[10 Ekim 2015] Boğuluyor gibiyim. Zaten içimde artan bir sıkıntı vardı. Ankara’da patlayan bombalar bu hissi pekiştirdi. Dört bir yanımızı kör inatlar; dar kafalı boyölçüşmecilik, imhacılık ve maksimalizmler sarmış. Kimse lâf dinlemiyor. Kimse dilini tutmuyor, tutamıyor. Herkes kısa vâdeli hesaplarla gerilim ve daha fazla gerilim yaratma peşinde. Bir felâkete sürükleniyoruz.
Şu an, yani Cumartesi 17:45 itibariyle 86 ölü ve 186 yaralı var; ama 28’i ağır ve 18’i ameliyatta deniyor. Kim yapmış olabilir? Ya IŞİD ve/ya Suriye Muhaberatı. Belki, belki Cemaatin “paralel yapı”sı içindeki polisler (çünkü onlar da çıldırmış vaziyette). Tabii büyük ihtimal ilki. Fakat temelde, kutuplaşmanın tırmanması ve bazı güçlerin sınır tanımazlaşmasıyla, herkesin herkesi suçlamasına çanak tutan bu tür anonim cinayetlere de elverişli bir zemin oluştuğu için felâkete sürükleniyoruz.
Bütün eksik ve aksaklıklarıyla birlikte olağan işleyişi içinde bir parlamenter rejim ve AKP’ye karşı normal bir muhalefet yerine kendini topyekûn bir “devirmecilik” kültürüne kaptıran kesimler yüzünden felâkete sürükleniyoruz.
Hükümet Kobani’de bir süre seyirci kaldığı ve en basit sınırötesi “kalkan” önlemlerini almadığı için felâkete sürükleniyoruz. PKK Kobani’yi Stalingrad’laştırdığı için felâkete sürükleniyoruz. PKK’dan başlkayarak bütün bir cephe, “AKP = IŞİD” teranesini uzun süre tekrarladığı için felâkete sürükleniyoruz.
Özellikle HDP, giderek bütün varlığını Erdoğan nefreti ve cumhurbaşkanını “götürmek” üzerine kurduğu; gözü başka şey görmez olduğu; seçim kampanyasını da buna dayandırdığı ve Çözüm Sürecinde karşısında AKP diye bir muhatap bırakmadığı; bugün de “Saray ve Sultan” ucuzluğunu dilinden düşürmez hale geldiği için felâkete sürükleniyoruz.
Bir yanda PKK ve HDP, diğer yanda hükümete yersiz müdahaleciliği içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ona karşı çıkamayan AKP, Çözüm Sürecini bir oradan bir buradan tekmelediği ve özellikle AKP’nin bu açıdan yaptığı hatâlar, PKK’ya fiilî çatışmasızlık halini de sona erdirme fırsatı tanıdığı için felâkete sürükleniyoruz.
7 Haziran’dan sonra CHP, HDP ve bazı sol aydın teorisyenler “yüzde 60’lık blok” diye bir fanteziye kendilerini kaptırıp gerekli rota değişikliklerini zamanında yapamadıkları; özellikle de AKP-HDP veya AKP-CHP koalisyonlarını savunmadıkları, tam tersine bunları çürütmeye ve engellemeye çalıştıkları için felâkete sürükleniyoruz.
Yıllar boyu kendini silâhlı mücadele ideolojisinden arındıramayan, barış ortamında ise işlevsizleşmekten korkan PKK, bir de “özyönetim” diye adı konmamış devletleşme ve bölgesel hegemonya hayallerine kapılıp, bütün demokratik olanaklar önlerinde açılmışken en ufak bir haklılık zemininden yoksun yeni bir “devrimci halk savaşı” başlattığı için felâkete sürükleniyoruz.
HDP buna net ve kesin bir şekilde karşı çıkamadığı; PKK’nın gölgesinden sıyrılıp kendi mutlak barışçı sivil siyaset kimliğine kavuşamadığı; 20 Temmuz’dan bu yana ikili bir dansı sürdürdüğü; kâh Kandil’den tek-yanlı ateşkes talep etmek kâh esas şimşeklerini hükümete yöneltmek arasında gidip geldiği; sadece siyasî değil, ahlâkî inandırıcılığını da giderek yitirdiği için felâkete sürükleniyoruz.
