TRT Haber'de Yıldıray Oğur'un genel yayın yönetmenliğinde hazırladığımız “Şimdi ve Burada” programının erken hazırlık aşamasında ortaya çıktı 12 Eylül dosyası yapma fikri. Program, geçtiğimiz pazartesi akşamı yayınlandı ve 12 Eylül'ün bugüne kadar konuşmamış tanıklarına mikrofon uzattı.
Lakin üzerinde bu kadar çok konuşulmuş, birçok kitaba, filme, şarkıya, belgesele konu olmuş bir meseleyi yeni bir açıdan işlemek mümkün müydü?
İşin ilginci, evet mümkündü.
12 Eylül, Türkiye'nin üzerinden buldozer gibi geçmiş, her kesimden sayısız mağdur oluşturmuştu. Her yüz kişiden birinin gözaltına alındığı bir zorba düzen kurmuştu. TBMM kapatılmış, anayasa ortadan kaldırılmış, siyasi partilerin kapısına kilit vurulmuştu. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına kaçmak durumunda kalmıştı. Haklarında idam cezası verilenlerden 50 kişi asılmıştı. İşkence vaka-ı adiyeden olmuş, Mamak ve Diyarbakır Cezaevi gibi utanç merkezleri Türkiye'nin tarihine yerlerini kazınmıştı.
Ancak yine de 12 Eylül'e dair yaygın tarih yazımının odaklanmadığı veya yanlış aktardığı bazı hususlar vardı.
Darbenin en büyük mağduru soldu. Ve Türkiye'deki entelijansiyayı domine eden sol tarih yazımı bu nedenle 12 Eylül konusunda çok mesai harcadı. 12 Eylül'ün özellikle sol mağdurları (olması gerektiği) gibi bu dönemde yaşadıklarını anlatma fırsatı buldu. Fakat darbenin diğer mağdurları bu anlamda bu kadar şanslı olmadı. Örneğin bu dönemde milliyetçilerin, “İslamcılar”ın ve hatta gayrimüslimlerin yaşadıkları yeterince konuşulmadı.
Gözaltına alınan, tutuklanan, işkence görenler sadece bir kesimden oluşmuyordu…
Programda ilk defa dönemin dışişleri bakanı İlter Türkmen'in açıkladığı bir gerçek darbe yönetiminin sağ görüşlere bakışını da yansıtıyordu: Ali Haydar Saltık, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'i barıştırmak için Hamzakoy'da çay tertip ederken, Kenan Evren, Alpaslan Türkeş'e vur emri vermişti. Yine programda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eski danışmanlarından Hüseyin Besli darbenin bugüne kadar ismi pek de zikredilmeyen bir mağdurundan bahsetti. Bu kişi darbeden hemen sonra gözaltına alınan ve bir hafta tutuklu kalan Recep Tayyip Erdoğan idi.
Yine darbenin sola yaptığı baskı klişesinde örtülen başka mağduriyetler es geçiliyor. O dönem birçok Alevi, gayrimüslim ve Kürt siyasi görüşünden bağımsız olarak devletin ceberut yüzünü tecrübe etti. Malatya'da yaşayan ve hayatını çobanlık yaparak kazanmış Şeyho Dayı, programa konuk olarak, darbecilerin kendi köyünü sadece Alevi olduğu için hedef aldığını, sol-sağ ayrışmasının ne anlama geldiğini ise hapishanede öğrendiğini söylüyor. Benzer şekilde Diyarbakır Cezaevinde korkunç işkenceler görmüş birçok kişi solcu olduğu için değil, Kürt olduğu için maruz bırakıldı o korkunç muameleye.
12 Eylül'e dair neredeyse ezbere dönüşmüş klişelerden biri 12 Eylül rejiminin bir Türk-İslam sentezi politikası empoze ederek, Türkiye'de İslamcılığın önünü açmaya vesile olduğu yönündedir. Oysa ki Kenan Evren'in darbe sonrasında yaptığı ilk basın açıklamasında (16 Eylül 1980) "Konya olayları gericiliğin ne boyutlara ulaştığını göstermiştir. Milletimizin bu olay karşısında gözleri açılmış, tehlikeyi bütün boyutlarıyla görmüştür” demişti. Bahsi geçen ve 12 Eylül darbecileri tarafından darbenin en önemli gerekçelerinden gösterilen Konya mitingi, 23 Temmuz 1980 tarihinde Kudüs'ü, İsrail'in başkenti ilan etmesine tepki olmak üzere MSP tarafından 6 Eylül 1980 tarihinde Konya'da düzenlenen 'Kudüs Mitingi' idi.
Kenan Evren'in kızı Şenay Gürvit ve damadı (aynı zamanda dönemin Cumhurbaşkanı güvenlik danışmanı) Erkan Gürvit programda 12 Eylül'ün İslamcılığa bakışına açıklık getirdi. Kenan Evren'in siyasi görüşünü “sosyal demokrat ve İnönücü” olarak tanımlayan Erkan Gürvit, Evren'in “irticaya geçit vermeyen bir yapısı” olduğunun altını çizdi.
Darbenin 35. yıl dönümünde ilginç olan, 12 Eylül'e dair tartışmaların hâlâ sığ klişeler üzerinden yapılıyor olması ne yazık ki…