 19.Yüzyıl Frankofon medyası aracılığıyla teste tâbi tutarken gündelik hayat arkeolojisi zemini de sunan ciddi akademik katkısı…
2- Müze
Sanata yatırımlarının niteliğini yeni binanın 2 olarak kodlanmış zemin üstü iki katında Avrupa görgülü sanat eleştirmeni Necmi Sönmez küratörlüğünde sergilenen kolleksiyonlarını görmeden bilemezdik. Santral’ın müze diye adlandırılmasına alışılmış Çağdaş Sanatlar Merkezi (ÇSM) açılışını “Modern ve Ötesi” başlığıyla son yüzyılın tamamını içeren bir sergiyle yapmıştık. İyi bir üniversitenin kapasitesinin de sergilendiği tatminkar bir iş çıkmıştı. Ben de hazırlık grubunda bulunmuştum. Sergi içeriğinin farklı uzmanlıklarla eğilimlerden bir uzman grubunca belirlenip sanatçı ve kolleksiyonerlerden eser toplanarak sergilenmesi akademik temayüllere uygundu. Ama Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) olarak yenilenen binanın 2. katlarındaki sergiyi gezince isabetli tercihlerle oluşmuş bir kolleksiyonun işin ehline de düşünce niceliği bizimkine göre sınırlı da olsa en azından daha derli toplu bir sonuç alındığının tanığı oldum.
Hacmimiz daha geniş ve sanatçı çeşidimiz fazlaydı ama bu daha mütevazi mini versiyon izleyicisine daha okunaklı ve anlaşılır mesajlar veriyordu. İlkinden 10 yıl geçtiğine (2007) göre yaş farkıyla kaçıranlara iyi fırsat.
Binaya ve ışığına dönelim: Işık olsun diye yapılmamış. Yapı Kredi’nin ihtiyacı, belli ki kendisine o koleksiyonu da toplatan kültür/sanata yatkınlığını görünür kılmakla sınırlı değil. Geçmişle övünmek hiç değil. Bugün daha iyi örgütlenip o yatkınlıklarını daha akılcı kılarak gönüllüleriyle paylaşmak istiyorlar. Belli ki kültür/sanatın yeri olmuş Beyoğlu’nun orta yerindeki binalarını iyi kullanmak istiyorlar. Önceki o taşra havalı, döküntü kitapçıyla köhne otel bozuntusu sergi alanı gözlerine batmış olmalı. Tecrübe ve birikimleriyle kapsamlı bir bina programı yapıp, davetli mimari yarışma yöntemiyle Akademi ve ACCR binalarını içeren Gebze kampusu projesinde uyumlu çalıştıkları Teğet Mimarlık grubuna vermişler işi. Bina programında yayınevi ofisi yanı sıra o yayınevince üretilmiş kitaplarını olanca niceliğiyle birarada sergileyip satacak bir kitapçı var. Banka ofisi asgariye indirilmiş. Kısmen antika nitelikli ciddi bir kitap koleksiyonları da var. Onu kamuoyuyla paylaşacakları bir kütüphane de var bina programında. Kitaplarını sergileme işlevini de zemin kattaki disiplinsiz düzenin köhneliğinden kurtarıp dolaşmaya değecek bir ortama dönüştürmek istiyorlar.