HDP ve onunla örtüşen sol kesimler, savaşı PKK’nın nasıl, 11-21 Temmuz arasındaki hangi adım ve demeçlerle (KCK’nın “askerî barajlar” deklarasyonuyla, Bese Hozat’ın yazılarıyla, Cemil Bayık’ın “özsavunmaya hazırlanma” çağrısıyla) başlattığı; ardından “özyönetim” ilânlarıyla sürdürdüğü son derece açıkken, kuyruğu dik tutmak uğruna yalana sarılıp kendilerini ve herkesi, “seçimlerde oyunu yükseltip tekrar tek başına iktidar olmak” uğruna savaşı Erdoğan’ın başlattığına ikna etmeye kalkıştığı; ardından da bunu “Sarayın savaşı” diye masallaştırdığı ve klişeleştirdiği için felâkete sürükleniyoruz.
Madalyonun diğer yüzünde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresi dahil bir bütün olarak AKP önderliği, yaklaşan badirenin büyüklüğünü ve Türkiye’nin yönetilemez kılınması/gösterilmesi uğruna girişilecek yeni çabaların varabileceği noktaları tam değerlendiremediği; bu tehlikeyi AKP’nin tek başına göğüslememesi zaruretini idrak etmediği; belki kendi kendine “adam sende, idare ederiz” dediği ve/ya normal bir erken seçimin yapılabileceğini sandığı; öyle veya böyle, sonuçta, CHP ile koalisyonda yeterince ısrarcı olmadığı, bu koalisyon için gerekli tâvizlerin hiç olmazsa bir bölümünü göze alamadığı için felâkete sürükleniyoruz.
Gerekli enseklik, uzlaşmacılık ve toparlayıcılığın tam tersine; AKP içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kendi hizip lideri konumuna getirmeye çalışan, ona böyle kısır ve kısıtlı bir rol biçen, Yedi Düvele tek başına meydan okuma yanlısı, “sağlam irade” inatçısı bir Jakobenizm türediği; bu çevreye mensup kariyerist kapıkullarının körüklediği düşmanlık ve çatışma söylemi de Hürriyet’e ve Ahmet Hakan’a saldırılar gibi, çapı ne olursa olsun Türkiye ve dünya kamuoyu nezdinde AKP’ye fevkalâde zarar veren şiddet eylemlerini özendirdiği, dolayısıyla zaten mevcut kutuplaşmayı mayna değil alabildiğine vira ettiği için felâkete sürükleniyoruz.
ABD’nin sırtını döndüğü, Kürt halkının kitle desteğinden yoksun kalan, askerî alanda da darbe yiyen PKK, başı bu kadar sıkışmışken ve giderek genişleyen kesimlerin çağrıları hilâfına, sanki pazarlık gücü kalmışmış gibi giderek absürdleşen koşullarla oyalanıp bir türlü ateşkes ilân edemediği; aksine, yenilgiyi kabullenmemenin yolunu krizi ne pahasına olursa oılsun derinleştirmede aradığı; bu doğrultuda, seçimleri yaptırmamayı ya da en azından HDP’yi seçime sokmamayı belki bir çare gibi gördüğü için felâkete sürükleniyoruz.
HDP de kendini bir kere daha bu projeden yüzde yüz koparamadığı; Demirtaş biz tabii seçim istiyoruz “ama” sözleriyle seçimleri boykot etmeleri olasılığını silip atamadığı için felâkete sürükleniyoruz.
Erdoğan ve AKP öteden beri “basın özgürlüğüne karşı” olmakla suçlanırken, geçmişteki twitter kapatmaları unutulmamış ve Hürriyet ile Ahmet Hakan’a saldırılar da bu kadar tazeyken, RTÜK marifetiyle Digitürk’e Cemaat’in kanallarını kapattırmayı birileri herhalde marifet sandığı için felâkete sürükleniyoruz.
Erol Katırcıoğlı gibi sol aydınlar hâlâ demokrasiyi değil “devrimci şiddet”i savunup “haklı savaş” yazıları yazabildiği için felâkete sürükleniyoruz. Sedat Peker gibi tescilli bir çete reisi daha dün “teröre karşı” ultra-milliyetçi bir miting düzenleyip “oluk oluk kan dökmek”ten söz edebildiği için felâkete sürükleniyoruz. Selâhattin Demirtaş PKK taziyeleri ve cenazelerine gitmeyen HDP milletvekilleri hakkında soruşturma açtıracağını ilân ettiği için felâkete sürükleniyoruz. Murat Karayılan, tam anlamıyla “şecaat arezederken sirkatin söyleyen mer-i kıptî” misali, “şimdiye kadar hiç devreye sokmadığımız ölüm timlerimiz”den dem vurduğu — PKK liderliği artık bu denli akılsızca nadanlaştığı — için felâkete sürükleniyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere hükümet ve AKP liderlerinin büyük çoğunluğu terör saldırısını son derece net ve kesin ifadelerle lânetlerken, Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Biliyorsunuz daha önce Diyarbakır’da seçimlerden önce sırf barajı aşsın diye, mağdur görünsünler diye böyle bir provokatif eylem yapıldı” sözleriyle, patlamaların PKK/HDP’nin işi olabileceğpi gibi bir imâda bulunabildiği için felâkete sürükleniyoruz.
Öte yandan, gerçek tiyneti konusunda kimseyi şüphede bırakmamaya, kimseye zerrece umut vermemeye kararlı görünen Demirtaş, AKP’nin en ufak bir fayda ummayacağı böyle acılı bir anda dahi şarlatanlığı elden bırakmayıp, katılıp katılmayacakları dahi belli olmayan (ve “parti olarak kampanya yürütemeyiz” gibi cümlelerle katılmayacaklarına dair sinyaller vermeyi sürdürdüğü) seçimlerde belki iki puan fazla almak uğruna, aynen Diyarbakır ve Suruç’ta (Bese Hozat’ın izinden giderek) yaptığı gibi katliamı hükümete yıktığı; “AKP iktidarının eveleme geveleme şansı çoktan bitmiştir. Katilsiniz. Eliniz kanlıdır. Yüzünüzden ağınızdan her yerinize kan sıçramıştır. Ve en büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır. Yurt içinde yurt dışında terör anlayışını halka dayatan zihniyet olduğunuz ortaya çıkmıştır. Her gün onlarca genci katleden taş attı, slogan attı diye infaz eden devlet, Ankara'nın göbeğinde büyük bir katliama imza atmıştır. (…) [B]u alçakların önünde asla diz çökmeyeceğiz. (…) Sizin gibi alçaklardna korkmayacak, onurlu direniş geleneğinden gelen halklar var karşınızda. (…) Bu alçaklık karşısında vicdanı olanların kenetlenmesi gerekiyor. Bizim alçaklarla bir arada yaşama, dayanışma gibi isteğimiz yoktur. (…) Haysiyetini yitirmiş olanlarla birlikte yaşam da olmaz (…) Bu devletimizin, milletimizin birliğine yapılan saldırı değil, devletimizin halkımıza yaptığı saldırıdır (…) Ortaya çıkan tablodan çok memnunlar (…) Hiçbir devlet başkanının Cumhurbaşkanını arayıp başsağlığı dilemesini kabul etmiyoruz” diyebildiği için felâkete sürükleniyoruz.
Siz daha sürdürün, sapına kadar çatışmacı kültürlerinizi. “Tek yol”culuğunuzu. “Ne pahasına olursa olsun”culuğunuzu. “Uzlaşmaz” ve “tâvizsiz”liğinizi. “Ya hep ya hiç”çiliğinizi. Dünya batsın. Türkiye batsın. Yeter ki geri adım atmayın. Yiğitliğe leke sürülmesin.
On üç yıllık göreli demokrasi, istikrar ve refahtan sonra, tekrar felâkete sürükleniyoruz.