Tam bu noktada Teğet’in Yapı dergisi editörü Yasemin Keskinöz’e verdiği söyleşide dile gelen başlangıç yorumları önemli:
3- Merdivenin hikmeti
Binanın kritik bir düğüm noktasını tuttuğu İstiklal caddesini eni 10-15 metrelere kadar düşen bir kanyon olarak gördükten sonra, kamusallığın o kanyonun vadi tabanına benzetilebilecek zemin kotuna hapsolarak dal-budak sarıp arka sokaklara yayıldığı tespitiyle başlayıp, bankanın kültür sanat işlevlerini genişletme talebini kamusallığı yukarı sıçratma fırsatı diye görmüşler. Bu kadar yılın tecrübesi de bankayı muhtemel finans dünyası sterilliğinden uzak tutunca İstiklal’in akışını elek koymadan yukarı taşımak projenin temel girdilerinden olmuş. İşte gece resmindeki ışığın parıltısı kadar gündüz resminde de davetkâr olan o sisli hava tabakası, merdivenin şeklini heykelsileştirmek dışında katları birbirine bağlamayı bir gösteriye dönüştürmeden çekici kılmanın aracı olmuş. Fiziksel ve görsel olarak hafifletilmek üzere özel üretilip yukarıdan asılmış vitray camı benzeri eklemli cam cephenin içinde kalan hava dışarıdakiyle aynı fizik/kimyaya sahip. Artık evlerimize kadar sızmış normlarıyla cebri müdahaleyle niteliği dıştan farklı bir içe dönüşmüyor. Bu sadece merdivenle şekillenip meydana bakan camın ardındaki düşey atrium hacmi için geçerli değil, İstiklal cephesine yaslanarak o atrium’a açılan farklı programların kat fuayesi yapılmış alanları kaplayan hava da öyle. Dışarıyla aynı doğal hava dolaşıyor atrium’la kat fuayeleri arasında. Yapı fizikçilerinin işi olan teknik açıklamasını yapamasam da gece kadar gündüze de damga vurup İstiklal’in tekrarı arka cepheyi hayale dönüştüren o sisli atmosferin bu akışkanlıkla ilgisi olduğunu sanıyorum.
Meydana bakan cephenin sonra konu edeceğim anıtsallık vurgusu eskisinin İstiklal’e bakan cephenin ön cephenin cılız bir devamı olmasıyla da ilgisi aşikâr şekilde Beyoğlu’nun döküntü yüzüyle özdeşleştirilip hafızalarımızda tuttuğu yere sahip çıkma amacıyla ve bir tür “son bakışta aşk” uyarılması ifadesi olarak eleştirilseydi belki hak vermeksizin anlayabilirdim…
Ama takılmayıp, program içeriğinin zenginliğine uyarak sırayla gidelim. Zeminin İstiklal hattı eski binayı yapan Reaksiyoner Modern’in beşiği tutucu Stuttgart okulunun tanınmış siması P.Schmithenner’in 1958’deki projesi gibi açılmış, ama devamı olmadığından mimarının umduğu gibi bu kadarı zaten arkad olmaya yetmiyormuş. Çoktan kapatılıp içe katılmıştı. Teğet de isabetli bir kararla bu arkad fragmanına geri dönmeyip, zarif bir güvenli vitrin mimarisi cephesiyle sararak portiko adıyla geceleri kapanan bir bina antresine dönüştürmüş. Bu çözümün yegâne pürüzü az ilerideki Han Tümertekin tasarımı Robinson Crusoe örneğindeki gibi başlıbaşına çazip ve iştah açıcı bir ortam olarak kitapçıyı İstiklal’in gece sirkülasyonundan koparmak olmuş. Zemin kat planından izleneceği gibi kapalı portiko yukarı çıkaran merdiveni tecrit etmeyebiliyor. Köşe modülü açık bırakmak yetiyor doğrudan merdivenin ilk basamaklarına ulaşmaya.
Zemin kat planı
4- İçeride de manzaralı meydan
Binanın düzenini anlamak için aşağıdan yukarı doğru geziyi parantezde tutup, en üstte anıtsallığıyla dikkat çeken 3 No’lu kata sıçramak gerekiyor. Kesit-perspektifin iyi anlattığı gibi binanın zemin üstüne damga vuran bir odak var performans katında. Etrafı pencerelerle ve arkad çağrışımlı yüksek geçit-kapılarla sarılı mükemmel teknik donatılı eşsiz bir salon bu… Eşsizliği teknik donatısıyla sınırlı değil; Almanya’da alâları var; asıl mesele içe kapanmayıp atrium’un üzerinden görünen İstiklal manzarasında.
Ama onun bile tanığı olmuştum. Örneğin 2007’de Bauhaus davetiyle gerçekleşip; Hrant Dink’in katli haberinin gelmesiyle kasvete dönüşen, İstanbul konferansının yapıldığı Weimar’daki kütüphanenin tavana bitişik penceresinden avluya açılan bodrum katı salonu.
Weimar’daki kütüphanenin içten ve dıştan bodrum kat konferans salonu penceresi.
5- Bir imkan olarak sergi
Ortada galeri, çevresinde sergi hatlarıyla müze/sergi katı planı. Müze/sergi katı: Solda: Galeriye inen merdiven; Sağda: sergi koridoru; Karşıda: Atrium üzerinden İstiklal’e bakan pencere.
Zeminin üzerindeki iki kata yayılmış müze en çok yer (m2) kaplayan program ama o iki kat ortalarına bırakılan yüksek galeriyle bir yandan bütünleşirken öte yandan da dört bir yanlarını lineer sergileme/gezinti hatlarına dönüştürerek sergi alanını asgarileştirirken tematik bölünme kadar büyük-küçük, resim-nesne gibi farklılıklara imkan tanıyan esnek bir sergileme ortamı sağlamış. O iki kat; müze-telif sergi diye bölünebileceği gibi farklı telif sergilere de birarada yer açarak etkin yönetilme esnekliğine sahip. Yeri gelmişken merdivenin en geniş sergi katı sahanlığının; hızlı araç hareketine göre üretilerek bulvar kenarına yerleşmiş Akdeniz heykelinin kentteki en isabetli yeri değilse de merdivenin sunduğu zengin seyir deneyiminden nasiplenip farklı yakın-bakış açıları sunmakla bina içindeki en isabetli yere yerleştiği kanaatimi de belirteyim. Öte yandan da altını çizdiğim gibi merdiven İstiklal seyrinin avantajıyla da binanın sunduğu uzunca gezinti deneyiminin dikkatin en zinde tutulduğu bölgesi. Ama atrium’un iç cazibesi en üzerindeki salonun loş konsantrasyonuna kenardan eşlik etmesinin mümkün kıldığı geniş İstiklal manzarasının cazibesini unutturmamalı.
Kolay silinmeyen bir anım Jim Jarmush’un tanığı olduğum en sert kapitalizm kinayeli tasviri “Dead Man”i Sinema Günleri’nde seyredip ayağa fırladığımda, uzağımda ayaklanmış yine uzun boylu dostumla bakışlarımızın yukarılarda kesişmesi ve filmin iz bırakan Neil Young tınılarını birlikte sindirip sessizce başka yönlere gidişimizdir. Eminim Reha Erdem’in Venedik ödüllü “Koca Dünya”sını YKKS salonunda izlesem o öksüz kardeşlerin kurduğu dünyanın genişliğini daha iyi sindirir, Erdem’in özenli metropol tasvirlerine eklenecek bir canlı İstiklal; o isabetli yer tercihlerinin gücünü pekiştirirdi.
6- Locanın konforu; izlerken okuyup, çalışırken izleme
İsfahan-Cihan meydanında saray locası.
YKKS’ın salonuna dönelim: Bir yanı atrium üzerinden İstiklal’e açılırken diğer yanın yüksek geçit kapı üzeri pencere dizisi de süs değil. Dizinin alt sırasının ardında üst kat kütüphanesinin çalışma masaları dizilmiş. Hatta onun üzerindeki dizinin ardında da banka çalışanlarının masaları var. Banka çalışanları ve okuyup çalışmaya gelmiş konukları karşıdaki yüksek kolonların ardındaki İstiklal’in canlılığıyla yetinmeyip alt katlarındaki salonda verilecek bir konferansı izleyebilecekler. Ne lüks: Bilgisayarını açmış okuduğu kitaptan ödevine alıntı aktaran bir üniversite öğrencisi bir yandan da mesela Derrida’nın onküsur yıl önceki “Bağışlamak” konulu konferansına kulak kabartabilecek veya bir banka memuru çalışırken kıyasıya bir edebiyat/sanat paneline göz ucuyla ve yarım kulak da olsa tanık olabilecek
7- “Yokluğun Payı”
Hazin tarafı sonradan hatırlatıp farkettirmek olabilen eksiklik şuurlu bir tutumun da göstergesi olabilir. Merdiveni hızlı geçtik; Frederic Jameson iki ayrı Postmodernizm kitabında çıkmış makalesi “Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı”nda kültür eleştirmenlerine pek nasip olmayan bir kehanete dönüşecek isabetli bir tespitle Postmoderni o zamanların egemen kanısıyla populist-elitist kültür karşıtlıklarında değil, John Portman’ın LA-Bonaventura otelinin yürüyen merdivenleriyle cam asansörlerinin mekanik otomata bağlanmasıyla; bir kez harekete geçti mi durdurulamayan sermaye birikimi döngüsüyle, ayna cephelerinin sersemletici etkisini de meta fetişizmiyle ilişkilendiriyordu. Onun itinayla vülgerize etmediğini ben de etmemek üzere baştan söyleyeyim, makale yazıldığında R.Rogers’in Londra Lloyd’s bankası merkezi ofisinden habersiz olamayacağına göre bu ilişkiyi çağdaş kapitalizmin başaktörü mali sermayenin yatağı bir bankanın borsa forumuna dönüşmüş atrium boşluğunundaki daha çarpıcı merdiven asansör kompozisyonları yerine, sıradan kentlilerin bulunduğu alelade otel lobilerinde aradığını düşünmemiz için yeterli . Ayrıca da sadık bir Adorno yorumcusu olarak dile getirdiği şüphesiz bu olguların biraradaki birleşik etkisiydi. O otomatiğe bağlanmış mekanik hareketin ipnotize edici etkisi birbirini gösteren aynaların sersemletici etkisinin prizmasında yansıyarak geç kapitalist estetiğin formuna dönüşüyordu. Şunun eklenmesine Jameson’un ihtiyacı yok, ama sağlama alalım; estetik deneyim bilişsel (cognitive) değil duyusal (fphenomenal) olduğundan kurmacanın öznesi mimarın da böyle analizlerden haberdar olması gerekmez tüm yaratıcı işlerde olduğu gibi mimar da tecrübi sezgileriyle bulur yolunu. Lafı getireceğim yer belli olmalı, City’s gibi minyon örneklerine kadar bütün avm, metro, havaalanı vb. her yerimizi yürüyen bant, merdiven, asansör sarmışken o atrium’da sadece havalandırma değil, otomata bağlanmış sirkülasyon elemanları bulunmaması da şuurlu bir tercih olarak değerlendirilmelidir. Bu tercihle her türlü angajmanla itişmeyi hayali değirmenlerle savaşın bahanesi bellemiş şuursuz Postmodern’in yeni bir dinazorluk keşfedeceği şekilde heykele dönüştürdükleri merdiven ve kat sahanlıklarındaki bedensel hareket sırasındaki farklı İstiklal algıları deneyimine yer açmış oluyorlar.
City's
Zemindeki kitapçının arka köşesindeki çocuk bölümü yerdeki mindere akranlarıyla oynamak üzere bırakılıp yukarıları rahatça gezildikten sonra dönüşte ferahça kitap seçmek üzere uğrandığında çocuğunu alacak ebeveynler düşünülerek tasarlanıp yeri minder kaplanmış çocuk bölümü gibi gezgin dostu ayrıntıları da eksik olmayan bu zengin kültür merkezinin sadece üniversite öğrencilerine değil, hemşehriden konuğa, 7’den 70’e, merkezden çevreye, herkese sunacakları var.